“Fevkaladenin fevkinde” ziyarette neler oldu? Agos
SonTurkHaber.com, Agos kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Bütün bu sorular sorulmamıştı. Asıl kritik gelişme ise Erdoğan yurda döndükten sonra yaşandı. New York'ta basına konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "KAAN'ın motorları ABD Kongresi'nde bekliyor, onların lisansı durmuş durumda" dedi ve bunun "müttefiklik ruhuna, stratejik ortaklık ruhuna yakışmadığını" söyledi. Nasıl yani? Büyük bir tanıtım kampanyasıyla duyurulan yerli ve milli KAAN uçaklarının motorları meğerse ABD’den mi gelecekmiş? Bu açıklama da bir fırtına kopardı desek yeridir. Fidan bu konuşmayı bilerek mi yapmıştı? İktidarın içinde çatlak mı vardı? Bu sorulara yanıt ararken NTV Washington temsilcisi Hüseyin Günay’ın Beyaz Saray bahçesinde Trump-Netanyahu görüşmesinin sonuçlanmasını beklerken canlı yayın hazırlığı sırasında bir gazeteci ile yaptığı konuşma nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde sosyal medyaya düştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 25 Eylül’de Beyaz Saray’da ABD Başkanı Trump ile görüştü. Görüşme öncesinde AKP’de ve medyasında büyük bir heyecan vardı. Ortadoğu’daki gelişmeler dahil tüm meseleler, iki liderin baş başa görüşmesinde çözülecekti. Görüşme başlamadan önce iki lider tarafından Beyaz Saray’da yapılan ortak basın toplantısına bakılırsa masada F-16 ve F-35 alımı, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması, Halkbank Davası, ABD'nin Türkiye'ye ticari yaptırımları ile Türkiye'nin Rusya'dan petrol ürünleri alımı vardı.
Görüşme sonrası doyurucu bir açıklama yapılmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmeden hemen sonra Türkiye’ye döndü ve uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. Gerçi bu soru yanıtlama konusu da ayrı bir mesele çünkü sorular, kimin hangi soruyu soracağı dahil, daha uçak kalkmadan Türkiye’de bulunan gazeteci (ve ombudsan) Faruk Bildirici’nin eline geçmişti. Bildirici haklı olarak “Sorular önceden mi hazırlanıp gazetecilere veriliyor?” sorusunu ortaya attı. İktidar kanadından ve medyasından gelen açıklamalara göre ise sorularda tekrara düşülmemesi için her gazetecinin sorusu önceden toplanıyordu. Ancak bu sorular Türkiye’ne nasıl ulaşmış olabilirdi ve niye böyle tuhaf bir yol seçilmişti? Bir gazeteci kendi soracağı soru zaten sorulmuşsa başka bir şey soramaz mıydı? Soramazmış.
Öte yandan Erdoğan’ın yanıtlarında doğrusu pek de dişe dokunur bir söz yoktu. Şunları söyledi Erdoğan:
“Beyaz Saray'da Sayın Trump ve heyeti tarafından gayet iyi ağırlandık. Washington'dan memnun ayrılıyoruz. Atılan çamurlarla kirletilemeyecek kadar güzel bir ziyaretti. Zaten Sayın Trump ile ilişkimiz, malum geçmişten bu yana çok iyi. İlk döneminde farklı bir diyaloğumuz vardı, o devam ediyor. Bu durum inanıyorum ki Türk-Amerikan ilişkilerine de olumlu yansıyacak.”
Bildirici, soruların önceden yansımasındaki tuhaflığı sorgularken şu soruyu da yöneltti:
“Zaten sorulan sorular da çok eksik. Düşünebiliyor musunuz, ABD ile enerji alanında yeni anlaşmalar imzalanmış, Rusya’dan petrol ve doğalgaz almayın denmiş, Boeing uçak alımı için anlaşma imzalanmış! Ancak bunları sormamış uçaktaki gazeteciler... Hadi hepsini geçtim, F-35 konusunda Trump ile görüşmede ne olduğunu bile sormaz mı bir gazeteci?”
