Eşit, parasız, zorunlu, bilimsel eğitim kamusal haktır
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
“Özel okulların devlet okullarına oranı AKP iktidarı döneminde ülke tarihinin en büyük oranına ulaştı. Zorunlu, parasız eğitim süresinin kısaltılmasının, kaldırılmasının kaybedeni yoksul, emekçi halkın çocukları olacak.”
Eğitimci yazar Feray Aytekin Aydoğan ile güncel eğitim problemlerini konuştuk.

Zorunlu eğitim süresinin kısaltılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin son katıldığı bir programda “12 yıllık zorunlu eğitimin azaltılmasının doğru olacağına yönelik bir kamuoyu oluştu. Hükümet olarak bir karar almak durumundayız. O kararı aldığımızda paylaşacağız” açıklamasını yaptı. Ancak 1 milyonu aşkın öğretmenin, milyonlarca öğrencinin, velinin gündemi eğitim süresinin kısaltılması değil. Onların gündemi öğrencilerin eşit, parasız, bilimsel, nitelikli, kamusal eğitim hakkına, öğretmenlerin ise eşit haklara sahip güvenceli, insanca yaşama, çalışma hakkına sahip olması. Siyasi iktidarın bu meseleyi gündem yapacağının yaklaşık iki yıldır sinyalleri veriliyordu. Platform, dernek gibi isimlerle çeşitli yapıların hazırladığı raporlarda bu başlık ana başlık oldu. Ayrıca geçtiğimiz eğitim-öğretim yılı başında bakan Yardımcısı Yelkenci’nin 4+4+4’ü değiştireceğiz açıklaması da ne amaçlandığını bize gösteriyordu.
Kamusal, bilimsel, nitelikli, eşit eğitimi kaybetmemizin sonucu maalesef zorunlu eğitim ve süresi hak kapsamında değil sonuçları üzerinden değerlendirilebiliyor.
Eğitimin bir hak olmaktan çıkarıldığı, yalnızca satın alınarak ulaşılabildiği onlarca adım atıldı. Şimdi ise eğitimde yaratılan bu yıkımın en büyük darbesine hazırlık yapılıyor. Eğitim kamusal bir hak olmaktan çıkarılıyor. Parasız, zorunlu eğitim hakkı aydınlanma mücadelesinin bir kazanımı. Paraya ve siyasi güce sahip olanların ulaşabildiği bir ayrıcalık olan eğitimin bir yurttaşlık hakkı, kamusal bir hak olması emek mücadelelerinin, emperyalizme karşı mücadelelerin ve aydınlanma mücadelesinin sonucuydu. Cumhuriyet kurulmadan önce eğitim yalnızca bir avuç saray ve saray eşrafının, toprak ağalarının elindeki ayrıcalıktı. 19 milyonu aşkın nüfusun okuryazar oranı yüzde 3 ila yüzde 5 arasında değişiyordu. Ülkemizde kamusal eğitim hakkı, parasız, zorunlu eğitim süresi Cumhuriyet’in ve yıllardır memleketin her yerinde sürdürülen eğitim hakkı mücadelesinin, emek mücadelesinin kazanımıdır.
Müslüman Sanayici İş Adamları Derneği (MÜSİAD), Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği, İnsan Vakfı gibi siyasi iktidarın politikalarının destekçisi, sözcüsü yapıların yaptıkları açıklamalar ve çalıştay raporlarında zorunlu, parasız eğitim süresinin kısaltılmasına yönelik üç ana argümanı öne sürüyorlar. -Bu yapılar Yeni Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli sürecinde de aktif faaliyet yürüttüler.- Her argüman aslında politik bir tercih ve amaçlananın ne olduğunun itirafı. Birincisi; eğitime ayrılan bütçenin “büyük bir yük” olduğunu, “bu yükün devletin elinden alınması” gerektiğini söylüyorlar. “Yeterince özel okulun, özel kursun, sertifika programının olduğunun parayla isteyenin eğitime ulaşabileceğini” söylüyorlar. “Önce lisenin, sonra ortaokulun zorunlu olarak kaldırılması gerektiğini, devlet okulu olacaksa da çocukların yarı zamanlı okula gittiği fabrika-okul, dershanesiz okul, sanayi-okul, cami-medrese-okul gibi esnek okul modellerinin uygulanması gerektiğini” söylüyorlar.
Özel okulların devlet okullarına oranı AKP iktidarı döneminde ülke tarihinin en büyük oranına ulaştı. Bakan Tekin katıldığı programda devlet okullarında para toplanmadığını söylese de gerçeği herkes biliyor, yaşıyor. Kayıt parası, katkı payı, proje sınıfı gibi isimlerle ve eğitime yeterli bütçenin ayrılmamasıyla, siyasi kadrolaşmayla özetle eğitim politikalarının sonucu olarak eğitim paralılaştırıldı. Eğitim paralılaştıkça yoksulluğun, eşitsizliğin sonucu okul terkleri, okuldan kopuş her geçen yıl artıyor. Geçtiğimiz yıl bu sayı 1,5 milyonun üzerindeydi. Ayrıca devamsızlık oranları açısından bakıldığında durum daha vahimdi. İlkokuldan itibaren devamsızlık oranları artıyordu. Örneğin meslek liselerinde yaklaşık iki öğrenciden, imam hatip liselerinde üç öğrenciden biri devamsız. Okul terklerinin, devamsızların artışı da iktidara yetmiyor, çocukların okuldan kopuşunu hızlandıracak adımlara hız veriyorlar.
