Türk Sinemasının Sultanı 80 yaşında: Kara gözlü bir hatıra Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Her bakışıyla bambaşka birine dönüşür o. O bakışlarda farklı hayatların kapıları aralanır. Beyaz perdede göründüğünde, kara gözleri akıllara kazınır; hayal ile gerçek birbirine karışır, dünya bir anda değişir. Bu satırlar, birçok unutulmaz rolüyle hafızalarımıza kazınan, yalnızca bir sahnesiyle dahi bizi derin düşüncelere sürükleyen sinemamızın sultanı Türkan Şoray için yazıldı. Vesikalı Yarim, Selvi Boylum Al Yazmalım, Birleşen Yollar, Sultan, Mine, Körebe… Nice filmde izlediğimiz, Yeşilçam’dan bugüne Türk sinemasının her dönemine tanıklık etmiş Türkan Şoray, 80. yaşını kutluyor. Bu vesileyle, uzun zamandır kütüphanemde bekleyen “Sinemam ve Ben” kitabı eşliğinde ona dair bir yazı kaleme almak istediğimi Ayşe Hanım’a ilettim. O da kabul etti. Şimdi buradayız.
Sinema benim aşkım
2017 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Sinemam ve Ben”, Türkan Şoray’ın kendi kaleminden çıkan içten bir anlatı. Doğduğu evden ailesine, sinemayla ilk tanıştığı andan setlerde yaşadığı duygulara kadar tüm hayatını, “Sinema benim aşkım.” cümlesi etrafında samimi, naif ve sakınmasız bir üslupla aktarıyor. Kitap ilerledikçe, onu neden bu kadar sevdiğimi bir kez daha anladım. Şoray’ın sinemayla yolu bir tesadüf sonucu kesişir. Başta ne olduğunu tam olarak kavrayamaz, ürkek adımlarla etrafını süzer, büyülü dünyayı tanımaya çalışır. “Hayatımı değiştiren kişi Emel Yıldız’dı, Türker İnanoğlu da bana sinemanın yolunu açtı. Minnetim sonsuz…” diyerek, sinema yolculuğundaki dönüm noktalarını saygıyla anıyor. Gelen tekliflere nasıl “evet” dediğini ise şöyle anlatıyor:
“Geleceğim, annemin ağzından çıkacak bir lafa bağlıydı. Annem birkaç gün düşündükten sonra, çok istemese de filmcilere ‘evet’ dedi. Bu ‘evet’, kaderimi ve hayatımı değiştiren dönüm noktası oldu.”
İkinci Bahar dizisinde Türkan Şoray ve Şener Şen.
Birçok oyuncunun hayali yönetmenle çalıştım
İlk kez, Türker İnanoğlu’nun yönettiği Köyde Bir Kız Sevdim filmiyle beyaz perdede görünür. Şöhreti ve ilk ödülünü ise Metin Erksan imzalı Acı Hayat ile kazanır. O yıllardaki deneyimsizliğini şöyle dile getirir: “Böyle bir filmin başrol oyuncusu olmanın ne kadar büyük bir şans olduğunu, rolümün bir oyuncu için taşıdığı önemi ve çevirdiğim filmin değerini yıllar sonra çok daha iyi anladım. O dönem, birçok oyuncunun hayalini kurduğu bir yönetmenle çalıştığımın farkında bile değildim.” 1960’ta başlayan oyunculuk yolculuğunun her adımında sinemaya olan sevgisi büyür, zamanla sönmeyen bir aşka dönüşür. Yolunun kesiştiği her yönetmenin, oyuncunun, set emekçisinin bu aşkta payı vardır. Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Lütfi Akad, Ömer Kavur gibi ustalarla çalışmak ona çok şey katar. “Emek verdikçe sinema aşkını içimde büyütmeye başladım. Film çevirmeyi, sinemayı çok sevdim; kendimi sinemaya ait hissetmeye ve içimdeki potansiyeli keşfetmeye başladım. Kameranın önüne geçince gerçek hayatımı unutuyordum…” diyerek, oyunculuğun hayatına nasıl nüfuz ettiğini anlatır.
