Yeni yetmez ama evetçilik!
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Şiddet artık burnumuzun dibinde. Ne zaman nerde karşımıza çıkacağını bilemiyoruz. Bazen bir tabanca..
Bazen cepten hiç eksik edilmeyen bir bıçak.. Arada bir ölümcül bir sopa..
Özellikle biz kadınlar hedef oluyoruz, öldürülüyoruz. Ne iktidarın ne Diyanet’in umurunda! Tam aksine nefret dilini yaygınlaştırma peşindeler.
Hele Diyanet! Önce cuma hutbesinde etek boylarını mesele etti. Ertesi hafta tatili “haram” ilan etti.
Kadınları taciz eden, öldüren erkeklere dair tek bir mesaja rastlamak mümkün olmadı ama!!
*. *. *
Diyanet’in bu hutbeleri üzerine başörtüsünü çıkaran kadının İslamcı medya tarafından aşağılanması, adeta linç edilmesi ise tüy dikti.
Ancak asıl - kendi adıma- şaşırtıcı olan Ahmet Hakan’ın yazısındaki şu ifade oldu:
“Nasıl bir hutbe arzuluyorlar acaba? diyerek Mesela Piri Mehmet Paşa Camisi imamı Recep Hafız, minbere çıkıp... - “Güzele bakmak sevaptır ey cemaati müslimin” mi desin? - “Çıplaklıkta dinimiz açısından sorun yoktur, önemli olan kalp temizliği” mi desin? - “Moda dünyası, tam da dinimizin istediği işleri yapmaktadır” mı desin? - “Dinimizin giyim kuşam için bazı ölçüleri var ama laikliğe aykırı kaçacağı için söylemiyoruz” mu desin?”
Şaşırmamın nedeni, Ahmet Hakan’ın aklına kadın cinayetlerinin gelmemesi. Oysa asıl şaşılacak olanın, benim, YENİ TÜRKİYE adı altında İSLAMCI bir düzenin kurulmasında rol alacak aparatları göremeyişim olmalıydı.
Nişantaşı sosyetesine yakın.. Kafelerinden çıkmayan.. Ünlü kadınların “wish list inde adı üst sıralarda yazılan Ahmet Hakan.. Bu şöhreti ve parayı nasıl elde ettiğini biliyor olmalı: Zirveye yakın ol!
Bugünlerde şu malum Komisyon nedeniyle “Yetmez ama evetçiler” yine gündemde malum.
Eskilerin deneyimi yeni kuşağa aktarılıyor. Mesela Muhsin Kızılkaya’nın “sosyalist Kürt” kimliğinden AKP’li olmaya nasıl dönüştüğü hatırlanıyor:
“ 2002’de annem İstanbul’a geldi, Tayyip Erdoğan partiyi yeni kurmuştu. Anneme kime oy vereceğini sordum. “Hapishaneden yeni çıkmış biri var, ona” dedi. “Sen onu nereden biliyorsun?” dedim. Annem tek kelime Türkçe bilmez, televizyon izlemez ama Erdoğan’ı, ona oy vermesi gerektiğini biliyordu. Şaşırmıştım. Ben gazeteciyken Erdoğan belediye başkanıydı. Yılmaz’ın (Erdoğan) tiyatrolarına gelirdi ailesiyle. Karizmatikti. Ama ona “dinci, İslamcı” diyorlardı ve ben de kibirli bir sosyalist, devrimciydim. Sonra Birikim Dergisi’nde Ömer Laçiner, Murat Belge’lerin yazdıkları beni çok etkiledi. İslami hareketlere, muhafazakârlara hoşgörüyle yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir.”
Kürt meselesinin yakın zamana kadar Türkiye’nin en kritik sorunu olduğunu düşünürdüm. Ne var ki AKP devriyle birlikte rejimin dönüştürülmesi, bırakın kritik olmayı, var olmak ya da olmamak sorusuna kilitlendi. ABD Büyükelçisi’nin açıklamalarıyla netleşen.. Ve AKP’ninkiyle kesişen yol haritası ortada. Arap dünyasının, yani İslamiyet’in doğduğu toprakların düşmanca tavırlara rağmen ümmetten söz edilmesi.. Dahası Erdoğan’ın “ÜMMETİN REİSİ” olarak takdim edilmesi.. Suriye’yi ele geçirmesine yardım ettiğimiz Şara ile verilen pozlar.. YETMEZ AMA EVET tayfasının neden yeniden gündeme geldiğini anlatıyor. Kürt sorunu mış gibi yapılarak ajandalardan çıkartılacak. İslamcı rejim, kültürümüz / medeniyetimiz / inancımız vs diye hayatlarımıza çökecek.