İkinci argümanları ise parasız, zorunlu eğitim süresinin erken yaşta işçiliği engellediği. Sermaye, patronlar erken yaşta, ucuz işgücü istiyor. Bu yüzden çocuk işçi bulma merkezleri olan Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) yaygınlaştırıldı. Zorunlu eğitim süresini kısaltarak “patronlar için daha fazla çocuğu çocuk işçi haline getireceğiz, okulları, kamu kurumlarını çocuk işçi bulma kurumlarına dönüştüreceğiz” diyorlar. Geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesi, meslek ortaokullarının açılması, Kırıkkale ve Kocaeli gibi yerlerde sektör içi, sektöre entegre, bölge, ihtisas okullarının açılması gibi adımlarla organize sanayi bölgelerinde, ticaret bölgelerinde açılan okullarla meslek liselerinin de MESEM’lileştirilmesi, çocuk işçiliğinin ortaokul sıralarına indirilmesi konusunda adımlar atıldı. Çocukların okuldan koparılması, çocuk işçi haline getirilmesi ile ilgili ciddi yol aldılar. Zorunlu, parasız eğitimin kısaltılmasına yönelik hazırlıkların büyük çoğunluğunu tamamladılar.
Üçüncü argümanları ise “zorunlu eğitimin yuva kurmaya engel” söylemi. Sözkonusu çocuklar 18 yaş altı, okul çağındaki çocuklar. Eğitim süresi azaltılmalı diyerek çocuk yaşta evliliklere çağrı yapıyorlar. Doğum oranları dünyanın her yerinde azalıyor. Ülkemizde de ülke tarihindeki en düşük orana yüzde 1,4’e düştü. Sermaye ucuz, bedava işgücü bulamama telaşına düşmüş durumda. Kadınlar işsizliğin, yoksulluğun sorumlusu ilan edilerek hedef gösteriliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı politikalarla, “kutsal aile”, “aile yılı” söylemleriyle ve parasız, zorunlu eğitim hakkını çocukların elinden alarak, eğitim süresini kısaltarak çocuk yaşta evliliklerin yaygınlaştırılmasını amaçlıyorlar. “Fıtrat”, “kader” diyerek dini araçsallaştırıyor, sermayenin ucuz, bedava işgücü ihtiyacı için patronlar ne istiyorsa onu yapmaya hazırlanıyorlar.
Zorunlu, parasız eğitim süresinin kısaltılmasının, kaldırılmasının kaybedeni yoksul, emekçi halkın çocukları olacak. Kaybeden atama için yıllardır bekleyen, norm fazlası, öğretmen hareketliliği gibi isimlerle her geçen yıl artan bir şekilde fiili sürgünü yaşayan öğretmenler olacak.
Esnek-yarı zamanlı okul modeli ile ne amaçlanıyor? MESEM ile ilgili gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önceki hafta Gebze Güzeller Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) bir kolej bir buluşma düzenledi. Kolejin sayfasında okulun ücretsiz olduğu vurgusu yer alıyor. Ücretsiz dedikleri ise okula düzenli devlet teşviği verilmesi. Yine önceki hafta içinde Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik ile OSB (Organize Sanayi Bölgesi) içinde ve dışında yer alan özel meslek lisesi patronlarına bu yıl verilecek devlet teşvikleri açıklandı. OSB içindeki özel meslek lisesi patronlarına bu yıl ödenecek destekler öğrenci başına 46 bin liradan başlayarak 77 bin 626 liraya kadar ulaşıyor.
Devlet okullarına aktarılması gereken kaynaklar özel meslek lisesi patronlarına aktarılıyor. Aynı zamanda buradaki çocuklar bulundukları veya yakın çevredeki organize sanayi bölgelerinde, firmalarda yine ücretleri devlet tarafından karşılanarak stajyer veya çırak olarak ucuz veya bedava işgücü olarak çalıştırılıyor.
2019 yılı Temmuz ayında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda yapılan düzenleme ile özel sektörün mesleki eğitim merkezi (MESEM) kurabilmesinin de önü açılmıştı. Böylece şirketler özel meslek liselerinden sonra özel MESEM açmaya başladı. Gebze Güzeller OSB Mesleki Eğitim Merkezi bu düzenlemeden sonra Türkiye’nin ilk özel mesleki eğitim merkezi olarak 2020 yılında kuruldu.
Kolejin düzenlediği buluşmanın gündemi erken yaşta uygulamalı eğitim ve sanayiye entegre okul modelleriydi. Erken yaşta uygulamalı eğitim dedikleri çocuk işçiliği, sanayiye entegre okul dedikleriyse okulu, öğretmeni, kamusal eğitimi çocukların yaşamından çıkaran, çocukların çalıştırıldığı sanayi bölgeleriydi. Buluşmada yalnızca Gebze Güzeller Sanayi Bölgesi’nde 160 firma bulunduğu, kolejde 2140 öğrenci kapasitesinin olduğu ve özel MESEM’in de aynı kapasiteye sahip olduğu açıklanıyor. Binlerce öğrencinin bulunduğu bir nevi çocuk işçi kampı yaratılmış.
