İşletmeler çağın kurbanı mı, müjdecisi mi olacak? Yusuf Dinç
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Ömrüm, kendi çapımda, ekonomiyi anlamaya çalışmakla geçti. Dünya bir tarafa; Türk ekonomisini tanımak, tanımlamak, takdir etmekle uğraştım. Kapıyı tam açamadımsa da araladım. Geçmişe, mevcuda, geleceğe baktım.
Ortaya konan emeği, gayreti, mücadeleyi ve tekrarlanamayacak her bir başarıyı düşününce yerçekimi adeta ortadan kalkıyor. Gerçekten idrak eden için Türk ekonomisi baş döndürücü koskoca bir makine gibi.
Türk ekonomisinin gücünü biliyorum, girişimcilerinin kabiliyetini, ekonomik aktörlerin her birine has kaprislerini dahi... Bütününe saygı duyuyorum.
Hanehalkının baktığı yerden de, işletmelerin baktığı yerden de, finansın baktığı yerden de ve devletin baktığı yerden de geniş bir uzlaşı dairesinin hep olduğunu gördüm. Bu daire içinde dünün ve geleceğin akislerini bile işitmek hep mümkündü.
Fakat bugün bir şeyler değişiyor. Uzlaşı imkânı gene var ama alan daralıyor. Aral Gölü gibi çekiliyor. Eğer planlı değil ve farkında da değilsek beklenmedik ve belki umulmadık bir yapısal dönüşüme uğrayacağız. Ağızlara pelesenk olan türden bir dönüşümden bahsetmiyorum. Çin’in başarısından yayılan rüzgârın Türkiye’de şiddetli hissedilmesini kastediyorum.
İktisadi düşünce ilk başta devleti özel girişimle dengeledi. Devletin ekonomik aktör olarak sahadan çekilmesi benimsendi. Sonraları özel girişimi reddeden yaklaşımlar yükseldi. Daha sonra özel sektörü devletle dengeleyen karma yaklaşım esas kabul edildi… Şimdi ise Çin tipi kapitalizmin etkisiyle devletin özel girişimi ve emeği bir tavada mısır patlatır gibi kavurması benimsendi. Heterodoksiye küresel rağbet de bundan.
Nedense İslam iktisat düşüncesi içinden vakıf veya kooperatif gibi sivil toplum girişimlerine benim yüklediğim anlam hiç yüklenmedi. Buna mukabil devlet ve özel sektör arada bariyer olmadığından amansız ve kesintisiz bir çatışma içine girdi. 90’larda özel sektörün devlete neler yaptığını bizzat gördük.
Bugün 90’lara göre daha dengeli bir Türkiye var ama sistemde bir şeyler yerinden oynadı. Devlet işletmelerinin varlığını sürdürmesine kayıtsız ve hanehalkı işletmelerle kavgalı. Kamu regülatif rolünün ötesine geçip daha fazla ve daha fazla müdahil olmaya rol almaya sürükleniyor.
Üstelik rüzgâr, ilginç şekilde özel sektörün açık ara en başarılı olduğu gayrimenkul sektöründe kendisini hissettiriyor. O halde sormak gerekiyor
; özel sektörün başarısı toplumun kederine mi dönüştü?
Acaba Türkiye bir sektörün başarısını sindirebilecek durumda değil mi? Savunma sanayiinin başarılarını takdir edemeyenler üzerinden bu tartışmaya dair neler söylenebilir?
Türkiye’nin Çin tipi komünal kapitalizmin rüzgarına girdiğini halk partisinin hür teşebbüsü boykot kararıyla, müteahhitte karşı ihtiyaçlar aleyhine geliştirilen tavırla, üç harfli marketlere karşı artan öfkeyle ve yeri geldiğinde başka örneklerle ele aldım.
Ancak şimdi meselenin bilinçli yahut bilinçsiz bir eko-politik yönelimden ibaret olmadığını fark ediyorum. Daha derin…
İşletmelerimize ve girişimcilerimize babalarımız, dedelerimiz, yakınlarımız hep
saygı
duydu. İşverenlerinin cömertliklerinden bahsettiler. Çalışkanlıklarını nasıl takdir etme eğiliminde olduklarını anlattılar. Bu minnet değildi. İşverenlerimiz de çalışanlarına saygı duydu. Bugün bu karşılıklı saygı bağı çözülüyor. Herkesin bunda payı var.
Birçok işveren 40-50 yaş arası personeliyle daha genç personelleri arasında bir kıyas yapıyor. Neyin değiştiğini anlamaya çalışıyor. En çok kafa yoranlar ve düzeltme iradesi gösterenler dahi yapbozun parçalarını birleştiremiyor.
Şu aktaracağım anekdot aynı rüzgârın etkisinden söz ettirebilir mi?
Sevgili Gaffar Yakınca bir sohbetimizde anlatmıştı. Çin Komünist Partisinden üst düzey bir yetkiliyle tanışma fırsatı bulduğunda hedeflerinin ne olduğunu sormuş. Cevaben yetkili,
“1 milyar insanımızı doyurmaktan başka bir hedefimiz yok,”
diye yanıt vermiş. Gerçekten çarpıcı…
Bütün değerler birer birer tası tarağı toplayıp giderken aynı hedefe sıkışmış gibi deneyimlediğimiz
araçsallaştırma
neyi anlatıyor?
Doğduğumuz yerden doyduğumuz yere işveren olsun işçi olsun hepimizi getiren işletmelerimiz ve iş çevresinin
anlam arayışı
değil miydi? İşletmelerimizin ve vizyonlarımızın sağladığı refahı ve nimetleri yanlış yorumlayıp
manadan
koptuk mu acaba? Servetimizi, tahsilimizi, diğer imkanlarımızı ele doğru alamadık mı?
Soruları çoğaltmak değil maksadım. İşletmelerimizin iyi vizyonlarına hak ettikleri alanı hep beraber açacak mıyız, yoksa başka bir planımız mı var, merakımı gidermek. İşletmelerimizi çağa kurban mı vereceğiz, çağı onlarla mı teslim alacağız, meselesi…


