İnsan olmanın iki temel özelliği: Anlamak ve anlatmak
SonTurkHaber.com, Haber7 kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
İnsan olmak… İnsanlığa iz bırakmak şüphesiz hayatımızın en büyük anlamlarından birisidir. Peki ama bu izi bırakabilmek için okumadan, araştırmadan, çağın gereklerini takip etmeden mümkün müdür?
Okumayı, insan olmayı, bugünkü çağın teknolojik altyapısı olan yapay zekadan felsefeye, gençlerimizden bilim insanlarımıza kadar birçok aktörün aynı kelimelerde, cümlelerde buluşması “kopyala-yapıştır” bir nesli mi inşa ediyor yoksa tam karşı pencereden bakacak olursak “organik metinler” üretmek ve insanoğlunun tarihe iz bırakması için daha büyük fırsatlar sunarak “organik yazarlar” mı yetiştirmemize neden oluyor?
İşte bugünkü yazımızda okumak ve yazmak üzerine bir algoritma üzerinden keyifli bir söyleşi için Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü ve aynı zamanda Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı değerli bilim insanı Prof.Dr.Musa Kazım Arıcan Hocamız ile buluştuk.
Okumak, yazmak ve insan olmak konuları başta olmak üzere İHA’lardan SİHA’lara, Don Kişot’tan Platon’a çok derin bir arka planı olan birçok konuyu daha iyi anlamak ve anlatmak için saygıdeğer Musa Kazım Arıcan Hocamız ile akademisyen, yazar ve felsefeci kimliği üzerinden okumak, yazmak, düşünmek üzerine kısacası insan olmak üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
***
Cevabını çok merak ettiğim ve Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı olarak sizin yanıtlayabileceğinizi bildiğim bir soru ile başlamak isterim söyleşimize kıymetli Hocam... "Türkiye'de okuma kültürü ile yazma kültürünü karşılaştırdığımızda hangi alan ülkemizin yarınları açısından daha ön plana çıkıyor?"
İnsan hayatını iki kelime özetler: anlamak ve anlatmak. İnsan olmanın belki de en temel özelliklerinden biri öğrenme ve kendini ifade etme isteğidir. Bu da elbette okuma ve yazma becerileri aracılığıyla hayat bulur. Okumak; bireyin dünyaya açılan penceresidir. Farklı kültürleri, düşünceleri, tarihleri ve bilimsel gelişmeleri okuyarak öğreniriz.
Şu bir gerçek ki; okuma sayesinde empati yeteneğimiz gelişir, başkalarının deneyimlerine ortak olur, farklı bakış açıları kazanırız. Kelime dağarcığımız zenginleşir, düşünce ufkumuz genişler ve olayları daha derinlemesine anlama becerisi ediniriz.
Eleştirel düşünme yeteneğimiz okuduklarımız üzerinde sorgulama yaparak gelişir. İyi bir okuyucu, bilgiyi doğru kaynaklardan süzmeyi, farklı argümanları değerlendirmeyi ve kendi çıkarımlarını yapmayı öğrenir. Çocukluktan itibaren düzenli kitap okuma alışkanlığı kazanmak, bireyin bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimi için hayati bir yatırımdır.
Yazmak ise özel bir iş. Yazmak, düşüncelerimizi mantıksal bir silsile içinde ifade etmeyi ve başkalarıyla paylaşmayı sağlar. Yazma süreci, düşüncelerin netleşmesine, bilginin derinlemesine anlaşılmasına ve yaratıcılığın ortaya çıkmasına imkân sağlar.
Dolayısıyla; duyguları, düşünceleri ve deneyimleri yazıya dökmek, bireysel farkındalığı artırır ve içsel bir yolculuğa çıkmamıza imkân tanır. Genel kabul gören düşünceye göre; insanın gelişimi açısından okuma ve yazma becerileri birbirini tamamlayan, ayrılmaz iki unsurdur. Ancak şöyle de bir gerçek var, herkes yazar olmayabilir ama herkes okuyabilir.