Toplantıda ilçe milli eğitim müdürü, kaymakam, esnaf ve sanatkarlar odası başkanı da yer alıyordu. Özel okul patronlarının ve sermaye gruplarının taleplerini, çocuk işçi ihtiyacını karşılamak için çocukların yaşamına ve geleceğine karar verildiği buluşmalar ülkemizin her yerinde art arda gerçekleştiriliyor.
Buluşmada, tüm çocukların kamusal eğitim hakkından sorumlu olan isimler "Üzerimizdeki öğrenci sorumluluğunu Gebze Güzeller Sanayi Bölgesi üstlendi" diyor. Dört bini aşkın öğrencinin bu OSB’deki firmalara teslim edildiğinin açık itirafı. Ve ekliyorlar; "Amacımız çocukların bir an önce işle tanışması ve sektörün ihtiyaç duyduğu insan kaynağına ulaşmasıdır. Çocuklar daha erken yaşta ve yazları da çalıştırılmalı, bir an önce yasal düzenlemeler yapılmalı bu konuda da Mili Eğitim Bakanlığı ile temas halindeyiz" diyorlar. Bu yasal düzenlemenin de zorunlu eğitim kaldırılmalı, sınırlandırılmalı diyerek yaptıkları açıklamalardan ve eğitimin hak olmaktan adım adım çıkarılması çalışmalarından bağımsız olmadığını biliyoruz.
Çocukları yoksulluğun ve eğitimdeki eşitsizliğin sonucu MESEM’lere mecbur bırakan çocuk işçiliğini gizlemenin adı olan MESEM artışı tüm yöntemlerle devam ettiriliyor. Eylül 2023’te 9. sınıfta sınıf tekrarı yapan öğrencilerin MESEM’lere nakil yaptırmaları durumunda 10. sınıfa devam edebileceği düzenlenmişti. Nasıl bir tesadüftür ki aynı tarihte yapılan değişiklikle sınıf tekrarının da önü açılmıştı. Yaz tatili döneminde okul idarelerine MEB tarafından yazı gönderilerek sınıf tekrarına kalan öğrenci velilerinin okullara çağırılarak çocuklarını MESEM’lere yönlendirilmesi istendi. Çocukların okulda, örgün eğitimde olması ve eşit, nitelikli eğitim hakkına ulaşabilmesi sorumluluğu olan bakanlık bu sorumluluğunu bırakarak var gücüyle MESEM’lerdeki çocuk işçi sayısını arttırmak için çalışıyor.
MESEM’ler her geçen gün artan yoksulluğun çaresizliği ile çocuklar için zorunluluk haline getiriliyor. Asgari ücretin üçte biri veya yarısı için çocuklar okullarını bırakıyor, çocuk işçi haline getiriliyor. Veli onayı, il istihdam ve mesleki eğitim kurulu kararı gibi düzenlemelerle çocuklar günde 8 saat, gece 22:00’ye kadar haftanın 6 günü 14 yaştan itibaren İş Kanunu’na da aykırı bir şekilde çalıştırılabiliyor. Fiili olarak ise iş, zaman, gün tarifi olmadan esnek koşullarda yeterli iş güvenliği önlemleri de alınmadan çalıştırılıyorlar. Çalıştırılması "yasal" olan MESEM’li öğrencilerin sendikaya üye olması ise yasak.
Bu eğitim-öğretim yılı ile birlikte Başta Kırıkkale ve Kocaeli olmak üzere sektör içi ve sektöre entegre okul adıyla MESEM’lerden sonra aslında tüm meslek liselerinin de MESEM’lileştirilmesini amaçlayan esnek-yarı zamanlı okul, fabrika-okul, dershanesiz okul gibi ifadelerle okul niteliği olmayan, okulun ve öğretmenin çocukların hayatından çıkarıldığı çocuk işçi merkezleri oluşturuluyor. Çocuklar bu yerlerde yetişkinlerle aynı koşullarda hatta esnek çalışma koşulları ile daha da zor koşullarda çalıştırılacak. Ülkenin her yerinde binlerce çocuktan oluşan işçi kampları yaratılıyor. Perşembe günü MESEM’li bir çocuk daha iş cinayetinde hayatını kaybetti. Son ÇSGB (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı) verileri denetlenen iş yeri oranı yalnızca binde 4 iken “iş kazaları” 2,5 kat artmış durumda. Çocukların yalnızca eğitim hakkı değil yaşam hakkı da ellerinden alınıyor.
Yine geçtiğimiz yıl Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesi ile meslek liseleri bünyesinde imam hatiplerden sonra meslek liselerinin de ortaokul bölümleri açıldı. Ve Ankara’da ilk meslek koz ortaokulu ile duyurulan onlarca yeni okul açılıyor. Ortaokuldan itibaren çocukların işçi haline getirildiği aynı zamanda karma eğitim hakkının da ellerinden alındığı yerler yaratılıyor.
