Fırça… Ali Saydam
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Kendi aralarında uyum yok… Nereye gitseler fırça… CHP Yönetiminden söz ediyoruz… Kılıçdaroğlu’na fırça!.. Kılıçdaroğlu’nu tutanlara fırça!.. Özgür Özel’e fırça… Özel’den Cumhurbaşkanı’na saygı göstererek davete icabet edip Meclis açılışına giden muhalefet milletvekillerini eleştirenlere fırça…
Hafta sonu Bolu Kampı’ndaki ‘fırçalar toplantısı’na yansıyan bir uyumsuzluk da yine Özel’den… Önce Cumhurbaşkanı TBMM’ye geldiğinde ayağa kalkmayan CHP milletvekillerini fırçalamıştı… Şimdi de kalkmış; “Erdoğan’ın birinci aktör olduğu ve konuştuğu yerde oturup da onu dinleyecek bir siyasi atmosfer yok şu anda Türkiye’de” diyor… Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..
Ancak bizce en esaslı ve manalı fırçayı, şu sıra viral videoda izlendiği üzere “Açık Mikrofon” a katılan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ‘öğrenci temsilcisi’ Erinç Emeksiz atmış… İbreti alem için tüm CHP’lilerin izlemesinde yarar var…
Hem muhalefete hem de iktidara ders…
Sahnede CHP’li milletvekilleri oturuyor… Öğrenci temsilcisi kardeşimizin elinde mikrofon; diyor ki:
“Bir şey merak ediyorum. Şimdi biz 23 Nisan 2025’te çok sarsıcı bir deprem yaşadık. […] Aranızdan 23 Nisan 2025’ten beri hiç Çapa’yı ziyaret eden oldu mu? Ya da Cerrah Paşa’yı?.. Sessizlik…
İktidara gelmeyi vadeden partilerin milletvekillerisiniz; ben bu gözle bakıyorum. Şehir hastanelerine yol veriliyor. Sağlık Bilimlerinin üniversitelerine yol veriliyor. Köklü üniversiteler kıskaç altında. Fakültelerin ödenekleri az.
E tamam bunları konuştuk konuştuk. E ne yapacağız? Sahip çıkmayacak mıyız bunlara?..
Politikanızı biliyor muyuz? Yok.
İşin en acısı, buna yol açan 25 yıllık zihniyetin temsilcileri geldiler, gezdiler. Öğrenciye soru sordular… Muhalefetten bir Allah’ın kulu gelmedi.”
Video çok daha uzun sürüyor… Biz sadece özetini aldık… CHP, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere, tüm siyasi iletişim stratejisini, yolsuzlukta birbirleriyle yarışan belediyelere bağlamış…
Bu nedenle de AK Parti’nin eli çok rahat… Cumhurbaşkanı’na rağmen bir dizi hata yapsalar da ortada rekabet olmadığından kimse onlar için tehdit oluşturamıyor…
Fikir iyi, peki ya metafor?..
Ekim, her 8 kadından birinde görülen meme kanseri için ‘farkındalık ayı’ imiş… Erken teşhisin çok ciddi farklar yaratığı bu kanser türü için Acıbadem Sağlık Grubu ve Suwen, Pembe İzler Kadın Kanserleri Derneği ile bir iş birliği yapmış. “Meme Kanserine Karşı Her Raunda Hazırız” sloganıyla hayata geçirilen proje, kadınları erken teşhisin hayat kurtaran gücü konusunda bilinçlendirmeyi hedefliyormuş. Projenin ana teması ise meme kanseriyle mücadele eden kadınların kararlılığını simgeleyen pembe boks eldivenleri imiş…
Konu çok önemli, dahası hayati… İş birliği gayet yerinde, her iki marka için de doğru düşünülmüş… Ancak…
Ancak boks metaforu üzerinde biraz düşünmekte yarar olabilir… Kanser hastalığı çoğunlukla uzun süren tedavi ya da takip süreçleri gerektirdiği, zaman zaman da tekrarlayabildiği için hastaların ve hatta hasta yakınlarının morallerinin ayakta tutulması elbette çok önemli.
