Uzmanlardan anoreksiya uyarısı: Sosyal medya bağımlılığı ve popülerlik albenisi, gençleri sürüklüyor
T24 sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Çeşitli sosyal medya platformlarında gençler üzerinde artan görünürlük baskısı, estetik algılarını ve beden imajını derinden etkileyerek, anoreksiya ve bulimia gibi somatik hastalıklara neden oluyor.
Her geçen gün hayatın normal akışında daha fazla yer kaplayan dijital dünya, bireylerde oluşturduğu görünür olma ve beğenilme dürtüsünü besleyerek, ruhsal sağlığı zedeliyor.
Ruhsal dengesi bozulan bireyler, kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslayarak gerçek dışı güzellik standartlarına ulaşmaya çalışıyor. Çoğu zaman filtrelerle şekillendirilmiş, gerçeklikten uzak beden görselleri, gençler için "ideal" haline geliyor. Bu da bireylerin kendilerini sürekli eksik ve yetersiz hissetmesine yol açıyor.
Özellikle ergenlik dönemindeki gençler, fiziksel görünümleriyle sosyal onay alma çabasına girerken, kendi bedenlerine yabancılaşma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Sosyal mecralarda her geçen gün yayılan "kusursuz beden" kalıpları, gençleri sağlıksız kilo verme yöntemlerine yöneltiyor.
Uzmanlar, sosyal medya bağımlılığı ile beden algısı bozukluğu arasındaki tehlikeli ilişkiye dikkati çekerek, anoreksiya ve benzeri yeme bozukluklarının gençler arasında alarm verici boyutlara ulaştığını vurguluyor. Ayrıca bu tür içeriklere uzun süre maruz kalmanın, sadece yeme bozukluklarını değil, aynı zamanda anksiyete, depresyon ve düşük benlik saygısı gibi ruhsal rahatsızlıkları da beraberinde getirdiği belirtiliyor.
"Normal kilonun altında olsalar bile kendilerini şişman görüyorlar"Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Göral, anoreksiya ve benzeri hastalıkların ölümle sonuçlandığını söyleyerek, şöyle konuştu:
"Duygusal çöküş, duygusal zayıflık, terk edilme, çevre baskısı, beğenilmeme, sosyal medyada güzellik unsurlarının öne çıkarılması, kişide birtakım eksiklikler yaratabiliyor. Normal kiloda olmasına rağmen kendini kilolu hissediyor. Yemek yememeye başlıyor. Yemek yemeyince de vücutta kilo kaybı ve tüm organlarda arızalar meydana geliyor."
Bu hastalıklara sahip kişilerin yedikleri yemekleri çıkarma türlerine değinen Göral, şunları kaydetti:
"Kişi bazen kendini kusturmaya çalışıyor. İdrar söktürücü ilaç kullanıp vücuttan suyu atmaya çalışıyor. Bazen de müshil dediğimiz ilaçları kullanarak kendini ishal yapıp kilo kaybı sağlamaya çalışıyor. Bu son derece yanlış."
Göral, hastalarla yaşadıkları en büyük sorunun tedaviyi kabul etmeme olduğunu aktararak, şöyle devam etti:
"Biz iyi tedavi yapsak bile hala kendilerini kilolu buluyorlar. Normal kilonun altında olsalar bile kendilerini şişman görüyorlar. Psikoterapi eşliğinde tedaviler yapıyoruz. Klasik bir tedavi yok, tedavi kişiden kişiye göre değişiyor. Hastanın genel durumu kötüyse hastaneye yatırmak daha iyi. Çünkü birtakım testlerin yapılması lazım. Bu testler şeker, böbrek, karaciğer fonksiyonları, ultrasonlar, gerekirse endoskopi ve kolonoskopi yapılarak acaba başka bir hastalık mı var, yoksa anoreksiya mı diye bakılması lazım. Tedavide en büyük destek kişinin ve çevresinin destek olması. Kişi tedaviye inanacak."
Anoreksiya hastalarının tedavi döneminde hastalıktan kurtulamadıklarını çünkü bunu istemediklerini vurgulayan Göral, "Tıpta psikolojik bozukluk olup en yüksek ölüm oranına sahip hastalık anoreksiya. Eninde sonunda intihar meydana geliyor. Kendilerini reddediyorlar. Dolayısıyla buna erkenden tanı koymak lazım. Ama anoreksiya olmuş, 25 kiloya düşmüş bir kişiyi kurtarmak çok zor " ifadelerini kullandı.
Anoreksiya nedeniyle vücutta organ yetmezliği yaşandığına dikkati çeken Göral, bu evreden itibaren hastayı kurtarmanın daha zor hale geldiğini söyledi.
"Aşırı zayıflık güzellik değildir, bazen tıbbi komplikasyonlara da neden olabilir"Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Taha Can Tuman da yeme bozukluğuna, genetik faktörlerin yanı sıra çevresel, sosyoekonomik ve kültürel faktörlerin neden olduğunu, özellikle sosyal medyada zayıflığın idealize edilmesi, özendirilmesi ve güzellikle eş değer algılanmasının yeme bozukluğuna kapı araladığını ifade etti.
Bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından yapılan paylaşımlarda ve bazı marka reklamlarında idealize edilen zayıf birey algısının, sosyal medya kullanıcılarında anoreksiya ya da bulimia gibi hastalıklara yol açtığını belirten Tuman, bu hastalıklardan en ölümcül olanının anoreksiya olduğunu vurguladı.