Şirketler ile protokoller imzalanıyor, şirketler hami ilan ediliyor, kamu kaynakları şirketlere teşvik adıyla aktarılıyor, eğitim süresi erken yaşta işçiliğe engel diyerek aşamalı olarak liselerin, ortaokulların kaldırılması amaçlanıyor. Yarı zamanlı okul, esnek okul, fabrika okul gibi isimlerle okul, öğretmen çocukların yaşamından çıkarılıyor. Olağanüstü bir seferberlik haliyle tüm ülke çocuk işçi kamplarına dönüştürülüyor.
Proje okulları ve son proje okul yönetmeliğini bütünlüklü olarak nasıl okumak gerekir? Önümüzdeki eğitim yılında proje okullarında öğrencileri ve öğretmenleri neler bekliyor?
MEB, 15 Ağustos tarihinde “Özel Proje Uygulayan Okullar Kılavuzunu” yayınladı.
Kılavuzu Temmuz ayında yayımlanan yönetmelikle birlikte düşündüğümüzde bu adımların en dikkat çekici bölümü özel program uygulayan okulların hamisi olma zorunluluğuydu.
Haminin sözcük anlamı himaye eden, koruyan... Okulları kim ve kimler neden koruyacak? Okullar kimin, kimlerin himayesine devredilecek? Kamusal eğitim sosyal devletin sorumluluğu iken öğrenciler, okullar, öğretmenler kimin, kimlerin himayesi altına alınacak?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), Bölge Okulu, İhtisas, Sektör içi ve Sektöre Entegre Özellikli Mesleki ve Teknik Ortaöğretim Kurumlarına Yönelik Firma Ön Talep Formu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne (TOBB) ve TOBB’un illerde, ilçelerde tüm ticaret ve sanayi odalarına ilettiği yazıyla 10 Haziran 2024 itibariyle firma ön talep formu adıyla işletmelerde çalıştırılacak çocuk sayısının tespiti ve firmaların tüm talepleri tespit edilmiş durumda.
Özetle okulların hamileri şirketler ve şirketleşmiş tarikatlar olacak. Çocukların üstün yararı değil şirketlerin üstün yararı esas alınacak.
Kılavuz, mevcut proje okullarının proje okulu statüsünü sürdürebilmeleri için ve ilk kez proje okulu olmak için başvuracak okulların bu kapsama alınmaları için yapmaları gereken işlemleri düzenliyor. (Geçtiğimiz eğitim-öğretim yılı içersinde de merkezi sınavla öğrenci alacak okullar yönetmeliği ile bu sürecin işletileceğini görmüştük.) Kılavuz, okulları proje yapan okullar ve tematik okullar olarak sınıflandırmaktadır. Kılavuzun ekindeki dokümanlara göre okullar puanlanmakta ve barajı geçen okullar ya yeni proje okulu olmakta ya da proje okulu statüsünü korumaktadır, barajı geçemeyenler ise proje okulu olma statüsünü alamamakta veya proje okulu olanlar da bu statüyü yitirmektedir.
Proje okullarına dönük kılavuzun okullar arasında oluşturacağı ayrım ortadadır. Okulların proje okulu olan ve olmayan olarak ayrıştırılması, aynı nitelikli ve niteliksiz okul ayrımında olduğu gibi, öğrencilerin alacağı eğitim hizmeti açısından da doğru değildir. Okulların puanlanarak birbirleriyle rekabet etmek durumunda kalması da eğitimin niteliğini, öğrencileri, öğretmenleri olumsuz etkileyecektir. Öğretmenler ve öğrenciler üzerinde ciddi bir baskıya neden olacaktır.
12 Temmuz Cumartesi günü ise Resmi Gazetede “Proje Okulları Yönetmeliği” yayımlanmıştı. Yayımlanan yönetmelikle okullar özel proje uygulayan ve özel program uygulayan okullar olarak ikiye ayrıldı. Yönetmeliğe göre, Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğüne ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne bağlı okullar “özel proje” uygulayan; Ortaöğretim Genel Müdürlüğüne bağlı okullar da “özel program” uygulayan okullar olarak düzenleniyor.
Özel program uygulayan okullara kabul edilecek öğrencilerin LGS kapsamındaki merkezi sınavda % 1’lik dilimin içerisinde bulunmasının ve bu öğrencilerin tamamının yatılı olmasının esas olduğu yönetmelikte yer almış durumda. Bu okulların kontenjanları her bir sınıf seviyesinde 4 şube ile sınırlandırılmış durumda ve ayrıca yabancı dil derslerinin en az % 30’unun hedef dilin anadil olarak konuşulduğu ülkelerde eğitim almış olması gerektiği yönetmelikle düzenlenmiş. En dikkat çekici olan madde ise hamilikle ilgili olan madde; hami iş birliği ile açılacak olan okullarda haminin proje hedefine uygun bir vakıf kurması veya var olan vakıf tüzüğünde buna uygun bir değişiklik yapması gerektiği yönetmeliğe girmiş durumda.
