Şâh ı Zinde’de… Taha Kılınç
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Kusem bin Abbas, sahâbe içerisindeki en nasipli insanlardan biriydi. Babası Hz. Abbas Hz. Peygamber’in amcası, annesi Ummu’l-Fadl Lubâbe ise hem Hz. Hatice’den sonra İslâm’a giren ilk kadın hem de Hz. Peygamber’in eşlerinden Meymûne binti Hâris’in kız kardeşiydi. Fiziksel açıdan Hz. Peygamber’e benzerliğiyle tanınan Kusem, hayatı boyunca ondan hiç ayrılmamış; vefatının ardından da gasil, tekfin ve defin işlemlerinde hazır bulunmuştu. Hz. Peygamber’in mübarek bedenini toprağa yerleştirdikten sonra, kabirden çıkmadan evvel o pâk vücuda en son dokunan da Kusem olmuştu.
Râşid Halifeler döneminde Mekke ve Medine valilikleri gibi önemli vazifeleri deruhte eden Kusem bin Abbas, Emevîler devrinde Horasan ve civarının fethine iştirak etti. Hz. Osman’ın oğlu Saîd’in komutasındaki seferlerde aktif şekilde görev alan Kusem, bizzat katıldığı Semerkand’ın fethini (675) müteakiben İslâm’ı yaymak için şehre yerleşti. Ancak bir yıl sonra, namaz kıldırdığı esnada bir gayrimüslim tarafından bıçaklanarak şehit edildi.
Semerkand’daki tarihî Efrâsiyab şehrinin kalıntılarının güney kıyısına defnedilen Kusem bin Abbas’ın kabri, kısa zaman içinde meşhur bir ziyaretgâh haline geldi. Müslüman ahali, şehitlerin ölmediği hakikatinden hareketle, kendisini “Şâh-ı Zinde” (Ölümsüz Padişah) olarak isimlendirdi. Karahanlılar döneminde etrafına eklenen binalarla bir külliyeye dönüştürülen kabir, Semerkand Müslümanlarının civarına defnedilmek için yarıştığı manevî bir merkezdi artık. Moğol istilasında yerle bir olan külliye, Emir Timur’un 1370’de Semerkand’ı imparatorluğunun başkenti ilân etmesiyle birlikte hanedan haziresine dönüştü.
Bugün Emir Timur’un torunu Uluğ Bey tarafından inşa ettirilen görkemli bir taç kapıdan girilen Şâh-ı Zinde Külliyesi, Timur’un eşi Tuman Aka’dan kız kardeşi Şirin Bike’ye, İznikli meşhur âlim Kâdızâde-i Rûmî’den Emir Hüseyin bin Tuğluk Tekin’e çok sayıda meşhur ismin kabirlerine ev sahipliği yapıyor. Türbeler, piştaklar ve turkuaz-yeşil kubbeler öylesine ihtişamlıdır ki, kabristandan çok bir açık hava müzesini andırır burası.
Geçen hafta cuma namazını Şâh-ı Zinde’de kıldım. Külliyenin en alttaki kışlık ve yazlık mescitlerinde yer kalmadığı için, yukarıda Kâdızâde-i Rûmî’nin kabrine bitişik mescit de açıldı. Yetmedi, kenardaki boş alanlar ve hatta merdivenler de lebalep doldu.
Özbekistan’da cuma namazları normalde çok hızlı biter: Vaz u nasihat kısmı ezandan önce tamamlandığından, hutbede sadece hamdele-salveleyle bir ayet ve bir hadis okunur, sonrasında namaza geçilir. Hutbe ve namazın toplamı en fazla beş-altı dakika civarındadır. Ancak bu defa biraz farklı oldu. Ezandan önce hayatımda şimdiye kadar dinlediğim en güzel, en içli, en dokunaklı Mevlid-i Nebî tilaveti -hem de Arapça olarak- icra edildi. “Merhaba” faslında hep beraber ayağa kalkıp Hz. Peygamber’i selamlamak, görülmeye değer bir manzaraydı. Onun mübarek na’şına son kez dokunan Kusem bin Abbas’ın dizi dibinde bunu yapmak, kalplerimizi ayrıca coşturdu.
Merasimin manevî hazzından biraz sıyrılıp külliyenin ötesine doğru başımı çevirince, istemsiz şekilde gülümsedim. Şâh-ı Zinde Kabristanı’nın birkaç yüz metre ilerisinde Özbekistan’ın Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki ilk cumhurbaşkanı İslâm Kerimov’un kabri vardı. Semerkand semalarında dalgalanan salavatları, mevlidleri, na’tları dinlerken, etrafta yankılanan dualara eşlik ederken ve her yaştan ve her milletten Müslümanla omuz omuza saf tutarken, Özbekistan’ın dünüyle bugününü kıyaslamamak mümkün değildi. Büyük bir ibret ve şükür tablosuydu bu. Görebilene.
Diğer meşgalelerimin ve seyahatlerimin yoğunluğundan ötürü, bir süredir Özbekistan’a yolum düşmüyordu. Bu sefer, ülkenin her yanındaki tarihî mekânlarda kapsamlı bir imar ve inşaat seferberliğine şahitlik ettim. İmam Buharî’nin türbesindeki çalışmalar son aşamaya gelmiş. İmam Mâturîdî’nin kabrinin çevresi tamamen açılmış ve genişletme başlamış. Uğradığım mahalle mescitlerinde bile canhıraş bir tazelenme gördüm.
Bu yazıyı “Tarih, kendi mecrasında gürül gürül akıyor. Hiçbir hal kalıcı değil. İslâm’ın gür sadâsı, bütün seslerin üstündedir” kaidesine bir delil ve şahit olarak okuyunuz lütfen.


