Siyasette ahlak olmaz mı? Yasin Aktay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Beşir Atalay
’ın tam da yaşadığımız dünyayı daha iyi hale getirmek üzere İslamcı bir temelde siyasal mecrada yol almış bir insan olarak anıları üzerine düşünürken
Taha Abdurrahman’ın “Ahlakın Birliği İlkesi ve Siyasetin Ahlakı”
isimli konferansının davetiyesi düştü mesaj kutuma.
Prof. Dr. Mehmet görmez Hoca
’nın başkanlığını yaptığı
İslam Düşünce Enstitüsü
geçtiğimiz Temmuz ayında seri konferans ve toplantılarla ağırladığı Fas’lı ünlü İslam düşünürü
Taha Abdurrahman’ı
bir kez daha ağırlıyor.
Üstelik bu sefer Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde ve konu Siyaset ve ahlak ilişkisi.
Aslında Beşir Hoca’nın kitabını basit bir kitap tanıtımının ötesinde tam da İslamcı ve ilkeli siyaset, ahlak ve reel-siyaset boyutuyla üzerinde daha fazla durulması gereken bir metin, bir örnek olarak almanın gereği üzerinde düşünüyordum. Taha Abdurrahman vesilesiyle bu konular üzerinde durmanın bir sakıncası yok.
Aslında Beşir Atalay da Taha Abdurrahman da bu konular üzerinde durmak için sadece birer vesile.
Arada bir durup ne yapıyoruz siyasette? Ne için yola koyulduk, nereye vardık ve bundan sonrası ne gibi soruları sormak için,
kendimize ayna tutabilmek için birer vesile.
Külliye’de daha öncekilerle aynı formatta ama bu kez siyaset ve ahlak üzerine
bir Taha Abdurrahman konferansını
oldukça kalabalık, ilgili ve çoğu siyasette ahlak veya idealler-ilkeler ve tabii ki İslam meselesini önemseyen insanlarla birlikte izledik.
Demek ki bu sorular insanların zihninin bir kenarından tamamen yok olmamış, hatta hiç eksilmemiş. Siyaset ve Ahlak arasındaki ilişkiye dair
Taha Abdurrahman’ın orada dinleyen hiç kimsenin bu konulardaki fikirler konusunda bilgi veya dert haznesi boş değil.
Herkesin kendine göre zaten belli cevapları var, ama bu cevaplarla yaşadıkları arasında hissedilen, belki de yaşanan ciddi mesafeler var. Bu mesafelerin yaşattığı gerilim insanları bu konular etrafında bir şeyler düşünmeye, yetkin biri varsa ondan dinlemeye daha fazla açık hale getiriyor.
Tevafuk, Beşir Atalay da toplantıdaydı.
Tam da bu konular etrafında daha fazla yoğunlaşması gerektiğini söylemiş olduğum yazıyı gazeteye yollayıp konferansa öyle gelmiştim. Bunu bu konuları bağdaştırma gereği üzerine bir alamet saydım, yarı şakayla konferans sonunda karşılaştığımız hocaya söyledim.
Taha Abdurrahman siyasette ahlakı dışlayan veya dışlamasa da onu bir görev ve sorumluluk anlayışı içinde askıya alabilmeyi savunan yaklaşımlara karşılık ahlakın birliği ilkesinin altını çizen yaklaşımını
geometrik bir tasarımla
işledi. Geometrik tasarım kendi kavramsal çatısını ve argümanlarını adım adım, ispatlayarak ilerletmenin felsefi yöntemi.
Felsefe tarihinde Spinoza’ya atfedilen bir düşünce veya felsefeleme tarzı.
Bu, toplantıya katılanları biraz yoruyor açıkçası. Coşkulu ve duygusal bir hitap veya vaaz tarzı bir konuşma çıkmıyor ortaya. Toplantıya katılanları felsefe ile düşünmeye davet eden bir yaklaşım. Üstüne bir de ardışık çevirinin tempoyu düşüren zorunlu kesintileri düşünce zor takip edilen bir olay çıkıyor ortaya.
Buna rağmen salondaki herkesin konuyu pür dikkat dinlemeye çalışması, doğrusu hayatını düşünmeye vakfetmiş bir Müslüman düşünüre sergilenen bir saygı olarak övgüye değer.
Bırakınız İslamcı siyasetin bu konuyu ele alış çerçevesini,
Türkiye’de siyaset ve ahlak ilişkisi Cumhuriyetin kuruluşundan sonra hiçbir zaman gerçek bir mesele olarak gündeme gelmemiştir.
Yolsuzluklara ve pragmatik-bencil siyasete karşı genel bir hoşnutsuzluk her zaman olmuştur, ama bu tarz siyasete karşı ilkeli veya ahlaklı siyaset için nasıl bir referansa işaret edilmiştir? Türkiye’de ahlakın en güçlü ve belki tek kaynağı olan din ile siyaset arasına laiklik adına konulan mesafe dolayısıyla siyasetin ahlaktan da özgür olması adeta bir teamül (habitus, kural) haline gelmiştir.