Yayımlanan yönetmeliğe göre özel program uygulayabilecek okul sayısı oldukça az olacak ve şu an proje okulu statüsünde olan pek çok okul yönetmeliğe göre proje okulu olmaktan çıkacak. 8 Nisan tarihinde 9252 öğretmenin çalıştıkları okullarından proje okullarına öğretmen atamasına dönük yönetmelik dayanak gösterilerek gönderildiğini hatırlarsak, yapılan tasfiye işleminin ne kadar planlı olduğu da anlaşılacaktır. Söz konusu okullarda kimlerin çalışacak kimlerin çalışmayacak olmasına karar verme yetkisini ellerinde bulunduranlar, istedikleri öğretmenleri bu okullara atadı, istemediklerini gönderdi. Özelde dahi mümkün olamayacak bir uygulama, halka ait okullarda kamu yöneticilerine verilen yetki kullanılarak yapıldı. Yaşanan öğretmen tasfiyesinin sayısal büyüklüğünün nedeninin hazırlanan proje okul yönetmeliği ile pek çok okulun artık proje okulu olmaktan çıkarılacak olması olduğunu da görmüş olduk.
Yönetmeliğe göre özel program uygulayan okullarda eğitim gören öğrencilerin tamamının yatılı olmasının esas olduğu düzenlenmiş durumda. Öğrenciler için en sağlıklı ve doğru olanın ailelerinin yanında eğitim almaları olduğu, yatılılığın zorunlu durumlarda öğrencilerin eğitim hakkını kullanabilmesi için geliştirilen bir araç olduğu asla unutulmamalıdır. Örneğin İstanbul Erkek Lisesinde eğitim almak isteyen ve İstanbul’da ikamet eden bir öğrenci yatılı okumak durumunda kalacak veya yatılılığı kabul etmediği için okul tercihini değiştirmek durumunda kalacak. Yatılılık konusunda ısrarın öğrencilerin yaşamsal ve kültürel tercihlerini şekillendirme amaçlı olduğu açıktır.
Yönetmelikte yer alan hamilik kurumu eğitimde başta protokol ve iş birlikleri olmak üzere çokça karşımıza çıkmıştı. 2023 Eğitim Vizyon Belgesi özel okulları kamu okullarına hami olarak atamayı hedeflemişti. 78 ilde 3 bine yakın özel okul ve kamu okulu eşleşmiş ve özel okulların kamu okullarını himayeleri altına almaları istenmişti. Şimdi de sermaye kesimlerinden ve iktidara yakın kurumlardan, vakıflardan, tarikat yapılarından okulları himayeleri altına almaları istenecek.
Kamu okulları, kamunun vergileri ile kamusal eğitim yapılması için kurulmuş olan okullardır. Bu okulların programları, öğretmen atamaları, gereksinimlerinin karşılanması ve denetiminin de kamusal mekanizmalarla yapılması gerekir. Bu okulları kamusal alanın dışına çıkarmak, söz konusu okullardan beklenen ve hedeflenen kamusal faydadan da uzaklaşmak anlamına gelir. Ayrıca, sermayenin veya kimi yapıların hamilik yaptığı okullarda odak noktası öğrencilerin üstün yararı değil haminin talepleri olacaktır.
Yayımlanan yönetmelikle proje okullarının sayısının azalacağı anlaşılmaktadır. Proje okul uygulaması, ilk başladığı 2014 yılından bu yana eğitim sistemi, öğrenciler ve öğretmenler için sürekli sorunlar ve mağduriyetler üretti ve üretmeye de devam ediyor. Özellikle öğretmen atama ve yönetici görevlendirme açısından kuralsızlığın ve keyfiliğin belirleyici olduğu proje okulu uygulamasının sonlandırılması ve 8 Nisan tarihinde hukuksuzca okullarından gönderilen öğretmenlerle ilgili işlemlerin iptal edilmesi öncelikle yapılması gereken iştir.
Öğretmenlik mesleği, mesleki süreçte yaşanan sorunlar, Öğretmenlik Meslek Kanunu ve Milli Eğitim Akademisi başlıklarını bütünlüklü olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öğretmenler Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu denli sorunla karşı karşıya bırakılmadı.
Yirmi üç yılda öğretmenlik mesleği, haklarımız adım adım tasfiye edildi. Kamuda, özelde ücretli, sözleşmeli, güvencesiz çalışma asgari ücretle veya asgari ücretin de altında esnek, uzun saatler çalışma olağan hale getirildi. 2014’te özel öğretim kurumlarında taban maaş hakkı kaldırıldı. Öğretmenler özel okul patronları için ucuz işgücü haline getirildi.
Mülakat, güvenlik soruşturması, arşiv araştırması, proje okul adıyla siyasal kadrolaşma araçları yaratıldı. Siyasi iktidar kimin atanacağına, kimin okul idarecisi olacağına, kimin hangi okulda çalışacağına eşit, adil, objektif bir kriter olmadan “Ben karar vereceğim” dedi.
Yarım milyonu aşkın ataması yapılmayan öğretmen kamuda, özelde güvencesiz ucuz iş gücü haline getirildi veya başka işlerde çalışmak zorunda bırakıldı. En son yine ataması yapılmadığı için bir meslektaşımızı Ahmet Enes Gül’ü Gaziantep’te inşaatta çalışırken iş cinayetinde kaybettik.