Öncelikle iyi bir yazar olmak için iyi bir okur olmamız gerekir. Yazmadan kastımız; zihin ve gönülle muvazeneli olarak yazmak. Alelade bir “yazmak” değil. Zihnindeki ve gönlündekileri başka zihin ve gönüllere kelimelerle anlatan kişi yazardır. Yazarlığı anlamlı kılan husus ise bir zihin ve gönülden çıkmasıdır.
Yazmak sonradan öğrenilen bir yetenek midir? Yoksa bu alanda eğitimler almak beyhude bir çaba mıdır?
Türkiye Yazarlar Birliği kuruluşundan itibaren yazar yetiştirme ve edebiyat eğitimi konusuna büyük önem vermiştir. Bu doğrultuda, zaman içinde farklı formatlarda ve isimlerde yazar okulları ve atölye çalışmaları düzenlemiştir. Edebiyata ilgi duyan ve yazma potansiyeli olan kişilerin gelişimine destek olmak amacıyla düzenlediğimiz yazar okulları konusunda önemli bir deneyimimiz var. Tıpkı müzisyenlik, ressamlık veya sporculuk gibi yazarlık da öğrenilebilir ve öğretilebilir bir meslek. Bir yazar da yeteneğini geliştirmek, tekniklerini öğrenmek ve ustalaşmak için sürekli çalışmak zorundadır. Yazarlık, sadece ilhamın gelmesini bekleyerek yapılan bir iş değil. Yazarlık aynı zamanda disiplinli bir çalışma, okuma, araştırma ve deneme sürecini içerir.
Diğer önemli bir nokta; yazarlık öncelikle varoluşsal bir çabadır. Yazar, kelimeler aracılığıyla kendi iç dünyasını ve dış dünyayı anlamlandırmaya çalışır. Bu anlam arayışı, felsefenin temel uğraşlarından biriyle örtüşür. Tıpkı filozofun sorular sorarak ve kavramları analiz ederek hakikate ulaşmaya çalışması gibi yazar da kelimeleri kullanarak düşüncelerini somutlaştırır ve okuyucuyla bir anlam köprüsü kurar. Yazarın amacı sadece bilgi aktarmak veya bir hikâye anlatmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda, okuyucuda belirli duygular uyandırmak, onları düşünmeye sevk etmek ve onlara yeni bir bakış açısı kazandırmak da hedeflenir. Bu noktada, yazarlığın estetik boyutu devreye girer. Kelimelerin seçimi, cümlelerin kuruluşu ve metnin ritmi gibi unsurlar, yazarın anlatmak istediği duygu ve düşünceleri etkili bir şekilde aktarmasında kritik rol oynar.
Cervantes'in muhteşem eserindeki "Don Kişot'un yel değirmenine karşı verdiği mücadele"den yola çıkarsak, yapay zekâ ile "hazır metin", "kopyala-yapıştır" metodu ve diğer tarafta Don Kişot misali yapay zekâyla mücadele eden "organik yazar"lar... Organik yazarlarımızın yapay değirmenlerle/zekâlarla mücadelesini kısa ve uzun vadede sizce kim kazanır?
Günümüzde yapay zekâ inanılmaz bir hızla gelişerek hayatımızın birçok alanına nüfuz ediyor. Bu etkileyici ilerleme, kaçınılmaz olarak şu soruyu akla getiriyor: Yapay zekâ, bir gün insan zekâsının yerini alabilir mi?
Bu soruya verilecek en net ve kesin cevap, mevcut ve öngörülebilir gelecekte "hayır"dır. Çünkü insan zekâsının temelini oluşturan, duygu ve yaratıcılık gibi unsurlar, yapay zekâ algoritmalarının ötesinde, benzersiz bir insan deneyiminin ürünüdür. İnsanlar, sevinç, üzüntü, öfke, korku gibi duygularını ifade etmekle kalmazlar ayrıca bu duyguları tanıyabilir, ifade edebilir ve başkalarının duygularını anlayabilirler. Yapay zekâ birçok alanda insanlara hizmet verecektir ancak duygusallık, hayal gücü ve hisler her zaman insani metinler dâhil hayatın her alanında var olacaklardır.
