Kur’an ile nükte yapmak Mahmut Ay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Gülmek, insanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri olduğu gibi insanı sevimli kılan özelliklerdendir. Nükteler yoluyla gülmek ve güldürmek ise ince ruhlu ve kıvrak zekalı insanların hususiyetlerindendir. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) de mütebessim bir çehreye sahip olup sık sık nükteler yapar, güler ve güldürürdü. Hatta bazı sahâbîler, ondan daha mütebessim ve güler yüzlü bir insan görmediklerini söylemiştir. Kendisi mütebessim olduğu gibi insanları tebessüm ettirmeyi de severdi. Zaman zaman kimseyi kırmadan nükteler yapar, etrafındakileri güldürürdü. Dolayısıyla nükteler yoluyla tebessüm etmek ve ettirmek, onun bir sünneti olarak değerlendirilebilir.
Peki, Kur’an ayetleriyle nükte yapılabilir mi? Geçmişte bunu yapanlar olmuş mudur? Bazı kaynaklarda, Kur’an ile nükte yapan kişilerden insanı tebessüme sevk eden ilginç örnekler aktarılır. Burada hemen “Kur’an ile nükte caiz midir?” sorusunu cevaplayalım. Kaynaklarımızda bu konu genellikle “Kur’an ile iktibas” başlığı altında ele alınır ve “Kur’an ile iktibas caiz midir?” sorusuna cevap aranır. Âlimlerimizin genel kanaati şudur: Kur’an’dan alıntı yapıldığı belli olacak şekilde ise ve Kur’an’ın saygınlığına halel getirecek bir durum yoksa söz arasında Kur’an’dan iktibas yapmak caizdir. Ancak kişinin kendi sözü gibi aktarılmışsa ya da bağlam içinde öyle anlaşılması mümkünse veya Kur’an’ın saygınlığına halel getirecek bir durum varsa caiz değildir.
Hasan Taşdelen’in “Kur’an ile Gülmek Kur’an ile Ağlamak” isimli kitabında Kur’an ayetleriyle yapılan nüktelere dair güzel örnekler var. Şu hususu da belirtelim ki bu anekdotların gerçek hayatta yaşanmış olmayıp fıkra kabilinden üretilmiş olmaları da mümkündür. Şimdi bunlardan bazıları ile tebessüm edelim.
İbn İdris anlatıyor: Mahallenin çocukları, bir gün meşhur mecnunlardan Uleyyân’ın peşine takılmış kovalıyormuş. Sonunda Uleyyân geldi; benim içinde bulunduğum evin kapısına dayandı. Hizmetçim bana “Uleyyân içeriye girmek için kapıyı zorluyor; çocuklar peşinde.” dedi. Ben de hizmetçime “Uleyyân’ı hemen içeri al ve kapıyı çocukların yüzüne kapat. Daha sonra Uleyyân’ın önüne yemesi için biraz hurma, güzel yiyecekler ve birkaç da somun koy.” dedim. Hizmetçi, bu yiyecekleri Uleyyân’ın önüne koyunca, Uleyyân hamdü sena ettikten sonra -yemeklere işaret ederek- “Bu, Allah’ın bir rahmetidir.” dedi. Sonra yemeğe başladı. Bu sırada çocuklar dışarıdan kapıya taş atıyorlar, Uleyyân da bir taraftan yemek yerken diğer taraftan da duyulacak şekilde şöyle söylüyordu (şu âyeti okuyordu): “Aralarına, kapısı olan bir sur çekildi. Surun iç tarafında rahmet, dış tarafında ise azap vardır.” (Hadid 57/13). (Hasan Taşdelen, Kur’an ile Gülmek Kur’an ile Ağlamak, s. 31). Bu âyetle ilgili şöyle bir nükte işitmiştim: Merhum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hoca, bir ziyafette -sanırım dolma yerken- dışını hiç beğenmemiş ama içini çok beğenmiş. Bunun üzerine bu âyeti okumuş.
Muhammed b. Abdullah anlatıyor: Bir cuma günü Kufe mescidinde imam efendinin hutbesini dinliyordum. Birden, cemaat içinden galeyana gelen yarı deli bir adam ayağa kalkıp “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği bir peygamberim” (A’raf 7/158) diye bağırdı. Bunun üzerine orada bulunan Behlûl hemen ayağa kalktı ve adama hitaben “Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme! Ve ‘Rabbim ilmimi artır!’ de” (Tâhâ 20/114) diye müdahale etti. (a.g.e., s. 32).