*. *. *
Daha ilerisini de yazayım mı!
Yani Kürt hareketi ile İslamcı bakışı evlendirme ve bundan yepyeni bir paradigma yaratma hamlesini!!
Nereden çıkardın demeyin. Vaktiyle Medya Mahallesi programında uzun uzadıya anlatmıştım. O zaman üzerinde durulmayan sonra da zaten unutulup giden, Öcalan’ın çağrısıyla Diyarbakır’da toplanan Kürdistan Demokratik İslam Kongresi’nden söz ediyorum.
Yıl 2014’tü.Öcalan toplantıya bir de mektup göndermişti:
“ Kurdistan Demokratîk İslam Kongresine
“Mumin kardeşlerim;
“İslam’ın ana merkezlerinde büyük bir s avrulmayı, ihanet ve isyanı yaşarken, “Kürdistan” ve “Demokratik” kavramlarını, eksik ve yanlış anlamada yol açabileceğinin bilincinde olarak yine de daha büyük yanlışları önlemek ve özdeki doğrulara yol açmak açısından kullanmaktan çekinmedim.
“Özellikle islamın iki büyük merkezi olarak kendini günümüze de dayatan iktidarcı arabi, selefi akımlarla İrani şia akımların devletçilik bağlamında yol açtıkları büyük tahribatlara karşı mekan halk ve demokrasi merkezli kavramlarla mücadele bayrağı açmayı aynı dinin özündeki doğruya sadakatla bağlı olmanın gereği saymaktayım.”
*. *. *
Öcalan bugüne böyle buluşmalar ve mesajlar ile mi hazırlandı, kim bilir.
Ancak iktidarın önemsediği, yasaklamak bir yana alıp cebine koyduğu açıktı. On yılda daha ileri bir seviyeye gelmemiz gibi!
Neydi o seviye, biliyorsunuz! Lozan’ın hükümsüz sayılacağı, “YENİ OSMANLI HAYALLERİ”nin kurulacağı, Erdoğan’ın ölünceye kadar iktidarda kalacağı bir “REJİM”.
Bir grup aydın buna karşı çıkarak “biz aşağıda imzası olanlar” başlığıyla bir deklarasyon yayınladı.. Ve imza kampanyası başlattı. Pek çoğunu yakından tanıdığınız ilk imzacılar şöyle diyordu:
“ Barış ve kardeşlik istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını; yeni-Osmanlı hayallerini, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmaları, ümmetçiliği, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumları istemiyoruz.Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz.
Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz.”
Deklarasyona ilk tepki sosyalist bir Kürt iken AKP’li olduğunu açıklayan Muhsin Kızılkaya’dan geldi:
“İnisiyatif Kandil’den alınıp İmralı’ya geçince, paniklemeye başladılar. Eyvah, galiba bu sefer Kürtler kendi “kimlik ve dil” sorunları gibi çok “küçük” sorunlarını, bizim “iktidardan kurtulma” gibi çok “büyük” sorunumuza tercih edecekler; böyle bir durum olursa eğer, Erdoğan tekrar başımıza Başkan olacak, bize de bir kez daha “vurulduk ay halkım unutma bizi” türküsünü söylemekten başka bir şey kalmayacak.”
Neresinden baksanız tutarsız…. Saçma!
* İnisiyatif her zaman Öcalan’daydı. En sıkı tecrit günlerinde bile! Stratejiyi O belirler, Kandil uygulardı.
* İktidardan kurtulmak, eğer laik cumhuriyeti kurtarmak anlamına gelecekse elbette öne çıkar.
* Kürtlerin sorunları ve taleplerini küçümseyen yok. Ancak bu sorunların dinci rejim yerine demokratik bir düzende çözülebileceği de açık.
* Eğer Erdoğan başımızdan gitmeyecekse, acaba neden “vurulduk ey halkım” türküsünü söylemek zorunda kalacağız acaba? Beyaz Toroslar anahtarı üzerinde bekliyor olmasın!!


