Lefkoşa’ya mektup Taha Kılınç
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
“Sayın Denktaş,
Öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum. Siz, Hz. Peygamber’in süt teyzesi Ümmü Haram binti Milhan’a ev sahipliği yapan, bu sebeple de Müslümanların şuuraltında büyük ehemmiyet kazanmış bulunan mübarek bir beldenin önde gelen şahsiyetlerinden birisiniz. Bu mektubu yazma gayem, hem şahsınıza hem de memleketinize duyduğum ihtiramdır. Bendeniz Hindistan’da dünyaya gelmiş, ömrünü İslâmî ilimlere adamış ve Müslüman coğrafyanın birçok bölgesinde bulunmuş bir kişiyim. Diğer tüm milletlerin yanında, İslâm’a olan hizmetleri sebebiyle Türklere ayrı bir sevgim ve minnetim vardır. Kıbrıslı Türklere de aynı şekilde büyük muhabbet ve yakınlık hissediyorum.
Sayın Denktaş,
İslâmî eğitim, Müslüman bir beldenin bağımsızlığını ve karakterini koruyabilmesinin en başta gelen şartlarından biridir. Çocuklarımız eğer dinî bir eğitim almaz ve İslâm’la küçük yaşlarından itibaren hemhal olmazlarsa, ileride kendi köklerinden kopmuş bir cemiyet vücuda gelecektir. Kıbrıs’ta yaşayan Rumların eğitim müesseselerini inceleyiniz, Hristiyanlıkla iç içe geçmiş bir müfredat ve sistem bulacaksınız. Kıbrıslı Müslüman Türklerin de İslâm’la aynı şekilde kaynaşmasına şiddetle ihtiyaç vardır.
Sayın Denktaş,
Sizler Kıbrıs’ın idaresinde önemli vazifeler almış ve daha da alacak olan bir insansınız. Vakit geç olmadan, Kıbrıs’ta bir imam-hatip okulu tesis ediniz ve Müslüman çocukları buraya yönlendiriniz. Yine yükseköğrenim için bir ilahiyat fakültesi kurunuz. Kıbrıslı Müslüman gençler dinlerini en güzel şekilde öğrensinler, maneviyatlarını güçlendirsinler. Rumların saldırganlığına karşı yapılacak ilk şey, dinî ve millî şuuru güçlü bir cemiyet meydana getirmektir. Bunun da yolu, İslâm’ın öğrenilmesi ve yaşanmasından geçmektedir.
Selam, hürmet ve muhabbetlerimle efendim.”
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, 1970’lerde, hocası Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah’ın Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş’a hitaben, Kıbrıs’ta imam hatip okullarının açılmasını tavsiye ettiği bir mektup yazdığını, ancak göndermediğini anlatır. Merhum Hamîdullah mektubu neden göndermemiştir veya kimden çekinmiştir, bilmiyoruz. Bu yazıyı yazmadan evvel, söz konusu mektubun diline ve üslubuna dair bilgi almak üzere İhsan Süreyya Hoca’yı aradım, ancak kendisi aradan geçen uzun yılların ardından metni çok net hatırlayamadığını ifade etti. Bu sebeple, yukarıdaki farazî metin tamamen bana ait. Hamîdullah Hoca da herhalde buna benzer şeyler yazmıştır diye düşünerek kurguladım.
Muhammed Hamîdullah’ın mektubu Lefkoşa’daki muhataplarına ulaşsaydı, Denktaş millî ve İslâmî eğitimin Kıbrıs’ın mayasına yapacağı katkıyı kavrayabilseydi ve 1970’lerden günümüze Kıbrıs’ın her şehrindeki çok sayıda imam hatip okulundan on binlerce talebe mezun olup Ada’nın hayatında görünür noktalarda vazife alsaydı neler olurdu? Herhalde bugün Kıbrıs’tan zaman zaman yansıyan bazı manzaraları görmezdik. Başörtüsü, ezan ve dinî eğitimle mücadeleyi hayatının amacı haline getirmiş insanlar, kamuoyu huzurunda böylesine pervasızca arzı endam edemezdi.
İlk kez 2008’de, Kıbrıs’ı baştan sona, en küçük köy ve kasabalarına varıncaya kadar adımlamıştım. O zaman camilerin çoğu kapalıydı. Kapısını ittirerek güçlükle açtığımız nice mabet ise namaz kılınabilecek durumda değildi. Sonraki her ziyaretimde manzaranın kademeli olarak değiştiğini, manevî anlamda ciddi bir restorasyon sürecine girildiğini gördüm. Ancak önceki on yılların ihmalleri öylesine derin yaralar açmıştı ki Kıbrıs’ın bağrında, dinî ve millî kimliğinden bihaber kitlelerin sesi çok gür çıkıyor, hepsi de yekvücut olmuş Ada’nın İslâmî bir renk kazanmaması için savaşıyordu.
Anlaşılıyor ki, Yunanların ve İngilizlerin ardından Siyonist Yahudilerin de gözüne kestirdiği Kıbrıs, bundan sonra bir de içerideki yabancılaşmış kitleyle mücadele etmek zorunda kalacak.
Şu anlaşılmalı: Türklük korunmak isteniyorsa, onun tek kalkanı ve sigortası İslâm’dır. İslâm olmadan Kıbrıs’ın Türk kimliğini savunmak ve korumak mümkün değildir. Ümit edelim ki, bu keskin hakikat net biçimde anlaşılsın ve telafisi mümkün olmayacak hatalara düşülmesin. Öbür türlü Kıbrıs’ın için “Vaktiyle Ada’da Müslüman Türkler de yaşamış…” şeklinde cümleler kurmak kaçınılmaz. Tarih, bu durumun sayısız örnekleriyle dopdolu maalesef.