Roller ve gerçek yaşam arası hassas bir köprü
Kitabın her satırında sinema, hayat ve tutku iç içedir. Oyunculukla yaşamı kol kola ilerler. Örneğin, Körebe filmini çekerken kızı Yağmur’u henüz dünyaya getirmiştir. Set aralarında kızını emzirmeye koşar. Filmde ise kayıp kızını arayan bir anneyi canlandırır. Bu eşzamanlılık, lohusalıkla birleşince gerçek ve kurgu arasında hassas bir köprü kurulur. Ada filminde, Rutkay Aziz ile boşanmak üzere olan bir çifti canlandırırken, gerçek hayatta da Cihan Ünal’dan yeni boşanmıştır. “Bazı filmler garip bir şekilde kendi yaşamımla çakışmıştır. Rol sırasında, kendi hayatında yaşadığın anları yeniden yaşarsın. Bir başkasını değil, kendini, kendi duygularını oynarsın.” Halktan gördüğü yoğun sevgiye büyük bir açıklıkla yaklaşır. Bu sevgi bazen çekimleri bile durdurur. Örneğin, Safa Önal’ın yönettiği Yüreğimde Yare Var filminin setinde bir izleyicinin yaklaşımını şöyle anlatır:
“Her şey hazır, yönetmen ‘Kamera!’ dedi. O anda bir hanım bana doğru koşarak geliyordu. Mani olmaya çalıştılar. ‘Çekim var, biraz bekleyin’ dediler. Dinlemedi. ‘Tenceremi ateşin üstünde bıraktım, bir kere sarılmama mani olamazsınız’ diyordu. Çekimi durdurduk, birbirimize sarıldık. Sonra çekime devam ettik.”
Türkan Şoray, 1970 yılında Şule Yüksel Şenler’in eserinden uyarlanan “Birleşen Yollar” filmi için İzzet Güney ile birlikte kamera karşısına geçti. Film mütedeyyin bir ailenin oğlu olan Bilal ile modern bir ailenin kızı Feyza arasında geçen aşk hikayesini ve bu birlikteliğin Feyza’yı maneviyat bakımından dönüştürmesini konu ediniyor.
Filmlerim benim hazinelerim
Türk sinemasının geçirdiği dönüşümleri Şoray’ın kariyerinde izlemek mümkündür. Yeşilçam’dan toplumsal gerçekçiliğe, 90’ların kriz döneminden televizyon çağına kadar her evrede var olmuştur. Bu yüzden farklı kuşakların hafızasında farklı yüzlerle yer edinmiştir. O hem Selvi Boylum Al Yazmalım’ın Asya’sı hem İkinci Bahar’ın Hanım’ıdır. “Filmlerim benim hazinelerimdir. Selvi Boylum Al Yazmalım, en değerli pırlantalarımdan biridir.” derken, o filmin hayatındaki yerini açıkça gösterir. Tüm bu satırlar, onun hem kendi yaşamına hem de sinema tarihimize nasıl izler bıraktığını gösteriyor. Hayatındaki kırılma anlarını, pişmanlıklarını, sevinçlerini ve hayallerini cesurca anlatması; yalnızca bir sanatçının değil, aynı zamanda bir insanın hikâyesidir bu. “Sinema benim aşkım” diyerek çıktığı yolculuk, izleyicisinin de kalbine dokunur. Bugün 80 yaşında; geride bıraktığı onlarca filmle yalnızca bir dönemin değil, tüm zamanların sultanı olmayı sürdürüyor. Onunla büyüyen, onunla ağlayan, onunla gülen herkes için Türkan Şoray sadece bir oyuncu değil; bir duygunun, bir estetiğin ve bir çağın simgesidir. Ve biliyoruz ki, onun kara gözleri beyazperdede parlamaya devam ettikçe, bu aşk asla bitmeyecek.


