Barışta hayır vardır Mahmut Ay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Sanırım 1985 yılının kış aylarıydı. Hafta sonu ailece sabah kahvaltısını yapıyorduk. Evimizde televizyon olmadığı için haberler radyodan dinleniyordu. Sunucu, son derece üzgün bir ses tonuyla şöyle dedi: “Sayın dinleyiciler! Son derece üzücü bir haberi sizlerle paylaşmak zorundayım. Dün gece filanca şehirdeki askerî karakolumuza yapılan bir saldırı sonucu şu kadar askerimiz şehit oldu, şu kadar askerimiz de yaralandı. Bu hain terör saldırısını, terör örgütü PKK üstelendi.” Tüm aile fertlerini büyük bir hüzün kaplamıştı. İşte ilk defa o zaman duymuştum hain terör örgütünün adını. Zamanla bu tür haberlere artık alışmıştım. Adını her duyduğumda ve gördüğümde içimi hüzün ve acı kaplardı. Şehitlerimize hüzünlenir, türlü vaatlerle kandırılıp terörist yapılan o gençlere de acırdım. Zamanla bu terör örgütünün hangi sebepler ve amaçlarla, hangi yabancı devletler tarafından kurulup beslendiğini öğrendim. 2000 yılında Londra’da kaldığım günlerde arkadaşlarım “Yakınlarda, binaların üzerleri PKK paçavraları ve Apo posterleri ile dolu olan bir PKK mahallesi var.” dediklerinde şaşırmış ve o mahalleyi görmek istemiştim. O günkü şartlarda elimdeki kocaman kamerayla da görüntülerini çekmiştim. O zaman kendi gözlerimle görmüştüm bu terör şebekesinin kimler tarafından kollanıp beslendiğini.
Aradan yıllar geçti. PKK terör eylemlerine devam etti. Karakollarımızı bastı. Binlerce askerimizi ve polisimizi şehit etti. Binlerce masum sivilin ölümüne sebep oldu. Nihayet devletimiz güçlendi, devlet içine sızmış olan hainler temizlendi, gerekli adımlar atıldı ve gelinen noktada çaresizlik içinde kıvranan bu hain örgüt, kendi cenaze namazını kendisi kılmak zorunda kalarak kendi kendisini feshetti. Bu günleri gösteren Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Memleketimizin bu terör belasından kurtulmasında zerre kadar bile olsa emeği geçenlerden Allah razı olsun. Çok değil bundan bir yıl öncesine kadar PKK’nın kendi kendini feshedeceğini rüyamızda görsek bile inanmazdık. Tarihin, bu hadiseyi memleketimiz için yirmi birinci asırda yaşanan en önemli hadiselerden biri olarak kaydedeceğinde şüphe yoktur. 15 Temmuz sonrasındaki süreçte, memleketimiz FETÖ’den büyük oranda temizlenmişti. Bugün de PKK kendini feshetti. Böylece devletimiz ve milletimiz, dokuz yıl içinde üzerindeki iki önemli yükten kurtulmuş oldu. Umarız ki bundan sonra bu memlekette kimse bir daha terör örgütü kurmaya cesaret edemez; silahlı eylemler yoluyla ve haince gizli planlar yaparak yabancı güçlerin emellerine uygun şekilde ülkemizi kaosa sürükleyecek ihanetlere cüret edemez. İnsanların dinî duygularını, ideolojilerini veya etnisiteyi kullanarak çıkar veya terör örgütleri kurmaya çalışanlardan tamamen arındırılmış bir ülkede yaşamak hepimizin amacıdır. Dolayısıyla fikirlerimizin, söylemlerimizin ve eylemlerimizin de bu ortak amaca hizmet etmesi gerekir. Artık terörsüz bir Türkiye istiyorsak, barış ve huzurun devamı için hoşgörülü olmayı ve birlikte yaşama kültürünü hepimiz içselleştirmeliyiz.
Meseleye Kur’ân-ı Kerîm açısından bakarsak şunları söyleyebiliriz:
1
. Hikmetli Kitabımız, evreni yaratan Yüce Kudret’in, insanları farklı ırk ve kabilelere ayrılacak şekilde tasarlamasındaki hikmetin, onları ayrıştırmak değil, birbirlerini farklılıklarıyla tanımak, kabullenmek ve kaynaşmak olduğunu bildirir (Bk. Hucurât 49/13).