Din de olmayınca insanlar siyasette neden ahlaklı olmak zorunda olacaktır?
O yüzden Türkiye’nin siyasal habitusu darbecilikle, bireysel iktidar ve makam hırsıyla, oportünizmle, yolsuzlukla, dini ve dolayısıyla ahlakı küçümseyen ve dışlayan bir çerçeveye daha yakın.
Yıllarca Türkiye’de bir
“dini siyasete alet etme”
söylemi üzerinden ahlaklı ve dini referans alan bir siyaset üzerinde uygulanan resmi baskılar ve yasaklar zımnen siyasetin ahlakla ilişkisi olmadığını da söylemiş olmuyor muydu?
Bununla dini kutsamak idiyse amaç, siyaseti gereğinden fazla aşağılamış olduğunun farkında değildi belki. Siyaset dindar insanların giremeyeceği kadar kirli bir işti sanki.
Turan Kışlakçı
geçtiğimiz günlerde
tezkire.net’te “İslam’da ahlak yoktur”
gibi oldukça kışkırtıcı bir başlık altında İslam, ahlak ve siyaset ilişkisine dair enteresan bir yazı yazmıştı.
İslam’da helal ve haram iyi ve kötünün ölçütü olarak bizatihi ahlakın temelidir. Bunun için ayrıca bir ahlak söylemine ihtiyaç yoktur.
Bunlara riayet edildiğinde insan ahlaklı olmayı Allah’a ibadet, itaat ve kul hakkına riayet gibi çok sağlam bir temele dayandırmış oluyor zaten
. Ahlak diye insanlararası bir mutabakatla temellendirilmesi çok zor bir söylem insanları hiçbir alanda zaten arzulanan ahlaklılığa sevk etmiyor
. Bugün siyasette veya başka alanlarda kul hakkı yiyenler ahlaksızca davranmış olmuyorlar sadece, haram olan bir şeyi yapmış, Allah’ın sınırlarını çiğnemiş oluyorlar.
Taha Abdurrahman
siyasette ahlak meselesini büyük ölçüde ünlü sosyolog
Max Weber’in “Meslek Olarak Siyaset”
isimli meşhur makalesinde dile getirdiği fikirlere karşı geliştirmiş.
Siyasette ahlakı tamamen yok sayan yaklaşımlarla zaten işi yok gibi.
Weber siyasetle ahlak arasında bir ilişkinin olması fikrine en çok yaklaşan batılı düşünürdür çünkü.
Ancak o da ahlakı görev ve sorumluluk parantezine alıyor.
Oysa Kur’an’dan ilham alan Abdurrahman için
siyaset zaten özü itibariyle ahlaki bir eylemdir ve siyasi eyleme egemen olan ahlaki karakter, emanet ahlakıdır. Siyasi eylem, insanın emanete riayet testidir. Emanet misakına inanan bir siyasetçinin sorumluluğu, ahlaki değerleri tatbik etmekle bitmez.
Bu tatbiki emanet bilinciyle gerçekleştirir. Hatta onun sorumluluğu bununla da sınırlı değildir. O temsil sıfatına sahip olduğu için daha fazlasını yapmalı ve kamusal alanı emanet misakına uygun hale getirmelidir. Ahlak, siyaseti dar alandan geniş alana taşır.
Bir Müslüman için siyasetin gerekçesi veya motivasyonu sıradan siyasette olduğu gibi veya hem
Nietzsche
hem birçok siyaset felsefecisinin üzerinde durduğu gibi
“iktidar arzusu” değildir. Kişisel iktidar arzusu insanı tanrılık iddiasına kadar götüren bir yoldan çıkma sürecidir.
O yüzden emanet ahlakıyla bezenmemiş egemen siyasal eylem insanın tanrılaşma iddiasıyla yoldan çıkması, azması,
tuğyana
sürüklenmesidir
. Bugün siyaseti bireyin veya belli etnik, sosyal, ekonomik grupların güç-iktidar arzusu olarak olağan bir eylem olarak yaşayanların içinde mündemiç bir tanrılık iddiası da vardır.
Oysa emanet ahlakına sahip Müslümanın siyasal eylemi bile besmele ile, insanların hakkını emanet görerek, ona riayet ederek, yeryüzünde fitneyi bertaraf etmek üzere yürütülen bir eylemdir.
NOT: Taha Abdurrahman’ın açtığı sorular ve kavramlar üzerinden de çok şey söylenebilir. Bugün İstanbul’da
Çamlıca Camii Kongre Merkezinde “Doğruluk krizi ve siyasal aklın yakıcı imtihanı”
başlığı altında bir konferans verecektir.


