Küstah! Ali Saydam
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
İsrail’i, yaptıklarını, yapmadıklarını ifade etmek için en doğru kavram hangisidir diye uzun boylu düşündüm… Bütün yollar döndü dolaştı, tek bir sıfata odaklandı:
Küstah
…
Aslında saygısız, kaba, terbiyesiz anlamlarında kullanılan Farça bir kelime… İngilizcede ‘insolence’, ‘arrogance’, ‘impudence’, ‘cheek / cheekiness’, ‘audacity’, ‘effrontery’ gibi kavramlarla karşılanmaya çalışılıyor. Yaklaşık Türkçeleri; saygısız, haddini bilmez, kibirli, utanmaz, arsız…
Almancada ise ‘Frechheit’, ‘Arroganz’, ‘Unverschämtheit’, ‘Kühnheit’, ‘Verwegenheit’ ile karşılanıyor… Yukarıdakilere ilaveten ukala, kendini beğenmiş, cüretkâr, pervasız karşılıklarını da kapsıyor…
Uluslararası ilişkilerde
de devletlerin ya da liderlerin diplomatik teamülleri veya insan haklarını hiçe sayarak, güce yaslanarak sorumluluktan kaçma, hesap vermeme çabası ile hukuk dışı uygulamaları meşrulaştırma için sergiledikleri pervasız ve saldırgan tutumları tanımlamak için kullanılıyor.
İsrail devletinin 1948’de kurulmasıyla başlayan süreç,
Lübnan, Suriye, Mısır, Ürdün, Filistin
topraklarında süregelen çatışmaların ve etnik temizlik politikalarının temelini oluşturmuştu.
İsrail’in,
Batı Şeria ve Gazze
’deki yerleşim politikaları, mültecilerin dönüş hakkının reddi, Kudüs’ün statüsüne yönelik tek taraflı adımları ve Filistinlilere uygulanan sistematik ayrımcılık, saldırganlık, küstahlığın bir devlet politikası hâline geldiğinin kanıtıdır.
İsrail’in uluslararası hukuk önünde hesap vermesi, çoğu zaman ABD’nin diplomatik, askeri ve ekonomik koruması aracılığıyla engellenmiştir. Bu durum da küstahlığın temel dinamiklerinden biri olan
‘cezasızlık kültürünü’
beslemiştir.
İsrail’in kendini sürekli mağdur konumuna yerleştirerek yürüttüğü
küresel algı çalışmaları,
medya aracılığıyla kamuoyunu
manipüle etme
çabasının bir parçasıdır. Ne var ki gerçekler, bu söylemin altını boşaltmaktadır.
İsrail küstahlığını en çok besleyen unsurlardan biri hiç şüphesiz
İslam âleminin
duyarsızlığıdır. Batı Şeria dahil, Orta Doğu’daki ABD, İngiliz, Fransız kontrolüne girmiş İslam ülkeleri seslerini çıkarmayarak İsrail’in pervasızlığını adeta desteklemektedirler.
Oysa
adaletin tesisi ve barışın sağlanmasında
yalnızca saldırganın değil, sessiz kalanların da sorumluluğu bulunur. Gerçek barış, ancak hakikatin cesurca dile getirilmesiyle mümkün olabilir. Aynen Türkiye’nin yaptığı gibi…
İran, Güney Kıbrıs’la iş birliği yaparak Türkiye’nin ve
KKTC’nin
karşısında pozisyon almış olsa da saldırının hemen arkasından kendisinden yana ilk
destek ve kınama mesajını
yayınlayan ülke yine Türkiye olmuştur.
Ünlü fıkradır… İdama götürürken adama sormuşlar: “Son sözün nedir?” Hemen cevap vermiş: “Ha, bu bana ders olsun!”