2
. İnsanların kullandığı her bir dil, Allah’ın bir âyetidir (Bk. Rum 30/22). Dolayısıyla her ne sebeple olursa olsun insanları, anadillerini kullanmaktan mahrum etmek Allah’ın bir âyetinden mahrum etmek gibidir.
3
. Herkesin dini, kendinedir (Bk. Kâfirûn 109/6). Hiçbir insana, zorla bir inanç ya da ideoloji empoze edilemez. Allah, son elçisi aracılığıyla hakikati insanlara açıklamıştır. Dileyen kabul eder, dileyen kabul etmez. Ancak sonsuz hayatta bu kabulün çok büyük sonuçları olacaktır (Bk. Bakara 2/256).
4
. Barışta hayır vardır. Barışmak, savaşmaktan ve kavga etmekten daha iyi ve hayırlı bir çözümdür (Bk. Nisâ 4/128).
5
. Müminin bir vasfı da “muslih” olmaktır; yani sulhu, barışı ve huzuru sağlamaktır. Mümin, toplumun ıslahı için çalışır/çalışmalıdır; yani toplumsal huzuru ve barışı sağlamak ve korumak onun en önemli vazifeleri ve amaçlarındandır. Münafık ise “müfsid”dir. Gerek içinde bulunduğu küçük topluluklarda gerekse toplumun tamamında fitne ve fesadın, kaos ve kargaşanın, terör ve korkunun yaygınlaşmasına gizli ya da açıktan destek verir. (Bk. Bakara 2/11, 205, 220; Hud 11/117).
Efendimiz’in (sav) mübarek yaşantısına baktığımızda da onun Kur’an’daki bu hikmetli öğretileri hayatında bilfiil tatbik ettiğini görüyoruz. O, her zaman barışı öncelemiş, ama savaşmak gerektiğinde de savaşmaktan çekinmemiştir. Gereksiz yere asla savaşmamıştır. Mekke’de iken hiçbir şekilde şiddet içeren bir eyleme sahabîleri teşvik etmemiştir. Medine’de de aynı tavrını korumuş, toplumun barış ve huzur içinde yaşamasını öncelemiştir. Medine’de toplumun çoğunluğunu müşrik Araplar ve Yahudiler oluşturuyordu. Müslüman nüfus, yaklaşık %15 civarındaydı. (Medine nüfusu on bin civarındaydı. Bunun yaklaşık dört bin beş yüzü müşrik Arap, dört bini Yahudi ve bin beş yüzü de Müslümandı). Efendimiz (sav), Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra, orada yaşayan tüm kabilelerle kendisinin önderliğinde bir sözleşme imzalanmasını sağlamıştır. Bu sözleşme, Merhum Hamidullah Hoca’ya göre dünya tarihinde ilk toplumsal sözleşme, hatta ilk yazılı anayasadır. Bu sözleşme/anayasanın ana muhtevası ve temel vurgusu, Medine toplumunu oluşturan bileşenlerin Medine’de barış ve huzur içinde yaşamalarının; hangi inanç ve kabileye mensup olurlarsa olsunlar, söz konusu Medine olunca Medine için birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerinin gerekliliğiydi.
Bugün de Efendimiz’in (sav) öncülüğünde hazırlanan bu sözleşme ve anayasanın ruhunu anlayıp toplumsal huzuru ve barışı temin etme amacıyla farklı inanç, ideoloji ve ırklara mensup insanlarla hoşgörü ve saygı içinde birlikte yaşama kültürünü geliştirmeye ihtiyacımız var. Ülkemizin daha yaşanabilir bir yer olması ve bizden sonraki nesillere daha iyi bir vatan ve daha güçlü bir devlet bırakabilmek için hepimizin amasız ve fakatsız bir şekilde birlikte yaşama kültürümüzü geliştirmemiz gerekiyor. Bu bağlamda; dinî mezheplerin, meşreplerin, cemaatlerin ve tarikatların de söylemlerini yeniden gözden geçirip “Memleketimde herkesin daha huzurlu olabilmesi için birlikte yaşama kültürüne nasıl bir katkı sunabilirim?” sorusunu dikkatli bir şekilde yanıtlamaları gerekiyor. Nefret, nefreti; sevgi ise, sevgiyi doğurur. Biz, mümkün mertebe sevgi dilini kullanalım ki sevginin yayılmasına, dolayısıyla huzurun hâkim olmasına vesile olalım.
PKK’nın şehit ettiği tüm kahramanlarımızı saygıyla anıyor, bugünlere onlar sayesinde geldiğimize inanıyor ve ruhlarına birer Fâtiha gönderiyoruz.