Öte yandan Amerikalı kuramcı ve eleştirmen Susan Sontag’ın bu hastalık için kullanılan metaforlara ciddi itirazları var… Kendisi de kanser mücadele ettiği için bu itirazların hem bir teorisyen hem de konunun muhatabından geldiğini unutmayalım…
Yaşadığı meme kanseri tecrübesinden sonra “Metafor olarak Hastalık” kitabını yayınlayan Sontag, hastalık metaforlarının uygunsuz kullanımının hastalara verebileceğini ifade ediyor. “Ölümün kendisiyle özdeşleştirilmesi” ni eleştirdiği kanser hakkında 18. yüzyıldan sonra Batı’da üretilen ‘savaş’, ‘cephe’ gibi askeri metaforlar kullanılmasının, hastalığın ‘doğal olmayan bir şeymiş gibi’ konumlandırılmasına yol açtığının altını çiziyor… Ki bu, moral üzerinde çok yıkıcı etkileri olduğunu anlayabileceğimiz, hastaların izole edilmesiyle sonuçlanabiliyormuş.
Sontag, 1978 yılında yayınladığı kitabında şöyle yazmış: “Zira, ilk acıklı gözlemim […] metaforik tuzakların son derece gerçek sonuçlar doğurduğu şeklindeydi: Söz konusu tuzaklar insanları yeterince erken tedavi aramaktan ya da doğru tedavi için daha fazla çaba harcamaktan alıkoyuyordu. Ben inanıyorum ki metaforlar ve mitler öldürür.”
‘Hasta’hane yerine ‘şifa’hane ifadesinin kullanılmasının tartışıldığı günümüzde ‘boks’ metaforunun ne kadar doğru olduğunu, Sontag’ın düşünceleri ekseninde bir kez daha değerlendirmekte yarar olabilir…
Kültür ve değerler nasıl yaşar?
“Değerlerimizi kaybediyoruz!”, “Kültürümüz ölüyor!” şikâyetleri beraberinde başlıktaki sorunsalı da karşımıza çıkarır… Neyi, nasıl yapmalıyız ki hem çağa ayak uyduralım, hatta ona yön verelim, hem de kültür ve değerlerimizi yaşatmaya devam edelim…
Bizce yanıt çok yalın: “Yeniden üretimle!”…
Paşabahçe Mağazaları, bu hususta kayda değer bir örneğe imza atmış… Genç Cumhuriyetle birlikte yetişen kuşağın ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ın vizyonunu özel bir koleksiyonla günümüze taşımış.
Füreya Koral, Şakir Paşa’nın torunu… 1910 yılında Büyükada’da doğmuş… Ressam Fahrünnisa Zeyd ile Aliye Berger teyzeleri, yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı ise dayısı... Bir başka deyişle ‘kültür mirasımızın’ bir parçası olan bu ailenin mucizelerinden biri…
Şişecam Perakende Direktörü Esra Tokel koleksiyonun amacını şöyle ifade etmiş: “Füreya Koral’ın en büyük arzusu, eserlerinin toplumla iç içe, evlerde, kamusal alanlarda ve yaşamın her anında insanlara eşlik etmesiydi… Bu özel koleksiyonla hem estetik hem de anlam yüklü objeleri ulaşılabilir kılarak, sanatın yaşamla kurduğu bağı daha da güçlendirdiğimize inanıyoruz.”
Konu ‘ortak kültür mirasımız’ olunca, sağlanacak faydanın da toplumsal yaşama katkı sunması bekleniyor… Bu hususta da doğru bir adım atılmış ve Koral’ın varislerinin de isteğiyle “Füreya Koleksiyonu”ndan doğan telif haklarının Türk Eğitim Vakfı TEV’in üstün başarı sanat bursuna bağışlanarak Cumhuriyet’in genç sanatçılarına da destek olunması amaçlanmış…