Anoreksiyanın, özellikle bedenden memnuniyetsizlik, beden algısında bozulma, kişinin kilo verdiği halde bedenini kilolu olarak algılaması, kilo almaktan aşırı korkması ve kalori alımını aşırı kısıtlamasıyla gelişen bir hastalık olduğunu dile getiren Tuman, şu değerlendirmede bulundu:
"Bu kişiler şişmanlamaktan, yemek yemekten aşırı korkabilir. Kilo almamak için özellikle uzun süreli aç kalma, kalori kısıtlaması yapma veya öğünleri kalori hesabıyla yeme gibi sağlıksız davranışlar içerisine girebilir. Belli bir süre sonra beden kitle endeksi belli bir düzeyin altına düştüğünde de tıbbi komplikasyonlar görülmeye başlayabilir."
Tuman, "Özellikle aşırı zayıflığın özendirilmesinin engellenmesi gerekir. Aşırı zayıflık güzellik değildir, bazen tıbbi komplikasyonlara da neden olabilir. Bazen aşırı zayıflık uğruna sağlıksız diyetler yapmak ve genel olarak aşırı zayıflığı hedef alarak diyetimizi belirlemek sağlığımızı bozabilir " dedi.
Sosyal medya bağımlılığı ve beğenilme kaygısına da değinen Tuman, şunları kaydetti:
"Aşırı beğenilme kaygısı ve beğeni aldıkça daha fazla paylaşımların yapılması, beğeni alan paylaşımlara benzer paylaşımların başka bireyler tarafından da yapılması, özellikle sosyal medya bağımlılığı açısından bir yatkınlık oluşturmakta. Gerçek yaşamda kalmak, sosyal medyanın hayatın sadece küçük bir parçası olduğunu değerlendirip gerçek hayatta sağlıklı ilişkiler kurmak genel anlamda ruh sağlığını koruyucu bir etki yapacaktır. Sosyal medyada geçirdiğimiz vakti azaltmak, daha çok gerçek yaşam içinde kalmak, sağlıklı kişiler arası ilişkiler geliştirmek daha mutlu olmamıza ve daha sağlıklı işlevsellik göstermemize katkı sağlayacaktır. Sosyal medya bağımlılığının da depresyona, uyku bozukluğuna ve diğer anksiyete bozukluklarına yatkınlık oluşturduğunu bilmemiz gerekiyor."
Tedavi süreci 1 yıla kadar uzayabiliyorBeslenme ve Diyet Uzmanı Asya Naz Al ise anoreksiya hastalarının günde yalnızca 100-200 kaloriyle beslendiğini hatta zaman zaman su bile içmediğini, bulimia hastalarının ise tıkanırcasına yedikten sonra pişmanlık duyup yedikleri besinleri kustuğunu belirtti.
Bu hastalıkların çıkış noktalarının psikolojik olduğuna işaret eden Al, tedavi sürecine ilişkin şunları söyledi:
"Hastalık hangi boyutta ya da kaç senedir bununla baş etmeye çalışıyor hastamız, ona bakıyoruz. Eğer çok başındaysa, beslenme tedavimiz biraz daha kolay şekilde ilerleyebiliyor. Anoreksiya gibi çok ciddi ilerlemiş bir yeme bozukluğumuz hatta hastaneye yatma gibi ilerlemiş bir durumumuz varsa daha ciddi bir beslenme tedavisi uyguluyoruz."
Al, hastaya tedavi için yol haritası çizerken ilk etapta vücutta eksilen vitaminleri giderdiklerini ancak hem vitamin hem besin noktasında aniden yükleme yapmadıklarını anlatarak, şöyle konuştu:
"Vücut çok uzun süreli bir açlıktan çıktığı için bir anda yükleme yaparsak, refeeding (yeniden beslenme) sendromu dediğimiz bir sendromla karşılaşıyor. Bu sendromun sonuçları ani kalp durmalarına kadar gidebiliyor. Bundan kaçınmaya çalışıyoruz. Önceliğimiz hiçbir zaman hastaya kilo aldırmak olmuyor. Bozulmuş bir metabolizmayı yeniden inşa etmek oluyor. Organların çalışabilmesi için gereken enerji miktarını hedefliyoruz. Burada hiçbir problem yaşamıyorsak yavaş yavaş kilo alımını hedefliyoruz."
Anoreksiya hastalarının yemek yemekten korktuğunu, bu nedenle pasta, börek gibi yüksek kalorili gıdaları hemen tüketemediklerini belirten Al, şu değerlendirmede bulundu:
"Hastanın rahat ettiği ya da güvenli bulduğu besinleri bulmamız gerekiyor. Genellikle bunlar sebze veya meyveler oluyor. Sindirimi daha kolay ve kalorisi daha düşük olduğu için hastalar burada kendilerini güvende hissediyor. Küçük bir bebek gibi düşünelim hastaları. Öncelikle sebzeler, meyveler ya da ufak tefek protein vereceksek yumurtalarla başlayabiliriz. Direkt böyle sindirimi zor olan ürünleri hiçbir şekilde vermiyoruz."
Al, sürecin çok uzun ve meşakkatli olduğunu, tedavinin 1 yıla kadar uzayabildiğini sözlerine ekledi. (AA)


