Propagandanın renkleri ve İsrail’in savaş dili: Kara, gri ve beyaz propagandalar Dış Haberler
SonTurkHaber.com, Haberturk kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Katar’daki Hamas ofisine yapılan saldırının 11 Eylül ile ilişkilendirilmesi, Lübnan’daki hava operasyonlarının “terörle mücadele” çerçevesine oturtulması, Golan’daki işgalci hamlelerin “önleyici müdahale” diye sunulması ya da Yemen’e atılan bombaların “uluslararası terörizme karşı” hamle olarak aktarılması, bu söylem mühendisliğinin parçası.
İsrail, sahadaki her saldırıyı küresel medyada bir güvenlik gerekçesiyle ambalajlıyor. Böylece uluslararası kamuoyu, savaş suçlarını tartışmak yerine, “İsrail’in güvenliği” söylemine odaklanıyor.
Sessizliğin anatomisiBu propagandanın etkili olmasının bir nedeni de uluslararası sistemin sessizliği. Nazi Almanyası sonrası Batı’da oluşan Yahudi Soykırımı suçluluk psikolojisi, İsrail eleştirisini büyük ölçüde tabu haline getirmiş durumda.
Birleşmiş Milletler’in kınamaları, Avrupa Birliği’nin göstermelik yaptırımları, ABD’nin kontrollü uyarıları bu nedenle sonuç üretmiyor. İsrail, bu boşluğu propaganda üstünlüğüyle dolduruyor ve dokunulmazlık zırhını pekiştiriyor.
Propagandanın işleyişiİsrail’in propagandası üç katmanlı işliyor. Kara propaganda ile karşı taraf şeytanlaştırılıyor; sivillerin vurulması “terörle mücadele” gerekçesiyle meşru gösteriliyor. Gri propaganda ile kafa karışıklığı yaratılıyor; kaynağı belirsiz iddialar üzerinden “gerçek neydi?” tartışmaları açılıyor.
Beyaz propaganda ise resmi kanallar aracılığıyla “meşru müdafaa” çerçevesini sürekli güçlendiriyor. Sonuçta, “Hamas hastaneleri silah deposu gibi kullanıyor” iddiası, yüzlerce sivilin ölümünü gerekçelendirmek için yeterli hale getiriliyor.
Batı medyasındaki yankılarİsrail’in bu söylem stratejisi, Batı medyasında doğrudan yankı buluyor. Önde gelen haber ajansları, saldırıları çoğunlukla İsrail’in resmi açıklamalarıyla duyuruyor. “İsrail ordusuna göre” ifadesi, haberin giriş cümlesi haline geliyor.
Hastanelerin bombalanması ya da sivillerin hedef alınması gibi vakalar ise haber dilinde pasif yapılarla, sorumluluğu belirsiz bırakılarak aktarılıyor. Böylece İsrail’in resmi dili, uluslararası haber akışına neredeyse sansürsüz taşınıyor. Bu durum, propaganda ile haber arasındaki sınırın bulanıklaştığını gösteriyor.
ABD yönetimi ve Avrupa Birliği de bu propaganda diline doğrudan eklemleniyor. Washington, her saldırıdan sonra “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” cümlesini tekrarlıyor.
Brüksel ise “İsrail’in güvenlik kaygılarını anlıyoruz” söylemini standart diplomatik şablon haline getiriyor. Bu ifadeler, aslında İsrail’in yürüttüğü askeri şiddetin söylemsel meşruiyetini tahkim ediyor. Böylece Batı, fiilen sahadaki şiddeti değil, propagandayı paylaşıyor.
Vaka analizi: Al-Ahli Hastanesi
Gazze’deki Al-Ahli Hastanesi’nin vurulması, İsrail’in propaganda stratejisini gözler önüne seren en çarpıcı örneklerden biri oldu. Yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği saldırı sonrası ilk görüntüler dünya kamuoyuna ulaştığında, İsrail resmi makamları anında karşı söylem üretti.
Saldırının sorumluluğu “Hamas’ın füzelerine” yönlendirildi. Batı medyasında bu iddia hızla manşetlere taşındı, haber dilinde saldırının faili belirsizleştirildi. Bu esnada hastanenin yıkıntıları arasında cansız bedenler çıkarılıyordu, ama küresel gündemde tartışılan soru şuydu: “Gerçekten kim yaptı?”
Bu örnek, gri propagandanın nasıl işlediğini kanıtlıyor. Kaynağı belirsiz iddialar devreye sokularak gerçeğin üzeri örtülüyor, dikkat tartışmaya çekiliyor. Sonuçta yüzlerce sivilin ölümü, uluslararası kamuoyunda net bir suç değil, belirsiz bir olay olarak yerleşiyor. İşte propaganda üstünlüğü tam da bu noktada sahayı belirliyor.
Asıl silah: PropagandaBugün İsrail’in en güçlü silahı tanklar, uçaklar ya da füzeler değil, propagandadır. Çünkü propaganda sayesinde askeri başarısızlıklar görünmez kılınabiliyor, uluslararası tepki nötralize edilebiliyor, işgal politikaları meşruiyet kazanabiliyor.
Bu tablo, yalnızca Filistin halkının değil, uluslararası hukuk düzeninin de kaybı anlamına geliyor. İsrail silahı, ne Birleşmiş Milletler kararlarıyla ne de diplomatik baskılarla bırakacak. Asıl kırılma, propaganda üstünlüğünü yitirdiği gün yaşanacak.


