Zorunlu eğitim Ömer Türker
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Öncelikle tüm milletimizin Kurban Bayramı’nı tebrik ediyor, Hakk’a takdim edilen kurbanların ilahi mertebeye yakınlığa vesile olmasını diliyorum. Bugün eğitim sistemimizin yol açtığı ve gittikçe sonuçları ağırlaşmaya başlayan bir soruna değineceğim.
28 Şubat sürecinde İmam-Hatip liselerinin önünü kesme çabası, zaten kötü durumda olan meslek liselerini iyice kötürümleştirmişti. İlerleyen süreçte önceki tahribatının tamiri için bir dizi düzenleme yapıldı. Bu düzenlemeler içinde en önemlisi, ilk okulun yanı sıra orta okul ve lisenin de zorunlu eğitim kapsamına dahil edildiği 4+4+4 düzenlemesidir. Muhtemelen birçok kanunda olduğu gibi bu kanun da gerekli alt yapı çalışmaları yapılmadan uygulamaya konuldu. Zira kanun ve uygulamanın birbiriyle yakından ilişkili olan birkaç sonucu var.
Birincisi: Her şeyden önce bu sistem bir çocuğun liseyi bitirinceye kadar herhangi bir mesleki beceri kazanmasına imkan tanımıyor. Mesleki beceriler için zaten meslek liselerinin açıldığını söyleyebilirsiniz. Fakat Türkiye’de hiçbir zaman meslek liseleri hakiki anlamıyla mesleki beceri kazandıracak kıvama gelmedi. Her lise türünde olduğu gibi birkaç gözde okul kurulabildi veya okullarda bazı bölümler diğerlerine nispetle daha başarılı sonuçlar alabildi ama genel olarak meslek liseleri ara eleman açığını kapatmaya aday dahi olamadı. Dahası, meslek liseleri eskiden beri okumaya gönülsüz veya iyi okullarda okumak için gerekli çabayı sarfetmeyen pek çok talebenin tercih ettiği okullardı. Ayrıca zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılmasına kadar ara eleman açığı usta-çırak ilişkisiyle kapatılıyordu. Fakat usta-çırak ilişkisinin eskiden kalma alışkanlıkları; demokratik değerlerin, şehir hayatının ve kısmi maddi refahın tadına varmış insanlara zaten ağır gelmeye başlamıştı. Zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılması, genç nüfus ile üretim tezgahları arasındaki ilişkiyi kopma noktasına getirdi. Bu durumun tabii ki tek sorumlusu eğitim sistemi değil. Ustalar ve üretim tezgahlarının patronları da eski alışkanlıklarını güncellemekte geciktiler. Bu durum onlara pahalıya mal oldu ve hala da olmaya devam edecek görünüyor.
İkincisi: Sanırım değişik dünya görüşüne sahip eğitimcilere yahut orta ve yüksek eğitimin muhtelif alanlarda hizmet eden hocalara sorsak kahir ekseriyetle Türkiye’de eğitimin zayıf karnının bilhassa lise eğitimi olduğunu söyleyeceklerdir. Orta okul eğitimi de sorunlu ama lise eğitiminin daha derin sorunları var. Genel olarak zorunlu eğitim, bir insanın çocukluk ve gençlik yıllarının en verimli zamanlarını bir bütün olarak işgal ediyor. On iki yıl gibi uzun bir süreyi tamamlayan bir öğrencinin yaşadığı dünyayı ana hatlarıyla tanıyan, tarihinin farkında olan ve ait olduğu toplumun temel değerleriyle donanmış aydın bir insan olması beklenir. Bundan sonraki eğitim süreci de belirli bir alanda uzmanlaşma olarak tasarlanabilir. Fakat Türkiye’de lise eğitimi bu hedeflerin yakınından bile geçecek durumda değil maalesef. Üniversiteye giriş sınavlarından dolayı önemli ölçüde sınava kilitlenmiş bir öğretim düzeni hâkim. Hem orta okul hem de lise müfredatı tarihimiz ve kültürümüzle yeterince irtibatlı değil. Bu durumun sonuçlarını sıralamaya dahi gerek yok.
Üçüncüsü: Malum olduğu üzere zorunlu eğitim modern bir vakıa ve bir çırpıda sayılamayacak kadar makul veya mazur gerekçeleri olduğu söylenebilir. Lakin bir insanın hayatının on iki yılını bu şekilde doldurmak insan haysiyetiyle ne kadar bağdaşır? Açıkçası bu, bir devletin kendi siyasi hedefleri için dahi çok uzun bir süre. Üstelik lise çağlarındaki gençlerin tamamının böylesi bir eğitim sürecine istekli ve açık olduğunu düşünmek için insan tabiatından habersiz olmak gerekir. Okul binalarını okumak istemeyen binlerce gencin zorunlu ikametgahına dönüştürmek makul görünmüyor. Bu durum da okulların hem öğrenci kalitesini düşürüyor hem de eğitimdeki hedeflere ulaşma çabalarına ket vuruyor. Eğitim bir seviyeden sonra hakikaten bir arzu ve çaba işi olmalıdır. Ya bu şartları oluşturmak ya da genç nüfusu yönetmenin başka bir yolunu bulmak gerekir.
Kuşkusuz eğitimin sorunları, sadece bir sınav sistemi ve müfredat meselesi olarak görüldüğü sürece anlaşılamaz. Genel olarak eğitim sisteminin yapısı, hedefleri, toplumun tarihi ve temel değerleriyle ilişkisi daha derinden ele alınmalı, uygulama zafiyetleri ve genel ahlâkî sorunların eğitimdeki sonuçları hesaba katılmalıdır. Bilgi ve beceriden yoksun binlerce gence vaziyet etme görevi üstelenen mevcut sistemimiz, sosyal medya budalalığını eğitimin alternatifine dönüştürmeye başladı. Meselenin Türkiye’de belirli bir kesimin, zümrenin veya sınıfın sorunu olmadığı çok aşikar. Hakikaten sorunun çok yönlü ele alınması, eğitim zihniyetimizin eleştirel bir gözle tahlil edilmesi, şimdiye kadar yapılan durum tespitleri, çözüm önerileri ve uygulamaların dikkatle incelenmesi, üniversite sistemimizi de içerecek şekilde bütün olarak eğitim sistemimizin teenniyle yenilenmesi gerekiyor.


