Turgut Kazan: Şu anda Türkiye de uygulanan düşman ceza hukukudur Agos
Agos kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
CHP İstanbul İl Başkanlığı seçimlerinin iptal edilmesi kararını değerlendiren hukukçu Turgut Kazan, “Bütün bu yapılanlar, demokrasiyle bağdaşmaz. Çünkü büyük çoğunluğu bırakın demokrasiyi, mevcut yasalara aykırı” diyor.
CHP'nin İstanbul İl Kongresi, 8 Ekim 2023'te yapıldığında, ülkedeki siyasi tansiyon elbette yüksekti ancak buraya geleceği tahmin edilemezdi. Özgür Çelik, il başkanı seçilmiş, görevinin başına geçmişti. Bir ay sonra da Özgür Özel, yapılan seçimle Genel Başkan olarak Kemal Kılıçdaroğlu’ndan koltuğu devralmıştı. İlerleyen zamanda siyasetteki gerginlik CHP’li belediye başkanlarının parmaklıklar arkasına girmesine, hatta bazı belediyelere kayyım atanmasına varmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Haziran ayında, her alanda hukuki baskı altına alınan CHP’ye, İstanbul İl Kongresi'nin Ekim 2023'te yapılan il başkanlığı seçiminde usulsüzlükler yapıldığına ilişkin iddialar kapsamında kamu davası açıldığını duyurmuştu.
Hazırlanan iddianamede, İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat'ın da olduğu on siyasetçi hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası talep ediliyordu.
2 Eylül’de İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi CHP İstanbul İl Yönetimini tedbiren görevden aldı. Mahkeme “eski” CHP’li Gürsel Tekin’ı “kayyım” olarak atadı. 7 Eylül Pazar akşam saatlerinde ise polis CHP İl Binası’nı ablukaya aldı, CHP’lilerin binaya girmesini engelledi. Akabinde Yüksek Seçim Kurulu da mahkemenin verdiği kararı “tam kanunsuzluk” olarak niteledi. Ancak CHP binası hâlâ abluka altında, başkan Özgür Çelik farklı ilçe binalarında, halk ise sokakta. CHP’ye uygulanan “tam kanunsuzluğu”, “Yeni Türkiye’nin hukuku”nu, İstanbul Barosu eski başkanlarından, hukukçu Turgut Kazan’a sorduk.
Tam 12 Eylül'de haftasındayken, insanın aklına elbette, 12 Eylül hukuku ile bugünkü hukuk benzerliği geliyor. 12 Eylül’ü görmüş bir hukukçu olarak yorumunuz ne olur?
12 Eylül iyi bir zamandı anlamında anlaşılmasın söylediklerim. Ama o zaman, onlar yani Kenan Evren ve etrafındakiler, gidici olduklarını açıklamak, ortaya koymak zorundaydılar. Kendilerine inandırıcılık kazandırabilmek için. Gidici olmak da, hem kitlelerde hem de görev yapan kesimlerde önemli bir uyarıcı olarak işlev görür: Yani bunlar günün birinde gidecek ve biz yaptıklarımızla başbaşa kalacağız. Her kesim bunu kabul eder ve bilirdi. O nedenle yargı ya da çeşitli idari makamlar, “Bunlar gidecek, biz şu anda yaptıklarımız nedeniyle ileride başımıza bir iş almayalım” gibi bir duyguyla hareket ederlerdi. Ama bu iktidarın gitmeye hiç de niyetli olmadığı çok net anlaşılıyor.
Yani bizde de Azerbaycan veya Rusya'daki gibi seçimler yapılacak, ama hep aynı insanlar yine aynı göreve getirilecek havası var. O hava, emre amade çalışmaya talip yargıcın bir korku duymasına neden olmuyor. 12 Eylülcülerde bir çeşit temizliği yapıp gidecekler bilgisi vardı. Yani anayasayla beş yıl cumhurbaşkanlığı yapıp gidecekler. Kenan Evren bunu anayasaya yazdırdı. Bu demokrasiler için önemli bir temel kuraldır. Yani aynı kişinin bir daha seçilememesi, bir çeşit teminattır. Zaten anayasacılar öyle tartışır: Bir ülkenin demokrasiyle yönetildiğinin anlaşılabilmesi için bu başkanlık denilen yetkinin bir süresi olması gerekir. O sürenin de makul olması gerekir. Şu an Türkiye’de öyle değil. Anayasada ne yazarsa yazsın üçüncü kez seçilebiliyor! Bahsettiğim farklılık buradan kaynaklanıyor. Asla yanlış anlaşılmasın. Yani 12 Eylül rejimi daha iyiydi anlamına gelmez.
