Kırk yıl önce İstanbul: Gezi yazıları Can pazarı (1) Mustafa Kutlu
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Büyükşehir Belediyesi’nin Hasko Şirketi’ne havale ettiği, “Topkapı alt-üst geçit inşaatı” sürüyor.
Bu inşaatın izin verdiği şekilde ve trafiğe çizdiği istikamette seyretmek mecburiyetindeyiz.
Ayrıca burası bilindiği üzere otobüs terminallerinin bulunduğu yerdir. Burada irili-ufaklı arabalar, üzerlerine bir trafik polisi ordusu gelse bile yine istiklâllerini son damla kanlarına kadar muhafaza etmek için mücadele verirler.
Burası can pazarıdır.
İnsanlar, hayvanlar, otlar, ağaçlar, eşyalar, havaya varıncaya kadar. Seyir hâlindeki arabaların aniden durması; uzun, yorucu, yıpratıcı, yaz günleri güneş altında kavurucu, terden sırılsıklam edici beklemelerin, envai türlü kuyrukların oluşmasından hava kendini kurtarmak için kaçacak delik arar. Egzoz dumanından bir türlü kendini kurtaramayıp yenik düşer.
Kim bilir hangi semtin bir ahşap evinden dışarı atıldıktan sonra sokaklarda serseri bir hayata başlayan, bunun sonucu kaç göbektir korsanlığa soyunan kedi nesillerinden döl alıp türeyen bir sarhoş ve maceraperest kedi, kazara bu can pazarına düşmeyegörsün. Kendini o duvardan o duvara, o caddeden o caddeye, bir arabanın önünden ötekine atar. Seslerden, üzerine üzerine gelen heyula gibi araçlardan o kadar yılar ki, bazen kaçamaz olur, daha doğrusu dizlerinde derman kalmaz, bırakıverir kendini.
Boynunu büker.
Geçip giden araçlar zinciri için, bu zincirin bağlı olduğu şehir için, bu şehrin hayat damarlarından biri olan şu transit yol için bir kedinin ne önemi olabilir.
Artık asfaltlar boyunca kanlı kedi cesetleri.
Yollarda ezilmiş kedi gövdelerinden haritalar.
Ol sebepten biz de kendimizi kara yolu ile İstanbul’a gelmiş, Topkapı Otogarı’nda otobüsten inmiş, Topkapı’dan kendini bir türlü kurtaramamış olduğu için ilk olarak burayı dolaşmaya karar vermiş biri olarak görmek zorunda kaldık.
Eskiden İstanbul’a iniş “Haydarpaşa Garı” simgesi ile anılırdı. Demiryollarımızın geçen yıllar içinde bir ilerleme kaydetmemesi, buna karşılık kara yolu taşımacılığının gün geçtikçe artması, otobüsle yolcu taşıyan şirketlerin çoğalması, yolların yapılması, köyden şehre göçün inanılmaz boyutlarda fazlalaşması ve daha bir sürü sebep ile İstanbul’a iniş konusunda otobüs terminalleri “Haydarpaşa Garı”nı gölgede bıraktı.
Tiren, her ne kadar dizel lokomotifleri ile çağdaş bir sese kavuştuysa da, yine hafızalarda göklere savurduğu dumanı ve ince-uzun düdük sesi ile yaşıyor.
Yaşadığımız günlerde İstanbul Topkapı Otogarı tam bir keşmekeş içinde. Bu karışıklığın, yetersizliğin, gelene gidene yüklenen ızdırabın müsebbibi kimdir?
İstanbul’u dolaşırken sık sık soracağımız benzer sorulardan biri. Cevap hep aynı olacak: Açgözlü çağdaşlık.
İstanbul hormonal bozukluğu yüzünden aşırı büyüme hastalığına tutulan, tedavisi imkânsız görülerek günübirlik çareler ile avutulmaya çalışılan bir çocuk gibi: Yaşı 12. Boyu 1,70. Kilosu 80.
Bayrampaşa taraflarında yeni bir otogar inşa ediliyormuş, o tamamlanınca terminal buradan kalkacakmış. Bu söylenti yüzünden her şey yüzüstü. Belki de bir söylenti değil bu, gerçekten bir yeni terminal inşa ediliyor. Ama sırf bu sebeple işler böyle kendi hâline terk edilmez ki.

Kırk yıl önce Topkapı’da Otogar
Anakent Belediyesi’nin Hasko Şirketi’ne havale ettiği alt-üst geçit inşaatı bir yandan, Zeytinburnu Belediyesi’nin ucuz gıda ve ucuz giyim çarşıları bir yandan sıkıştırıp duruyor fukara otogarı. Zaten derme çatma barakalar içinde işletmeler, yolcular, bavullar. Bir de seyyar satıcılar, hamallar, ayakçılar, değnekçiler.
Otogar’a otobüsle giriş çıkış da bu sıkışıklık yüzünden kayda bağlanmış. Bir kere terminale girdi mi, belli bir zaman içinde bagajını yolcusunu indirecek, alacağını vereceğini bitirecek ve ayrılan zamanı doldurmadan dışarı çıkacak. Çıkamadı diyelim. Gelsin ceza, gelsin azar, ağız dalaşı.
Haydi yolcular indi, bavullar çantalar, sepetler yere saçıldı diyelim. Hani taksi, hani bunları taşıyacak personel, el arabası? Ara ki bulasın. Taksilerin terminale girmesi yasaklanmış. Tabii haklı olarak, kalabalık ediyorlar.
Dikilip kaldınız mı ortada! Sağdan soldan el kadar yerde ha bire manevra yapan koca koca otobüsler, bağıran muavinler, kızan şoförler, düdük çalan görevliler, polisler.
Şaşırmamak elde değil.
İyisi mi ne şeytanı gör, ne besmeleyi çek, diyeceksiniz. Kazın ayağı öyle değil. Dedik ya, İstanbul’a her yıl bir Erzincan nüfusu taşınıyor. Bu nüfus işte bu Otogar’a iniyor. Bu Otogar’dan bu perişanlık içinde dağılıyor şehrin dört bir yanına.
Terminal’den ayrılırken Hüsrev Hatemi’nin “Oto-gar’da Gece” şiiri dudaklarımda:
Kaz adımıyla yürür içimde karamsarlık,
Ve hayalin salınır onunla karşıt yönde
Gittikçe uzaklaşan şarkı gibisin artık
Yalnızlık hükmediyor bu çok bulutlu günde.
Sevda sırlı sularla sürüklendi sahile...
Kara kumudur kalan kalbimde bozkırların
Ümitsizdi yolculuk ve dağıldı kafile,
Benim içimde çamur ve kar’ı otogarın…


