11 Eylül kuşağı: Müslümanlarının kimliği şekillendi Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Kanada’daki Wilfrid Laurier Üniversitesi Sosyoloji ve Din&Kültür bölümü akademisyeni Dr. Jasmin Zine, son kitabı Under Siege: Islamophobia and the 9/11 Generation (Kuşatma Altında: İslamofobi ve 11 Eylül Kuşağı–McGill-Queens University Press) ile 11 Eylül sonrası dönemde yükselen İslamofobi ortamında yetişen Kanadalı Müslüman gençlerin deneyimlerini mercek altına aldı. Kitap, Hill Times tarafından 2022 yılının en iyi kitapları arasında gösterildi. Ayrıca Zine, Kanada’daki İslamofobi endüstrisini detaylı şekilde analiz eden The Canadian Islamophobia Industry: Mapping Islamophobia’s Ecosystem in the Great White North (Kanada İslamofobi Endüstrisi: Kuzey’in Büyük Beyaz Ekosisteminde İslamofobinin Haritası) raporunun yazarıdır. UNESCO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası kurumlar için İslamofobi ile mücadele konusunda danışmanlık yapan Zine, 2003-2011 yılları arasında Kuzey Amerika Müslüman Sosyal Bilimciler Derneği (AMSS) yönetim kurulunda görev aldı ve Uluslararası İslamofobi Araştırmaları Derneği’nin (IISRA) kurucu üyesi olarak 2021’den bu yana başkan yardımcılığı görevini sürdürüyor.
Geçtiğimiz günlerde Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM), Birleşik Krallık Müslüman Sosyal Bilimciler Derneği (AMSS) işbirliğiyle düzenlenen uluslararası “Önyargı ve Kadın” çalıştayında, Müslüman kadınların maruz kaldığı çok katmanlı önyargılar disiplinlerarası bir perspektifle ele alındı. KADEM, kadınların karşılaştığı önyargılara karşı farkındalığı artırmak, bu alandaki akademik üretimi teşvik etmek ve farklı coğrafyalardan araştırmacılar arasında etkileşim sağlamak amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Çalıştay, KADEM’in başlattığı Uluslararası Politika Yapımı Çalıştay Serisi’nin ilk etkinliği olarak, teori ile saha deneyimi arasında köprüler kurmayı ve toplumsal sorunlara politika çözümleri geliştirmeyi hedefliyor. “Önyargı ve Kadın” çalıştayında; dışlanmışlık, popüler kültür temsilleri, hukuk sistemindeki eşitsizlikler, oryantalist ve İslamofobik söylemler ile medyanın tektipleştirici yaklaşımı gibi başlıklar kapsamlı şekilde tartışıldı. Çeşitli ülkelerden uzman akademisyen, araştırmacı ve hak savunucularının katılımıyla gerçekleşen etkinlik, bilgi üretiminde kapsayıcılık ve adaleti önceliklendiren bir akademik ortam yaratırken, Müslüman kadınların entelektüel katkılarının görünür kılınmasına ve çoğul kimliklerinin dikkate alınmasına da öncülük ediyor. Biz de Yeni Şafak Pazar olarak; çalıştaya katılan Uluslararası İslamofobi Araştırmaları Derneği (IISRA) Başkan Yardımcısı Dr. Jasmin Zine ile görüştük.
İlkokulda tek farklı ırktan öğrenciydim
* Nasıl bir aile ortamında büyüdüğünüzden bahsedebilir misiniz? Çocukluk ve gençlik döneminizle ilgili en çok neyi hatırlıyorsunuz?
Ben 3 yaşındayken Pakistan’ın Karaçi şehrinden Kanada’ya göç ettim. Ontario’nun güneyinde, çoğunluğu beyazlardan oluşan küçük bir kasabada büyüdüm. İlkokulda tek farklı ırktan öğrenciydim, bu yüzden günlük hayatımda ırksal taciz ve zorbalıkla sık sık karşılaşıyordum.
* Nelerle karşılaştınız peki?
Büyürken ırksal, etnik ve kültürel ayrımcılıkla karşılaştım. Sık sık “geldiğin yere geri git” gibi sözler duyardım ve etnik kökenimle ilgili ırkçı küçümseyici yorumlarla karşılaştım. Yetişkin hayatımda 17 yıl boyunca başörtüsü taktım ve bu süreçte ırkçılık, İslamofobi ile birleşerek daha da arttı. Özellikle 11 Eylül sonrası bu durum daha da yoğunlaştı. Toronto’da yürürken bir adam başörtümü kafamdan zorla çekmişti. Üniversitede bir profesör, sınıfta sesimi duyurduğumda şaşırdığını, çünkü beni “çok utangaç ve sessiz” biri olarak beklediğini söylemişti. Müslüman kadınların pasif ve sesi olmayan kişiler olduğu yönündeki bu klişe, insanların Müslüman kadınlar hakkında yaptığı varsayımları etkiliyor ve bize nasıl davranıldığını şekillendiriyor.
Genç Müslümanlar takibe alındı
* “11 Eylül Kuşağı” kavramınız oldukça etkileyici. Bu kuşağın travmaları ve kimlik oluşumuyla ilgili araştırmalarınız sırasında sizi en çok etkileyen kişisel hikâyeler hangileriydi? Bu anlatılar sizi sadece bir akademisyen olarak değil, aynı zamanda bir insan olarak nasıl dönüştürdü?