Son tayinlerle ve norm güncellemelerindeki hatalar ve yanlış eğitim politikaları nedeniyle proje okullarında fiili sürgünü yaşayan arkadaşların da mağduriyetiyle, resen atamalarla binlerce öğretmen arkadaşımız okulların başlamasıyla fiili sürgünü yaşıyor, evinden saatlerce uzaklıktaki okullara ulaşmaya çalışıyor.
Maarif müfredatıyla vurgulanan, yeni insan, devlet, toplum tahayyülüne –yeni rejime- uygun öğretmen profili adıyla Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) ve Milli Eğitim Akademisi hayata geçirildi. Öğretmenlik uzmanlık mesleği olmaktan çıkarıldı. Aynı işi yapan, aynı sınıflara giren, aynı öğrencilerin yaşamına dokunan öğretmenler farklı ücretlendirme ile ayrıştırıldı. Böl-parçala- yönet taktiği bir kez daha devreye girdi.
Milli Eğitim Akademisi ile fiilen Eğitim Fakülteleri’ne kilit vuruldu. Akademiye başvuru kriteri lisans mezunu olmaktır denildi. Milli Eğitim Bakanı “Öğretmeni üniversiteler, eğitim fakülteleri değil biz yetiştireceğiz, kimin öğretmen olacağına biz karar vereceğiz.” dedi.
Eğitim fakültelerine kilit vurulmasının ilanı Bakan’ın “Üniversiteler bilim insanı yetiştirsin, biz de öğretmen yetiştirelim” cümlesi olmuştu. Kimin öğretmen olacağının kriteri artık eğitim fakültesi mezunu olmak değil. Milli Eğitim Akademisi adıyla eleme süreçlerinden geçemeyenler artık öğretmen olamayacak. Milli Eğitim Akademisi aynı zamanda öğretmenlik mesleğinin tasfiyesinin yeni adı oldu.
Mülakat yıllardır binlerce öğretmenin emeğinin yok sayılmasının aracı oldu. Mülakatlar sonrasında 1611 öğretmen kontenjan dışı bırakıldı, emekleri ellerinden alındı ve atamaları hâlâ yapılmadı, aylardır mücadele ediyorlar.
Akademi’ye başvuru kriteri “Öğretmenliğe kaynak teşkil eden en az lisans düzeyindeki yükseköğretim programlarından mezun olanlar” olarak düzenlendi. 13 Temmuz’da Akademiye Giriş Sınavı (AGS) ve Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi (ÖABT) yapıldı. 10 bin aday üç dönem sürecek akademi eğitimine alınacak ve “başarılı” olanlar 2027’de öğretmenlik yapmaya başlayacak.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) güvenlik soruşturması iptal kararına rağmen öğretmen adayları Akademi’ye giriş aşamasında ve Akademi’nin tamamlanmasının ardından atama sürecinde iki kez güvenlik soruşturmasından geçecek.
Mülakat adaletsizliği artık tüm toplumun bildiği bir gerçek iken Akademi adıyla mülakattan daha sert eğitimde siyasal kadrolaşmanın aracı olacak bir yapı, kurum yaratıldı.
Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle Akademi’de görevlendirilecek olanların belirlenme sürecinin açıklanması bu araç ile kimin öğretmen olarak atanacağına karar verici olanların siyasi iktidar olacağının açık göstergesi oldu.
Akademide eğitim personeli olabilmek için; Yükseköğretim Personel Kanunu’na tabi öğretim üyesi kadrolarından istihdam edilecekler Kurulun teklif ettikleri arasından Bakan tarafından, Bakanlık kadrolarında görev yapanlardan istihdam edilecekler kontenjanın üç katı adayın alınacağı sözlü sınav sonucuna göre diğer istihdam edilecekler ise yapılacak yazılı ve/veya sözlü sınav sonucuna göre belirlenecek.
Eğitim verecek olanlar ve kimin öğretmen olarak atanacağına karar verecek olanlar Bakan’ın ve mülakat sonucu belirlenen kişilerin onayı ile belirlenecek.
Ocak 2025’te yasalaşan Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) ile Akademi’nin bir siyasal kadrolaşma aracı ve tüm öğretmenler için bir baskı aygıtı olmasına aslında Aralık 2023’te yayımlanan 12. Kalkınma Planı ile karar verilmişti.
Kalkınma Planı’nda “Öğretmen yetiştirme ve geliştirme süreci, mesleğe kabulden önceki eğitimden başlanarak mesleğe kabul, mesleki gelişim ve kariyer gelişimi gibi tüm aşamaları yapılandırılacak.” İfadesi ile öğretmenlerle ilgili bir kanunun öğretmenlere rağmen hayata geçirilmesi kararlaştırılmıştı.