Bu da haklı bir soru çünkü görüşme öncesindeki basın toplantısında ABD Başkanı Trump, yanında Erdoğan otururken şunları söylemişti:
"(Erdoğan) hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir. Ama ben sürgündeyken bile biz hâlâ dosttuk. Erdoğan dünyada çok saygı duyulan bir insan. Muazzam bir askeri güç inşa etti. Ekipmanlarımızı sıklıkla kullanılıyor. Kendisini konuk etmek büyük bir mutluluk. F-16 almak istiyorlar, F-35 almak istiyorlar, başka şeyler almak istiyorlar. Bu adama çok büyük saygım var. Çok iyi bir ilişkimiz var. Rahip Brunson'ı serbest bıraktı ve 35 yıllığına hapse atılmıştı, bunu durdurması gerekiyordu; onu aradım ve kendisini serbest bıraktı. Bunu asla unutmam. 35 yıllık hapis cezasından kurtardı kendisini."
Trump, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaş devam ederken Moskova'nın enerji gelirlerini kesme çabalarının bir parçası olarak Türkiye'ye Rusya'dan petrol almayı durdurma çağrısında da bulundu, açıklamasında.
Evet bütün bu sorular sorulmamıştı. Asıl kritik gelişme ise Erdoğan yurda döndükten sonra yaşandı. New York'taki Türkevi'nde 27 Eylül akşamı basına konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "KAAN'ın motorları ABD Kongresi'nde bekliyor, onların lisansı durmuş durumda" dedi ve bunun "müttefiklik ruhuna, stratejik ortaklık ruhuna yakışmadığını" söyledi.
Nasıl yani? Büyük bir tanıtım kampanyasıyla duyurulan yerli ve milli KAAN uçaklarının motorları meğerse ABD’den mi gelecekmiş?
Bu açıklama da bir fırtına kopardı desek yeridir. Fidan bu konuşmayı bilerek mi yapmıştı? İktidarın içinde çatlak mı vardı? Bu sorulara yanıt ararken NTV Washington temsilcisi Hüseyin Günay’ın Beyaz Saray bahçesinde Trump-Netanyahu görüşmesinin sonuçlanmasını beklerken canlı yayın hazırlığı sırasında bir gazeteci ile yaptığı konuşma nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde sosyal medyaya düştü. Günay yayında olmamanın verdiği rahatlıkla bir gazeteci ile sohbet ediyordu ancak başka bir kameranın kendisini kaydettiğini bilmiyordu.
Burada –kendi bakış açısından- diyalog sırasında şunları söylüyor Günay:
“-F-35ler falan?
-Hikaye. Konuşuldu ama koşula bağlı. Koşul şu: 1-Filistinler yerlerini verirse Türkiye’ye geçer. 2-Rusya’dan gazı almayı bırakacaksın. 3-Çin ile ticaret yapmayacaksın ve Filistin’e para aktaracaksın. Biz bunların hiçbirini yapamayız! İçerde çok büyük Hakan Fidan’a oynuyorlar. Üstüne gidiyorlar. Uçak motorlarını ağzından kaçırdı ya hani. Bir anda patlattı bunları. Bilerek patlattı bunları. İşte Albayrak’a oynuyor. Damada oynuyor yani. İçerde Bilal-Damat-Hakan Fidan kavgası var. Üç ekibin kavgası var.”
Günay’ın söyledikleri ne kadar doğru bilemeyiz. Bu sözlerinin sosyal medyaya düşmesinin ardından Günay’ın işine son verildi.
Bütün bunlar olurken ise Erdoğan ABD seyahati ile ilgili olarak şu yorumu yapıyordu:
“Siyasetçisiyle, gazetecisiyle, yorumcularıyla muhalefetin tam bir cinnet halinde Amerika ziyaretimizi kötülemeye çalışmasının tek nedeni ziyaretin fevkaladenin fevkinde başarılı geçmiş olmasıdır”
Ekleyecek bir şey yok. Yazıyı bu cümleyle bitirmiş olalım.