Sakîl (anlayışsız ve kaba) bir adam, arkadaşını ziyarete gider ve bu ziyareti oldukça uzatır. Nihayet akşam olup karanlık çöktüğünde ev sahibi kandili yakmaz. Bu hödük adam “Kandili neden yakmıyorsun?” diye sorunca ev sahibi şöyle cevap verir: “Üzerlerine karanlık çöktüğünde kalkarlar.” (Bakara 2/20). Bunun üzerine adam kalkıp gider. (a.g.e., s. 33).
El-Merverrûzî anlatıyor: Biz Basra Camii’nde, âlimlerin bulunduğu bir sohbet halkasına otururken şu meymenetsiz tiplerden bir dilenci yanımıza çıkageldi. Bulunduğumuz yerde bizi dinleyenler de vardı. Dilenci ısrarlı bir şekilde istemeye ve taciz etmeye başladı. Adamın ısrarı çok canımı sıktığı için duruma müdahale ettim ve adama “Be adam ‘Ekin bitmez bir vadiye’ (İbrahim 14/37) kondun.” dedim. Dilenci de bana “Doğru söylüyorsun ancak ‘Her türlü mahsul oraya getiriliyor.’ (Kasas 28/57)” dedi. Adamın bu hazır cevabı oradakileri güldürdü ve adama birkaç dirhem verip savdılar. (a.g.e., s. 34).
Oburluğu ile meşhur Bunân şöyle demiş: “Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona ezberledim. Sonra şu iki kelime hariç hepsi bana unutturuldu: ‘Yemeğimizi getir!’ (Kehf 18/62)” (a.g.e., s. 37).
Yine Bunân anlatıyor: Bir defasında Haşimoğullarından bir adamı ziyarete gitmiştim. Bu zatın yanında bir süre kaldım; kendisiyle bir şeyler yiyip içtik. Nihayet ayrılmak istediğimde bana: “Tatlı ister misin?” diye sordu. Ben de “Efendim, görmeden karar veremem.” dedim. Adam tatlıyı getirdi ve iştahla ses çıkararak yemeye başladı fakat bana hiç vermedi. Ben de bu iştah kabartan tatlıdan yiyebilmek için bir vesile olsun diye “Sizin ilâhınız birdir.” (Saffât 37/4) dedim. O da (ne demek istediğimi anlayarak) bana bu leziz tatlıdan bir lokma verdi. Sonra “Biz, onlara iki peygamber göndermiştik.” (Yasin 36/14) dedim. Bana bir lokma daha verdi. “Üçüncüyle takviye ettik.” (Yasin 36/14) dedim. Bir lokma daha verdi. “Kuşlardan dördünü yakala, onları kendine alıştır.” (Bakara 2/260) dedim. Bir lokma daha verdi. “Onlar beştir, altıncıları köpekleridir.” (Kehf 18/22) dedim. Bir lokma daha verdi. “Gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (A’râf 7/54) dedim. Bir lokma daha verdi. “Yedi göğü birbiri üzerine yarattı.” (Mülk 67/3) dedim. Bir lokma daha verdi. “Sekiz çift.” (En’âm 6/143) dedim. Bir lokma daha verdi. “O şehirde dokuz çete vardı.” (Neml 27/48) dedim. Bir lokma daha verdi. “Bu, tam ondur.” (Bakara 2/196) dedim. Bir lokma daha verdi. “Babacığım! Ben rüyamda on bir yıldız gördüm.” (Yusuf 12/4) dedim. Bir lokma daha verdi. “Allah katında ayların sayısı on ikidir.” (Tevbe 9/36) dedim. Bir lokma daha verdi. Nihayet “Sizden sabreden yirmi kişi olursa iki yüz kişiye galip gelir.” (Enfal 8/65) âyetini okumuştum ki tatlı tabağını önüme koyup “Ye bakalım mendebur herif!” diye patladı. Ben de “Vallahi eğer tabağı önüme koymamış olsaydın, sırada “Biz onu (Yunus’u) yüz bin veya daha çok insana peygamber olarak gönderdik.” (Saffat 37/147) âyeti vardı.” diye kendisine takıldım. (a.g.e., s. 38-40). Burada anlatılanın benzerini 2001-2002 yılarında Şam’da bulunduğum zamanlarda sarraflık yapan yaşlı bir amcadan da duyardım. Para sayarken hep bu şekilde içinde sayı geçen ayetleri okur; böylece para sayarken bile Kur’an ile meşgul olur ve bizleri de tebessüm ettirirdi.
Hak Teâlâ, Kur’ân-ı Hakîm’e ilgimizi ve sevgimizi artırsın; onu gülerken de ağlarken de hayatımızın her safhasında hatırda tutabilmeyi nasip eylesin.