Okul bazlı gelişim modeli, bireysel gelişim adıyla öğretmenlerin “yeterliliğine” karar verme süreçleri, eğitim yöneticiliğinin profesyonelleştirilmesi, öğretmen-yönetici hareketliliği –son proje okul yönetmeliğinde de yer alan- ile Akademi siyasi iktidarın tüm öğretmenlere yönelik bir baskı aygıtı. Kimin atanacağına, kimin hangi okulda, okul türünde ne kadar süre çalışacağına, kimin mesleğinde yeterli olup olmadığına, mesleğine devam edip edemeyeceğine, öğretmenlik mesleğini, eşit işe eşit ücret ilkesini hedef alan kariyer basamakları üzerinden kimin uzman, başöğretmen olacağına, kimin okul idarecisi olarak görevlendirileceğine Akademi karar verecek.
Öğretmenlik Meslek Kanunu ve Milli Eğitim Akademisi ile tüm öğretmenleri kuşatan baskı aygıtları ile karşı karşıyayız.
Öğretmenlik mesleğini, kaybedilmiş haklarımızı yeniden kazanmanın tek yolu ise eğitim emekçilerinin birleşik mücadelesi.
Sınav sistemi değişiklikleri eğitimde eşitsizliğin derinleşmesinin en belirleyici aygıtı oldu. Yeni eğitim-öğretim yılında ölçme değerlendirme/sınav süreçlerinde öğrencileri, öğretmenleri neler bekliyor?
Yaz tatili süresince günlerce diploma hırsızlığı konuşuldu. Çocuklukları ellerinden alınan, küçük yaşlardan itibaren yaşamları sınavlara hazırlıkla geçen binlerce çocuk, genç emeklerinin nasıl çalındığına tanıklık etti.
Liselere Geçiş Sistemi (LGS) ile ilgili soruşturma tamamlanmadan sonuçları kamuoyu ile paylaşılmadan çocukların yerleştirme sonuçları açıklandı. Sorular çalındı mı, istediğim okulda okuma hakkım elimden alındı mı sorusu her çocuğun aklında asla silinmeyecek bir soru artık. Bu sorulara ek hiç çalışmadan, emek vermeden lise diplomalarının satın alındığını, diploma hırsızlığını da öğrendiler.
Gençler üniversite tercihlerini yaptı. Bu tercihleri yaparken biliyorlardı ki paraya, siyasi güce sahip olanlar bin bir emekle kazandıkları ve bin bir emekle okuyacakları üniversitelerden alacakları diplomaları parayla satın alabiliyorlar. Ayrıca milyonlarca genç diplomalı işsizken geniş tanımlı işsizlik on iki milyonu aşmışken bu diploma hırsızları öyle bir güce sahipti ki kamuda veya özelde çalışabiliyor, zenginliklerine zenginlik katabiliyordu.
Polis Akademisi’nin çalıştayında Yeni Nesil Terör: FETÖ’nün Analizi raporunda 2000-2013 yılları arasında KPSS, ÖSS, ALES, Askeri liseler, YDS gibi ÖSYM koordinatörlüğünde yapılan tüm sınavların sorularının çalındığının açıklandığını gördük.
Yıllarca soruların çalınması bir gerçek iken bu gerçeğe ek diplomaların çalındığını da öğrendik.
Yaşanılan hırsızlıklardan birincil sorumlu kamu yöneticileri ise aylardır zorunlu, parasız eğitimin sınırlandırılmasına meşruiyet oluşturmak için herkes lise, üniversite okumamalı piyasanın erken, çocuk yaşta iş gücüne ihtiyacı var diyerek eğitimi, diplomayı değersizleştirme söylemlerini art arda sıralıyorlar.
Birileri kendilerine diploma hırsızlığı ile bir gelecek yaratırken halkın çocuklarına diplomasızlık, çocuk yaşta işçilik vaat ediliyor. Her güne MESEM’lerde, tarlada, inşaatta, atölyelerde, organize sanayi bölgelerinde çalıştırılırken iş cinayetlerinde ölen çocukların haberlerini okuyarak başlıyoruz. Halkın çocuklarına vaat edilen okulsuzluk, diplomasızlık, çocuk yaşta işçilik; sınav sorularını çalanlara, diploma hırsızlarına vaat edilen ise iş, güç, zenginlik.
Merkezi, yazılı sınav sistemi eğitimi paralılaştırmanın temel aracı oldu. Ne kadar merkezi sınav o kadar özel okul, o kadar özel kurs, özel ders, yayınevlerine kazandırılan milyonlar demekti. Bu gerçeğin milyonlarca öğrenci farkındaydı. Ancak eğitimle kazanılmış bir gelecek torpilin, eşitsizliğin, adaletsizliğin kök saldığı ülkemizde öğrenciler için her şeye rağmen bir umuttu. Şimdi milyonlarca çocuk, genç o kırıntısı bırakılmış umudun da ellerinden alındığını öğrendi.
Yazılı sınav sorularında, diplomalarda dahi hırsızlık ülkemizde kol geziyorken siyasi iktidarın ve siyasi iktidar destekçisi yapıların uzun süredir gündemi eşit, adil, objektif, bilimsel kriterleri esas almayan sınav sistemi değişikliği.
Sınav sistemi değişikliği yapılacağını ilk olarak Aralık 2023’te yayımlanan 12. Kalkınma Planı’nda “Ölçme ve değerlendirme sistemi yeterlilik temelli olarak eğitimin tüm kademelerinde yapılandırılacaktır” maddesinde gördük.