Bugünün ve geleceğin yazarları; özgün fikirler üretme, duygusal bağ kurma ve bağlamsal anlayışlarını kullanarak metinlere ruh katmaya devam edecekler. Diğer yandan yapay zekâ ise bu metinlerin daha etkili, verimli ve geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak araçlar sunacaktır.
Gençlerimizi okumayan nesil, Z kuşağı, zamane gençliği gibi kavramlarla birazcık öteledik, birazcık da örseledik... (Nihayetinde Z kuşağını Zekâ'nın Z'sine atfederek bir okur-yazar olarak durumu kotarmaya çalışıyorum.) Gençlerimizle iç içe olan bir eğitimci, akademisyen ve rektör olarak gençlerimizin okuma ve yazma potansiyellerini nasıl buluyorsunuz?
Gençlerimizi zaman zaman belli kalıplara sıkıştırdığımız, onları “okumayan”, “ilgisiz”, “zamane gençliği” gibi genellemelerle tanımladığımız bir gerçek. Ancak bu tür ifadeler hem eksik hem de çoğu zaman haksız değerlendirmelerdir. Ben Z kuşağını yalnızca bir harfle değil, çok yönlü bir potansiyelle değerlendiriyorum. Dijital çağın içine doğmuş, farklı bakış açılarını bir araya getirebilen, hızlı düşünebilen ve sorgulayıcı bir kuşaktan söz ediyoruz. Bir akademisyen, bir eğitimci ve aynı zamanda bir üniversite yöneticisi olarak gençlerle her gün birebir temas hâlindeyim. Gözlemim şu ki: Gençlerimiz doğru ortam ve teşvikle düşünmeye, üretmeye ve kendilerini ifade etmeye son derece açık bireyler. Geleneksel anlamda kitap okumanın ötesinde, farklı dijital mecralardan bilgiye ulaşıyor, ilgi alanlarına göre derinleşiyorlar. “Z kuşağı okumuyor” demektense, “Z kuşağı neyi, nasıl okuyor?” sorusunu sormak çok daha anlamlı. Çünkü artık okumanın mecrası da biçimi de dönüşmüş durumda. Bizim dönemimizde materyaller sınırlıyken, bugün gençler bilgiye çok daha çeşitli yollarla erişebiliyor. Bu da yeni bir tür okuryazarlık profilinin doğduğunu gösteriyor. Burada küçük ama önemli bir hatırlatma yapmak isterim; teknolojinin sunduğu kolaylıklar kuşkusuz çok değerli ancak bu kolaylıklar yaratıcı düşünme çabasını ve emek vererek öğrenme sürecini gölgelememeli. Bilgiye hızla ulaşmak, o bilginin gerçekten içselleştirildiği anlamına gelmiyor. Hazır olana yaslanmak yerine, kendi fikirlerini üretmek, denemekten ve hata yapmaktan çekinmemek çok kıymetli. Gençlerimizin meraklarını canlı tutmaları, eleştirel düşünmeleri ve kendi seslerini bulmaları bu çağda her zamankinden daha önemli. Burada bize düşen şey ise gençleri doğru yönlendirmektir.
Yazarlık noktasında ise şunu söyleyebilirim: İyi bir okuyucu olmadan iyi bir yazar olunamıyor. Okumakla yazmak arasında organik bir bağ var. Ben Z kuşağının hem okuma hem de yazma potansiyelinin çok yüksek olduğuna, bu potansiyelin keşfedilmeyi bekleyen bir hazine olduğuna inanıyorum. Doğru yönlendirmelerle gençlerimizin çok nitelikli okuryazar bireylere dönüşeceğinden hiç kuşkum yok.
Biz de Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) olarak bu potansiyeli destekleyen bir anlayışla hareket ediyoruz. Öğrencilerimizin yalnızca derslerine değil, hayatın bütününe dokunan fikirler üretmelerine olanak tanımaya çabalıyoruz. Yıllardır ASBÜ-TYB ortak projesi Bilge Yazarlar ve geçen günlerde gerçekleştirdiğimiz Metin Yazarlığı etkinliğimiz bu çabalardan sadece ikisidir. Gençlere bu örneklerde olduğu gibi alan açıyor, düşüncelerini ifade edebilecekleri platformlar sunuyoruz. Çünkü biliyoruz ki bugünün gençleri yarının yön veren bireyleri olacak. Onlara inanıyor ve yollarını birlikte aramaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz.
