Gözyaşları, şimdi sevinçten Taha Kılınç
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Suriye’de tam 24 yıl (2000-2024) devam eden Beşşâr Esed rejiminin sivil halka yönelik vahşet ve gaddarlığının en sembol isimlerinden biri, başına gelen korkunç akıbetle tüm dünyanın vicdanını yaralayan Hamza el-Hatîb idi hiç şüphesiz:
Hamza, ailesiyle birlikte Der’â’nın güneyindeki Cîze köyünde yaşayan sevimli bir çocuktu. Akranları gibi köy ortamının masum alışkanlıklarına sahip olan Hamza, özellikle güvercin beslemeyi ve uçurmayı çok seviyordu. Kısacık ömrü boyunca siyasetle tek ilgisi, Der’â’nın rejim tanklarıyla kuşatılmasından 4 gün sonra, 29 Nisan 2011’de düzenlenen protesto gösterisine katılmak oldu. Der’â yolundaki Saydâ kasabası yakınlarında, Suriye ordusu kalabalığın üzerine ateş açmaya başlayınca oluşan panik ve kargaşada Hamza ortadan kayboldu. Birkaç gün sonra, Baas’ın acımasız istihbarat örgütü Muhâberât tarafından tutuklananlar arasında olduğu belirlendi.
Ailesi, bütün çabalara rağmen ne Hamza’yı geri alabildi, ne de hakkında sağlıklı bir malumat edinebildi. Nihayet, 25 Mayıs günü Hamza, eski bir battaniyenin içinde ailesine teslim edildi. Manzara korkunçtu: Cesedi birkaç parçaya ayrılmış, derisinde sigara söndürülmüş, penisi kökünden kesilmişti. Kararmış cesette, elektroşok işkencesine uğradığına dair izler vardı.
Hızlı bir şekilde milyonların gündemine giren bu trajik olay, Suriye halkı için artık zembereklerin boşalması anlamına geliyordu. Küçücük bir köyde sıradan bir çocuk olarak hayatına başlayan Hamza el-Hatîb, 13 yıllık ömrünü talihsiz bir şöhretle tamamlamıştı. On yıllardır Baas rejiminin sebep olduğu türlü mahrumiyetlere dişini sıkan Suriyeli sessiz çoğunluk için, Hamza artık bir semboldü. Sınırları ve tanımları aşan bir sembol… Öyle ki, rejim yanlıları Hamzacığın kabrine bile saldıracak, mezar taşını kırarak ondan sözde “öç” almaya çalışacaktı.
Rejim, Hatîb ailesine bir acı daha yaşattı: Hamza’nın ağabeyi Ömer de bilahare tutuklanmış, ancak kendisinden hiçbir haber alınamamıştı. Aile, Ömer’in başına ne geldiğini, ancak 2024’ün son günlerinde, Baas rejiminin düşüşünden sonra öğrenebildi. Mahkûmlara uygulanan insanlık dışı muamelelerle şöhret bulan Saydnâyâ Hapishanesi’ne götürülen Ömer el-Hatîb uzun süre işkence gördükten sonra içeride hayatını kaybetmişti. Hapishanede ele geçirilen doküman ve fotoğraflar, Ömer’in de kurbanlar arasında olduğunu gösteriyordu.
İki oğlunu acı biçimde Baas rejimine kurban veren anne Semîra el-Hatîb, yıllar boyunca hiç konuşmadı, hatta röportaj ve görüşme taleplerini de ısrarla geri çevirdi. Acısını içine attı, sabretti, bekledi. Esed’in düşüşüne elbette ondan daha fazla sevinen olamazdı Suriye’de. Nitekim sevincini açığa vurdu, konuştu, röportaj isteklerini artık geri çevirmedi.
Semîra el-Hatîb, birkaç gün önce yine kameralar karşısındaydı. Gözünde yine yaş vardı, ancak bu kez sevinçten. Suriye’nin yeni yönetimi kendisine küçük bir jest yapmış ve hacca göndermişti. Mekke-i Mükerreme’de, sağ kalan tek oğlu Süraka ile gazetecilere açıklama yapan Semîra Anne, merhum ve mazlum oğlu Hamza’nın adının nerden geldiğini anlattı: “Eşim, 30 sene kadar önce yalnız başına hacca gitmişti. Medine-i Münevvere’de Hz. Hamza’nın kabrini ziyaret ederken çok duygulanmış. Kabrin başında, eğer bir erkek evladı daha olursa, adını Hamza koymaya niyetlenmiş.” Nitekim Hatîb çifti, kısa süre sonra dünyaya gelen bebeklerine Hamza adını vermişler.
Hatîb ailesinin, çocuklarına isim koyarken yaptığı tercihler, dinî ve manevî şuurlarının da göstergesi mahiyetinde: Ömer, Hamza ve Süraka. Ömer, Hz. Ömer’den. Hamza, Hz. Hamza’dan. Süraka da, sahabenin meşhurlarından Süraka bin Mâlik’ten. Bu bilgilerin üzerine, Der’â bölgesinin Hz. Ömer tarafından fethedildiğini, Süraka bin Mâlik’in de İran’ın fethine katılan isimlerden biri olduğunu ekleyelim. Tarih ve coğrafya, insanı doğuruyor ve yoğuruyor. İnsan malzemesindeki kalite, tarihin ve coğrafyanın beraberce kardığı hamurun teknesinde şekilleniyor.
Hac için Mekke-i Mükerreme’de toplanan iki milyondan fazla insan içinde, nice böyle yanık yürek ve dağlanmış bağır vardı. Keşke, öykülerinden en azından bir kısmını kayda geçirebileceğimiz bir derleme yapma imkânımız olsaydı…