Daha sonra sınav sisteminde değişikliğe gidileceğini eğitimde siyasi iktidarın atacağı her adımın habercisi olan yapıların raporlarında gördük. 17-18 Mayıs 2025 tarihlerinde Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve Bursa İnsan Vakfı “Yeni Bir Ölçme ve Değerlendirme Vizyonu Çalıştayı” düzenledi. Bu çalıştay raporunda da sınav sisteminde değişikliğe gidileceğini ve okullara, üniversitelere girişte yeni kriterler olacağını, kriterlerden birinin sözlü sınav (mülakat) olacağını öğrendik.
12 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanan proje okul yönetmeliğindeki maddeler bize değişiklik için ilk adımların atıldığını gösteriyordu.
Yönetmeliğin girişinde okul özel sınavı ifadesi yer alıyordu. Bu ifade; özel program uygulayan okullara öğrenci seçmek üzere programa özgü okul veya Bakanlık tarafından yapılan yazılı ve/veya uygulamalı sınav anlamına geliyordu.
Ortaöğretime geçişte merkezi sınav sonuçlarına göre Türkiye genelinde %1’lik başarı diliminde yer alan öğrencilerin aldığı puanın okullara yerleştirmede yeterli olmayacağı ayrıca okul veya Bakanlık tarafından yapılacak özel sınavda başarılı olmak şartının aranılacağı belirtiliyordu.
Okul veya Bakanlık tarafından yapılacak özel sınav kriterlerinin ilgili genel müdürlük tarafından kılavuzda açıklanacağı ifade ediliyordu.
Ayrıca proje okullarının işleyişi ile ilgili bölümde bünyesinde ortaokul/imam hatip ortaokulu bulunan proje okullarının ve hafızlık, spor ve müzik alanında eğitim veren bağımsız ortaokul/imam hatip ortaokulu kısmına okul yönetimi tarafından yazılı veya sözlü/uygulamalı sınav ile öğrenci seçimi yapılabileceği maddeleri yer alıyordu.
Özetle merkezi sınav sistemi, çalınan sorular, çalınan diplomalarla kendi yarattıkları yıkımı yapmayı planladıkları değişikliğin nedeni olarak gösterip olası daha büyük bir yıkımın hazırlığı yapılıyor.
Okullara, üniversitelere yerleştirmede eşit, adil, objektif kriterlere dayanmayan yeni yöntemleri hayata geçiriyorlar. Yalnızca sözlü sınavın, mülakatın kamu atamalarında nasıl bir adaletsizlik ürettiğini yıllardır yaşıyorken var olan adaletsizliklerin yaygınlaşabileceği, soru, diploma hırsızlığının ötesine geçebileceği yeni araçlar üretiyorlar.
Laik, eşit, parasız, bilimsel, kamusal, nitelikli, kapsayıcı eğitimi, öğretmenlerin mücadeleyle kazanılmış haklarını kaybettiğimiz günlerden geçiyoruz. Çocukların eğitim hakkını, öğretmenlerin insanca, güvenceli çalışma hakkını yeniden kazanmak sizce nasıl mümkün olacak?
Öğrencilerin yaşadığı sorunlarla öğretmenlerin yaşadığı sorunların çözümü birbirinden ayrılamaz. Öğrencilerin yaşadığı her sorun öğretmenleri, öğretmenlerin yaşadığı her sorun öğrencileri birebir etkiliyor.
Son örneklerinden birini proje okullarda çalışan öğretmen sürgünlerinde yaşadık. Eğitimin sürekliliğine, niteliğine dönüşü olmayacak büyük zararlar verildi.
Bu yüzden eğitim emekçilerinin birleşik mücadelesine, velilerin birleşik mücadelesine ihtiyacımız var. Eğitim hakkı mücadelesinin en geniş hattını örebilecek mücadele deneyimleri yaratmaya ihtiyacımız var. Geçtiğimiz yıllarda eğitimde yaşanılan sorunların sonucunda çok sayıda birleşik mücadele deneyimi yaratıldı. Öğrenci Veli Derneği, Projeniz Değiliz, Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu, Laik ve Bilimsel Eğitim Platformu, Anne Baba Dayanışma Ağı, Mülakat Mağduru Öğretmenler, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, eğitimde tasarruf adıyla taşımalı eğitimin sınırlandırılmasına karşı Bolu’da muhtarların, velilerin, mahallelinin, öğretmenlerin bir araya gelip verdiği mücadele gibi çok sayıda deneyimler örgütlendi.
Şimdi o denli zor günlerden geçiyoruz ki tüm bu deneyimlerden de öğrenerek daha geniş bir araya gelişlere bulunduğumuz her ilde, ilçede bu bir araya gelişleri çoğaltmaya ihtiyacımız var.
Bizim ülkemizde öğretmen mücadelesinin, eğitim emekçileri mücadelesinin, eğitim hakkı mücadelesinin tarihi çok köklü ve çok güçlü bir direngenliğe sahip bir tarih. Bu yüzden umudum da çok güçlü.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...