TOGG başta olmak üzere son yıllarda tarih yazan bir mühendis genç sermayesine sahibiz. Sizce ürettiğimiz, tarihe not düştüğümüz İHA'larımızı, SİHA'larımızı edebi metinlerle halkımızın gönlüne, zihnine nakşetmemiz mümkün mü? Yani yerli ve millî üretimdeki başarımızı, özellikle hikâyeleştirerek sonraki nesillere ilham kaynağı yapabilir miyiz?
Gökyüzündeki gururumuz; yerli ve millî üretimdeki başarımız insansız hava araçları İHA ve SİHA’lar ülkemizin büyük bir başarısıdır. Övünç duyduğumuz tablonun en dikkat çekici yönlerinden biri; bu teknolojilerin geliştirilmesi, üretilmesi ve etkin bir şekilde kullanılması sürecinde genç mühendislerimizin, teknisyenlerimizin ve uzmanlarımızın oynadığı başroldür.
Savunma sanayimizde kaydedilen bu tarihî başarıya imza atan gençlerimizle ne kadar övünsek azdır. Tasarımdan yazılıma, üretimden test aşamalarına kadar her süreçte bir adanmışlık vardır ve elbette her başarının bir hikâyesi vardır. Bu başarı hikâyesinin yarınlarda sürmesi, gelecek nesillere mesajlar vermesi anlamında elbette başarı ve başarının kahramanı olan gençlerin de hikâyesi yazılmalıdır.
İnsan azminin, mücadelenin ve imkânsızı başarma arzusunun somutlaştığı bu anlatılar, edebiyatın güçlü mesajlarıyla harmanlandığında, okuyucular üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakır. Doğrusu; azmin, empatinin, dayanışmanın ve dürüstlüğün gücünü anlatan bu hikâyeler, okuyuculara ilham verir, umut aşılar ve onları daha iyi bir dünya için çabalamaya teşvik eder.
Türkiye'nin tek sosyal bilimler üniversitesi olan Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü olarak üniversitenizde öğrencilerinize "geleceğin yazarları" olma fırsatı veriyor musunuz?
Kesinlikle veriyoruz. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi olarak temel hedefimiz, düşünen, sorgulayan ve güçlü bir ifade yeteneğine sahip bireyler yetiştirmek. Çünkü biz sosyal bilimleri yalnızca bir akademik disiplin olarak değil, aynı zamanda insanı, toplumu ve dünyayı anlamlandırma çabası olarak görüyoruz. Sosyal bilimler, bireyin dünyayla ilişkisini kavramasını, eleştirel düşünmesini ve bu düşüncelerini etkili biçimde ifade edebilmesini sağlar. İyi yazamayan, kendini açıkça ifade edemeyen bir sosyal bilimci, toplumsal sorunları nasıl dile getirebilir, nasıl yorumlayabilir? Bizi mühendislik gibi teknik alanlardan ayıran da tam olarak budur. Sosyal bilimlerde bir olgunun yalnızca “ne” olduğunu değil, “nasıl” ortaya çıktığını, “nasıl” dönüştürülebileceğini, “nasıl” daha iyi çözümler üretilebileceğini tartışırız. Bunu yapabilmenin ilk şartı ise düşünceyi iyi bir kalemle buluşturabilmektir. Bu bağlamda yazmak, sosyal bilimlerin doğal bir uzantısıdır; düşünmeyi derinleştiren ve kalıcı kılan bir eylemdir. Öğrencilerimizin bu beceriyi kazanabilmeleri için daha önce bahsettiğim gibi üniversitemizde çeşitli yazarlık eğitimleri ve sertifika programları düzenliyoruz. Yaratıcı yazarlıktan akademik yazıma, anlatı tekniklerinden kültürel içerik üretimine kadar uzanan geniş bir yelpazede yürüttüğümüz bu programlar, gençlerimizin hem bireysel ifade güçlerini geliştirmelerine hem de sosyal bilimsel birikimlerini yazılı üretime dönüştürmelerine imkân tanıyor. Çünkü biz yazmayı yalnızca bir anlatım biçimi olarak değil; düşünceyi biçimlendirme, yön verme ve başkalarına ulaştırma aracı olarak görüyoruz. Bu nedenle öğrencilerimize sadece “geleceğin yazarları” olma fırsatını değil, aynı zamanda içinde yaşadıkları toplumu anlama, yorumlama ve dönüştürme gücü kazandırmaya çalışıyoruz. İnanıyoruz ki sosyal bilimlerle beslenen güçlü bir kalem hem bireyi hem de toplumu ileriye taşıyabilir.