“Under Siege: Islamophobia and the 9/11 Generation” (Kuşatma Altında: İslamofobi ve 11 Eylül Kuşağı) adlı kitabımda, milenyum kuşağı Müslüman gençlerin, kimliklerinin karalandığı, potansiyel radikal, terörist olarak görüldüğü ve Batı ülkelerinde kamu güvenliği tehdidi olarak izlendiği bir dönemde yetiştiklerini inceledim. Kanada genelinde 130 Müslüman gençle görüşerek, bu koşulların onların kimlik, vatandaşlık ve aidiyet duyguları üzerindeki etkilerini anlamaya çalıştım. Araştırmamda dikkat çekici pek çok bulgu vardı. Bunlardan biri, bu gençlerin İslam ve Müslümanlara yönelik olumsuz algıyı düzeltmek zorunda hissetmeleri ve kendi davranışlarının tüm Müslümanların imajını nasıl etkilediğinin bilincinde olmalarıydı. Bu nedenle birey olarak görülme lüksüne sahip değiller, daha geniş ve sosyal olarak değersizleştirilmiş bir kimliğin parçası olarak algılanıyorlardı. Güvenlik kurumlarının sürekli takibi altında olmak, gençlerin kendi davranışlarını da gözlemlemelerine yol açtı. Böylece başkalarına “şüpheli” görünmemeye çalıştılar. Örneğin, bir Müslüman Öğrenci Birliği, “terörist eğitim kampı” olarak algılanmamak için bir eyalet parkında paintball oynamaktan vazgeçmişti. 11 Eylül ve küresel terörle mücadele politikaları, onların kimliklerini ve deneyimlerini derinden şekillendirdi. Kitabımı, genç Müslümanların tiyatro, komedi, şiir dinletileri, görsel sanatlar ve diğer sanat dalları aracılığıyla bu yanlış temsil ve İslamofobik klişelere karşı eleştirel karşı anlatılar üreterek kimliklerini yeniden inşa etme çabalarını inceleyerek sonlandırdım.
* Kanada’daki İslamofobi endüstrisi üzerine kapsamlı raporunuzda, bu sistemi besleyen ana kaynakları nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce İslamofobi sadece bir önyargı mı yoksa daha bilinçli ve yapısal bir sisteme mi dönüşmüştür?
Kanada’daki İslamofobi Endüstrisi üzerine yaptığım çalışma, İslamofobinin nasıl organize edildiğini, koordine edildiğini, ağlar aracılığıyla yayıldığını ve maddi kazanca dönüştüğünü ortaya koydu. İslamofobiyi diğer ırkçılık türlerinden ayıran en önemli özellik, arkasında bir endüstri olmasıdır. Bu endüstride, bağlantılı gruplar, bireyler, organizasyonlar ve düşünce kuruluşları, İslam karşıtı propaganda ve kampanyalar yürütürler. 2019 yılında Amerika’da Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi’nin (CAIR) yaptığı bir araştırma, bu endüstriye finansman sağlayan 39 İslam karşıtı grup ve aktivist için 1,5 milyar doların dolaştığını ortaya koydu. Kanada özelinde ise araştırmamda, beyaz milliyetçi grupların İslamofobinin “öncü askerleri” olarak rol aldığını inceledim. Bu, Kanada’da beyaz milliyetçi ideolojilere sahip kişilerce Müslümanlara karşı düzenlenen iki ölümcül terör saldırısından sonra daha da belirgin hale geldi. Raporumda, “İslamofobi etkileyicileri”, aşırı sağ medya organları, İsrail yanlısı marjinal sağ gruplar, beyaz milliyetçiler, güvenlik “uzmanları” ve “Müslüman muhalifler”in anti-Müslüman kampanyalar üzerinden nasıl birbirleriyle bağlantılı olduklarını ve İslamofobiye hizmet ettiklerini detaylandırıyorum. Kanada’da bu olgu, maalesef ölümcül boyutlara ulaşmış durumdadır.
Kadın kimliğine dar ve sınırlayıcı kalıplar dayatılıyor
* Müslüman kadınlar çoğu zaman hem İslamofobiye hem de cinsiyete dayalı ayrımcılığa aynı anda maruz kalıyorlar. Neler söylemek istersiniz?
Müslüman kadınlar, bir yandan toplum dışından gelen İslamofobinin baskısıyla karşı karşıya kalırken, diğer yandan kendi topluluklarında dini fundamentalismin desteklediği ataerkil yapı nedeniyle cinsiyete dayalı ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Her iki ayrımcılık biçimi de Müslüman kadınların hareket alanını, özerkliğini ve tercihlerini ciddi şekilde kısıtlıyor. Kadın kimliğine dar ve sınırlayıcı kalıplar dayatıyor.

Müslüman gençler umut ve ilham kaynağı
* 11 Eylül sonrası Müslüman gençlerin pek çok psikolojik yaptırıma maruz kaldığını söylediniz. Peki Filistin mücadelesine öncülük eden Müslüman gençler, baskı ve yıldırma politikalarına rağmen kolektif bir dayanıklılık sergiliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müslüman gençler, Filistin’e destek ve Gazze’de devam eden soykırımın kınanması etrafında küresel sosyal hareketler geliştirdiler. Üniversite kampüslerinde ve dünya genelindeki şehirlerde müttefikleriyle birlikte soykırım karşıtı protestolara katılan bu gençler, üniversitelerden uzaklaştırma, toplu davalar, işe alım engellemeleri, kişisel bilgilerin ifşası (doxxing), taciz, gözaltı, gözetim ve polis şiddeti gibi geri tepmelerle karşılaşıyorlar. Ancak bu saldırılara rağmen cesur ve kararlı bir şekilde mücadeleyi sürdürüyor, Özgür Filistin mücadelesine liderlik ediyorlar. Onlar, İsrail’in sömürgeciliği, işgali, soykırımı ve zorla kitlesel aç bırakma politikalarının yarattığı zulmü sona erdirmek için harekete geçerken herkese umut ve ilham kaynağı oluyorlar ve daha adil bir gelecek için yol açıyorlar.


