Amerika kimin jandarması? Yusuf Dinç
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Geçen hafta dünya Çin Halkının Japon Saldırganlığına Karşı Direniş Savaşı ve Dünyanın Faşizme Karşı Savaşı’nda kazanılan zaferlerin 80. yıldönümü kutlamalarına odaklandı. Çin Devlet Başkanı Xi kendisine eşlik eden birkaç düzine ülkenin lideriyle öyle bir yürüyüş pozu verdi ki dünya şöyle bir sarsıldı. Tehdit algısı askeri varlık gösterisiyle yükseldi.
Açıkçası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı yer ve haftada Şangay İşbirliği Örgütü toplantısındaki diplomasi adımları olmasa yahut “olamasa” ben de görüntülerden tehdit algılardım.
Türkiye’nin pozisyonu sayesinde bizi rahatsız eden bir durum hissetmiyoruz ama tehdidi gören ülkelerin zihninde Amerika’nın jandarmalığı meselesinin sorgulandığını anlayabiliriz. (Bizim için de öyle çok rahat etmememiz manası çıkıyordur bu cümleden, diye umuyorum.)
Unutulmaya yüz tutan ama unutuldukça yerleşip çürüyen ve bugün savaş bakanlığı ile diriltilmeye çalışılan bu jandarmalık nereden, ne zaman çıkmıştı bir hatırlatayım.
ABD için en önemli milat Sovyetlerin dağılmasıdır. Her gayretinin temelini teşkil eden ideolojik mücadeleyi bu hadiseyle kazandığı tescil edilmiştir.
Dünya jandarmalığını ise tam da Sovyetlerin dağıldığı dönemde Panama Kanalı’na yaptığı müdahale ile ilan etmiştir.
Dünya ise Bosna müdahalesiyle Amerika’nın bu rolünü kabul etmiştir. Çünkü Bosna’da BM’nin başaramadığını bilakis ABD başarmıştır. (Dikkat edin, olası ve mümkünse başarılı bir Gazze müdahalesi BM ve diğerlerini başarısız, Türkiye’yi başarılı yapar, diyorum. Bölgesel jandarmalık rolü kazandırır. Tabi bunun için ekonomik ve finansal diplomasi adına henüz ortaya koyduğumuz pek bir şey yok.)
Tabi Bosna derken bizim aciz kaldığımız ve onların her şey bittikten sonra gelen müdahalesini kastediyorum. Sonuçta Bosna’yı diğerleri bizim gibi görmüyor. Biz BM’nin başarısızlığının travmasında hala yaşarken onlar ABD’nin meseleyi çözmesine odaklanıyor. Haliyle ABD’nin buradan jandarmalığa başladığını kabul ediyorlar.
Sovyetlerin dağılmasından aldıkları bu başlangıca Amerikalılar yeni dünya düzeni dediler. Henüz düzen denen şeyden bihaber ve zafer sarhoşu görüşleri bulanıktı demek…
O gün gerçekleştiğini zannettikleri yeni dünya düzeni değil, Amerika’nın ideolojik zaferiydi. Ve bu zafer ABD’yi bağlamdan koparıp ideolojik boşluğa düşürdü. Hızlıca da çürüttü. Yeni düzense aleyhine gelişmeye başladı.
Çürüme boyunca ise ABD’nin en değerli jeoekonomik silahı jandarmalık pozisyonu oldu. Bu pozisyon Amerika’ya tam kapsamlı bir ekonomik menfaat ilişkisi getirdi. Tam kapsamlı derken hammadde, mallar, mamuller, işçiler değildi esas olan. Bunların hepsini saran ve başka ne varsa kuşatan tam bir finansal entegrasyon…
Jandarmalık-jeoekonomi-jeofinans üçlüsü ABD için çok doğru çalıştı. Düzen sarsılırken hâlâ da çalışıyor.
Peki, Amerika kimin jandarmasıdır? Hindistan gibi kendini savunamayanların, Avrupa gibi düşmanın çapına göre kendini savunamayacak olanların, Suudi Arabistan gibi gizleyemeyeceği kadar büyük menfaatlere sahip olanların…
Ha bir grubun daha… Dolar tutanların... Cüzdanında, evinde, kasasında, hesabında kimin doları varsa Amerika onların da jandarmasıdır. Ama unutmayın onlar da Amerika’nın…
Peki, Amerika kimin jandarması değildir? Türkiye gibi kendi kendini savunabilenlerin, varsa kendi kendine yetenlerin, Mozambik gibi herhangi bir ekonomik değer biçilmeyenlerin…
Bir de dolara itibar etmeyenlerin … Bu noktada öyle bir ülke yok diyebilirsiniz. O zaman ben de madem öyle ABD dünyanın askeri değil, finansal jandarmasıdır derim.
Askeri jandarmalık ABD’ye finansal jandarmalık kapasitesi kazandırmıştır.
Bugünün şartlarında ABD’nin askeri jandarmalığına ihtiyaç duymamaksa yeterince büyük bir yetenektir.
ABD’nin jandarmalığına ihtiyaç duymayan ülkelerse az. Türkiye’den başka ancak doğunun başat güçleri var… Başka da pek yok…
Buna karşın ekonomik olarak Türkiye için aksi bir görünüm var.
ABD’nin jandarması olduğu ülkeler dahil ABD’nin finansal jandarmalığına ve ABD dolarına Türkiye’den daha bağımlı ve kendini daha muhtaç hisseden bir ülke daha herhalde yoktur.
Demek bir yanlışlık var. Askeri jandarmalığa ihtiyaç duymayan bir ülke finansal jandarmalığa bu denli teslim olamaz, olmamalıdır.
Yanlış her neyse, bu kıymık nereye batmışsa bulup çıkarmalı. Hangi zihinler iğfal olmuşsa ıslah edilmeli.
Türkiye’nin ekonomik sorunlarının gerisinde Amerika’nın ekonomik ve finansal jandarmalığına boyun eğen yaklaşımı var. Türkiye’nin eko-politik tercihlerinin yahut savrulmalarının, vergi ve kalkınma sorunlarının ve refahı yayma yöntemine ilişkin seçimlerinin askeri kapasitesinin altında kalması bu yüzden.
Bunun finansal ve ekonomik birimlerde ve hanehalkı pratiğinde yansımaları çok güçlü. Hatta politik izdüşümleri var.
Türk tarihinin sunduğu tecrübeyi göz ardı etmenin faydası yok artık. Askeri kapasite ile toplumsal refah arasında ters yönlü değil, doğrusal bir ilişki kurmanın zamanı yaklaşıyor.
Kimi sömürüden askeri güce, kimi ekonomiden askeri güce dönüşmüş olabilir. Herkesin doğrusu kendine… Jandarmanın dayattığı ekopolitik tercih edilmese belki bizim için de doğru farklı olurdu.
Ama artık belli ki Türkiye yüzyılının yolu askeri kudretini ekonomik refaha dönüştürmekten geçiyor.