İran ve onu yalnız bırakan İslam âlemi inşallah derslerini almışlardır…
Kalorifer peteği kanatlandı, uçuyor…
Endonezya’da düzenlenen INDO Defence 2025 fuarında, Türkiye’nin tasarladığı, geliştirdiği ve ürettiği millî muharip uçak KAAN’ın Endonezya’ya satışı için imzalar atıldı. 10 milyar dolarlık sözleşme kapsamında ilk etapta 48 savaş uçağı için anlaşılsa da bu sayının 60’a çıkma ihtimali de yüksek…
Haberlerde zaten gördüğünüz için “Ne var şimdi bunda Ali Bey” diye düşünüyorsanız, hemen belirtelim… 2021 yılında TUSAŞ’ın o dönemki Genel Müdürü Temel Kotil, “Millî muharip uçağın ilk parçası” nın fotoğrafıyla birlikte, KAAN’ın çalışmalarının ilerlediği mesajını iletmek ve TUSAŞ çalışanlarına teşekkür etmek üzere bir paylaşım yapmıştı…
‘Muhaliflerin Utanç Tarihi’ne girecek meşhur ifade de işte o zaman sarf edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis üyelerinden biri “İlk bakışta kalorifer peteği gibi duruyor” deyince Cumhuriyet gazetesi boş durmamış; bu ifadeyi hemen başlığa çekmişti: “‘Milli Muharip Uçağı’nın ilk parçası’ tartışma yarattı: “Kalorifer peteği gibi duruyor”…
Ortada tartışma falan yoktu aslında, hakikatten uzak algılama yönetimi taktikleriyle bir karalama kampanyası söz konusuydu… “Bizden bir cacık olmaz” aşağılık kompleksi ve inançsızlığı pompalanıyordu…
Olmadı… Bir kez daha başaramadılar… Ne 23 Ekim 2024’te düzenlenen ve 5 kişinin hayatını kaybettiği TUSAŞ saldırısıyla ne de karalama kampanyalarıyla önüne geçemediler… Üstelik KAAN’ın ve ülkemizin itibarına kastetmeye çalışırken kendilerinin kalan itibarı da iki paralık oldu. Bu arada kalorifer peteği kanatlandı, uçuyor; taliplisi de çok…
Duyarlı, değerleri olan, güncel bir sanatçı
A.Adnan Saygun’un öğrencisi, “Sinan” operasının bestecisi Prof. Hasan Uçarsu’yu yakından takip etmeye çalışırız. Dünya görüşü ile başarılı müzikal kariyerini örtüştürmüş, ülkemiz adına gurur verici eserler üretmektedir… Millî kültür ve sanat üretimleri adına tarihe mal olacak işler yapmaktadır.
Yazar Ateş Orga’nın Uçarsu hakkındaki şu sözleri, onu yakında tanımak isteyenler için herhâlde en doğru rehberdir: “Hasan Uçarsu, yaşadığı coğrafyaya ait sesleri, duyarlılıkları ve değerleri bugünü ve geçmişiyle birlikte kuşatan, toplumsal-insani hassasiyetleri olan, tarihe özel önem veren, güncel estetik ve teknikleri de bu amaç doğrultusunda değerlendiren bir müzik anlayışını kurmaya çalışır.”
“Çanakkale - yine de bir şey yaptım diyemem hatırana” adlı senfonik şiiri, büyük oratoryosu “Truva’dan Çanakkale’ye” ve AKM’nin açılışı için Cumhurbaşkanımız tarafından kendisine sipariş edilen “Sinan” operasından sonra bu kez İKSV tarafından düzenlenen 53. İstanbul Müzik Festivali’nin açılış konserinde çalınan “Toprak Sever İnsanları Birer Birer” eserinin de uyandırdığı hayranlığa tanık oluyoruz…
İKSV’ye, Kültür Bakanlığı’na, tüm destekçi ve sponsorlara ne kadar teşekkür etsek az… Yarım asrı aşkın süredir İstanbul’u müzikle buluşturuyor, müzisyenlere ciddi bir platform sunuyor ve sanat kadar kültürün de gelişimine katkı getiriyorlar…