Soruyu şöyle soralım o zaman, hangisi daha kötü?
Kesinlikle bu dönem, 12 Eylül'le karşılaştırılamayacak kadar kötü.
Seçim süresi veya gitme dışında daha kötü olan kısım nedir sizce?
Her şey o kalıcılıktan kaynaklanıyor. Yargısı yargı değil, emniyeti emniyet değil. Bu nedenle her türlü kötülük, dünyada suç kabul edilen her tür suç ve ilişkileri rahatça işleniyor. Sadece hoşuna gitmeyen bir söz söylendiyse, “Sen bu lafı niye söyledin” diye hesap soruluyor. Eleştirdin ve eleştiri hakarettir deniliyor.
CHP'ye karşı girişilen hukuk savaşı hakkında hukuki görüşünüz nedir?
Bütün bu yapılanlar, demokrasiyle bağdaşmaz. Çünkü büyük çoğunluğu bırakın demokrasiyi, mevcut yasalara aykırı. O yüzden mesela Yüksek Seçim Kurulu kararı da yanlış tartışılıyor. Yüksek Seçim Kurulu kararı olabileceği kadar doğru ve iyi bir karardır.
Nasıl iyi bir karar?
Yüksek Seçim Kurulu dedi ki, “Şu ilçelerin ve ilçe seçim kurulunun verdiği yasaklama kararı ‘tam kanunsuz’ olduğu için iptal ediyorum”. Tam kanunsuzluğun kaynağı ne? Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı. Asliye Hukuk Mahkemesi, bir üst yazıyla bütün ilçelere o kararı göndermişti. Yani kongreleri yapamazsınız, yaptırmayın diye. Şimdi yaptırmayın denilen kararın “tam kanunsuzluk” olduğunu söylüyor YSK. Bunun üzerine Asliye Hukuk Mahkemesi diyor ki, o kararı bozma yetkisi benim değil, İstinaf ya da Yargıtay’ındır. Ama o karar “tam kanunsuzdur” ve artık bu işlemi sürdüremezsiniz.
Öte yandan Asliye Hukuk Mahkemelerinin duruma göre kayyım tayin etme yetkisi var. Örnek vereyim. MHP-İYİ Parti olayı. Hatırlarsak, İYİ Parti'yi kuranlar MHP'nin muhalifleriydi. Kanuna göre şu kadar sayıda kişi, Noter kanalıyla talebini sunarsa, partinin derhal seçimli kongre yapılması gerekir. Yapmadılar ama. Onun üzerine mahkemeye başvuruldu. Asliye Hukuk Mahkemesi de bir ya da birkaç kişiyi görevlendirdi. Onlar kongreyi yapacaktı. Ama tabii Erdoğan da Bahçeli de bu işleyişten çok ürktüğü için hemen bir formül buldular. Türkiye'nin bir yerindeki bir İcra Hakimi kongreyi durdurdu.
Böyle deli saçması olur mu? Cumhuriyet Halk Partisi'nin olayı gündeme gelince ben ve birçok insan, MHP olayına bakın, neler yaşayacağımız anlaşılır dedik, diyoruz. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına rağmen, kongreyi Bahçeli grubu kaybedecek, muhalif grup kazanacak diye yaptırmadılar. MHP Bahçeli’den başkasının eline geçmesin ve Erdoğan da büyük bir desteği kaybetmiş olmasın diye engellendi. Engelleyen neresi? Sözümona yargı. O nedenle Seçim Kurulu kararına göre artık o mahkemenin o kararının o bölümü de “tam kanunsuzluk"tur.