Felsefeci kimliğinize ithafen soruyorum değerli Hocam; "yapay zekâ"nın hem temeli hem de geleceği felsefe dünyasının satırları arasında gizlenmiş bir hazine diyebilir miyiz? Buradan yola çıkarak mühendislik fakültesi öğrencilerinin felsefe ile buluşması konusunda neler söylersiniz?
Kesinlikle, bu çok yerinde bir tespit. Yapay zekâ bugün teknik bir alan gibi görünse de aslında kökleri felsefenin en temel sorularına dayanır: “Zihin nedir?”, “Bilinç mümkün müdür?”, “İnsan nedir?”, “Karar vermek neye dayanır?”, “Etik nedir ve makinelere etik kazandırılabilir mi?” gibi sorular, yapay zekâ araştırmalarının arka planındaki felsefi zemini oluşturur. Bu nedenle yapay zekâyı sadece algoritmalarla, veriyle ya da hesaplama gücüyle açıklamak eksik kalır. İşin içinde insan aklının doğasına dair binlerce yıllık tartışmalar, ahlak kuramları, bilgi kuramları ve varlık felsefesi vardır. Hatta diyebilirim ki; bugünün yapay zekâ teknolojileri, Platon’un idealar dünyasından Descartes’ın zihin-beden ikiliğine, Kant’ın akıl kavrayışından Heidegger’in varlık anlayışına kadar pek çok felsefi tartışmanın teknik bir yansıması gibi de okunabilir. Bu yüzden mühendislik öğrencilerinin -hele ki yapay zekâ gibi insan merkezli bir teknolojiyle ilgileniyorlarsa- felsefeyle mutlaka temas etmeleri gerektiğine inanıyorum. Çünkü teknik bilgi size “Nasıl yapılır?” sorusunun cevabını verir ama felsefe “Neden yapılmalı, yapılırsa ne olur, yapılmazsa ne kaybederiz?” gibi çok daha temel ve yönlendirici soruları sordurur. Üniversiteler bu anlamda disiplinler arası düşünmenin en verimli üretildiği yerlerdir. Biz de ASBÜ olarak bu bağları güçlendirmeye özel önem veriyoruz. Felsefenin mühendislikle, sosyolojinin veri bilimiyle, hukukun algoritmalarla konuştuğu bir akademik ekosistemin artık bir ihtiyaç değil, zorunluluk olduğunu düşünüyoruz.
Sonuçta insan aklını anlamadan insan benzeri bir akıl üretmeye çalışmak, yönsüz bir çaba olabilir. Bu yüzden felsefe, sadece yapay zekânın geçmişi değil, aynı zamanda onun nereye evrileceğini anlamamız için de vazgeçilmez bir pusula niteliğindedir.
Değerli fikirleriniz ve katkılarınız için şahsım ve haber7.com okuyucuları adına çok teşekkür ediyorum kıymetli Hocam.
Günün sözü:
“Bir kitabın kaderini, okuyucunun zekâsı belirler.” (Latin Atasözü)
Tüm insanlara, kendilerini anlayacakları ve anlatacakları hayat yolculuklarında başarılı, sağlıklı ve hayata iz bırakacakları bir yolculuk diliyorum.
İsmail Yolcu / Haber7
Ankara Bilim Üniversitesi
Eğitim ve Kariyer Uzmanı
Eğitimci, İletişimci ve Yazar