Peki şimdi MHP örneği verdiniz, bu durumda CHP'yi ne bekliyor o zaman?
Böyle zamanlarda biz hukukçular tahminde bulunmayız. Bırakın hukuku, kanunun bile tanınmadığı bir yerde, bize tahmin düşmez. Gerçekten kongre talebi yasal dayanağı varsa ve sayı tutuyorsa o kongrenin yapılabilmesini sağlamak gerekir. Kongreyi yaptıramazsan o zaman zaten siyasi mücadele olmaz. Hatta zaten siyasi mücadelede yargıya falan başvurulmaz, yargıyı göreve çağırmak da olmaz. Yani sistemin kendiliğinden işlemesi gerekir.
Peki en son düşman CHP ve ona bir süredir düşman hukuku uygulanıyor denebilir mi?
Düşman ceza hukuku, yeni icat edilmiş bir şey değil. Hukuk doktrininde uzunca bir zamandır dünyada tartışılan ve yol olarak kullanılan bir uygulamadır. Şöyle: Bazı insanlar vardır ki bunlar toplum için tehlikelidir, risk kaynağıdır. O yüzden bunlara insan hakları konusundaki düzenlemeler uygulanamaz. Dünyada da böyledir. Mesela, Ergenekon süreci denilen süreçte yani cemaatçi mahkemeler döneminde ben “düşman ceza hukuku” kavramını çok kullandım. Şu anda da Türkiye'de uygulanan düşman ceza hukukudur. Yani ben istediğimi yaparım, çünkü bunlar düşmandır. Zaten düşman gözüyle baktıkları belli değil mi? Tıkıyorlar içeriye, orada tutuyorlar. İddianame yazacak kadar elinde veri yoksa nasıl tutuklarsın?
Tahliye kararına itiraz, tam bir ilkelliktirHukukçu Kazan, CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar kapsamında tutuklanan ve 187 gün sonra 5 Eylül sabah saatlerinde Silivri'deki Marmara Cezaevi'nden tahliye edilen Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler yaklaşık 30 saat sonra yeniden tutuklanmasına da tepki gösterdi.
"Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, hiç tanımıyorum kendisini ama tahliye edilip tekrar tutuklanması ilkellik. Tahliye kararına itirazı, 15 Temmuz'da icat ettiler. Kayyımı da 15 Temmuz'dan sonra icat ettiler. Tutukluluk, insanın özgürlüğüyle ilgili bir şey. O yüzden hukuk devletinin çok önemli bir sorunu, demokrasinin çok önemli bir konusu. Eğer bir insan ancak yargıç kararıyla tutuklanabilir, yargıç reddetmişse biter. Eskiden böyleydi. Ama 15 Temmuz'dan sonra bu bize yetmez dediler. Tutukluluk kararı verilmezse itiraz hakkı tanıdılar. Ya bu ilkel bir yaklaşım, böyle bir şey olmaz. Ama itiraz edilince belli ki bu itiraz bir yerden geliyor diye düşünüyorlar artık. O yüzden bir sonraki hakim de tutuklar. Böylece tutuklananın yargıç güvencesi, yargıç güvencesi olmaktan çıkar. Birinci sorun bu.
Ama başka bir sorun daha var. Bu yürüyen bir dava. Mahkeme dosyasına hakim, sanık daha önce ne söylemiş, nerede söylemiş, nasıl ifade vermiş, bunların hepsini bilir. Ayrıca mahkemenin mahkeme sayılması için yargıcın kürsüden sanığın ve tanığın yüzünü görebilmesi gerekir. Vicdani kanaat öyle oluşur. Ama Silivri'deki mahkemelerde bu mümkün değil.
Sonuçta Belediye Başkanını yargılayan, dosyaya hakim olan mahkeme, Başkanı tahliye etti. Bitti, bu kadar! Buna itiraz edilemez, olamaz. Bir sonraki mahkemede de hiç hukuktan utanma yok mu? Klasörler senin önünde bile değil. Ama şöyle düşünüyorlar: Tutuklama istiyorlar, tutuklayalım. Hele görülmekte olan bir davada verilen tahliye kararına itiraz, tam bir ilkelliktir."


