ABD ile Avrupa’nın paçalarından akan Yahudi kiri Ömer Lekesiz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
ABD’nin
Sykes-Picot Antlaşması
nı güncellediği
Ortadoğu Planı
, ABD-İsraili’nin İran’a yönelik saldırılarıyla sürüyor. Her ne kadar bu saldırının sonuç alma niteliğinde olduğu söylense de bunun gerçekte bir
sonun başlangıcı
olduğunu herkes biliyor.
Ancak bunu
resmi bildirimler
üzerinden temellendirmek en azından şimdilik mümkün bulunmuyor. Televizyon yorumcularının savaşa ve gidişata dair değerlendirmelerinden de açıkça görülen bu durum,
resmi yalan
ların -politik karakterleri itibariyle teknik olmasından dolayı-
doğrulanamayışl
arından kaynaklanıyor.
Örneğin, İsrail’in 2. Dünya Savaşı’ndaki ekonomik çöküntüden kurtulmak için Filistin topraklarının işgalcisi İngiltere tarafından ABD’ye satılan sahada kurulduğu ve böylece onun müstakil bir devlet görünümünde sadece ABD’nin değil tüm Haçlı dünyasının, haktan, hukuktan tümüyle bağımsız vekil terörist devleti olarak yapılandırıldığı malumdur.
Buna tabi olarak en doğru adıyla ABD-İsraili kuruluşundan beri her ne yapıyor olursa olsun ABD başta gelmek üzere Almanya, İngiltere, Fransa vb. ülkeler tarafından koşulsuz olarak desteklenmekte ve her nereden geliyor olurda olsun ona yönelik ataklar bizzat bunların ittifakıyla “savunma hakkı” adı altında önlenmektedir.
Bu rağmen, savaş uçaklarıyla bunların yakıtlarının ve İran’ın başına boca ettikleri bombaların ABD’ne ait olduğu bilinmekle birlikte yürürlükteki resmi yalanın doğruluğu, yani bu yalanın politik olması nedeniyle teknik boyutu izah edilemediği için zikrettiğimiz tv yorumcularının dilleri şişmekte ve bunların hemen hepsi “Savaşa dahil olmadığını açıklayan ABD savaşa bizzat katılır mı?” şeklindeki saçmalığı bin kere belgelenmiş gereksiz bir sorunun peşinde sürüklenmektedir. Üstelik söz konusu saçmalığın yeni örnekleri de peş peşe üretiliyorken… Tıpkı Almanya’nın yeni Şansölyesi Merz’in ABD-İsraili’nin İran’a saldırısı hakkında birkaç önce yaptığı şu açıklamadaki gibi: "Bu İsrail'in hepimiz için yaptığı kirli bir iş.”
Merz,
kirli bir iş
nitelemesiyle İran’daki İslam kisveli rejimden kaynaklanan derin korkusunu kastetmekle birlikte, onu zahiri anlamıyla değerlendirdiğimizde geçmişteki birçok ilginç sonucu yeniden bağlanıyoruz.
Örneğin, 2. Dünya Savaşı’nda yüzde altmışı ABD’ne, yüze otuzu Almanya dışındaki devletlere, ancak yüzde onu Filistin’e göç eden Yahudilerdeki bu hareketin üreticisi olarak Almanya, medya ve sanatın aşırı bir abartmayla efsaneleştirdiği
Holokost
’un yani
kolektif mağduriyet
in asli mekandır.
ABD’nde 1930’un son yıllarında antisemitizmin hakim kılındığını, 1939’da bine yakın Yahudi mülteciyi ABD’ye taşıyan SS St. Louis Gemisi’nin ABD tarafından reddedildiğini, bu yolculardan Avrupa’ya dönenlerin dörtte birinin Holokost'ta öldürüldüğünü, bu ret ve sonucu ihtiva eden
plan
ın tek gerekçesinin Almanya eliyle üretilen korkuyla Yahudi göçlerinin
Filistin’e yönlendirilmesi
nden ibaret olduğunu hatırlatarak, -sahiden öldürülmüşlerse- o Yahudilerin bu plana tabi olmamalarından
kaynaklandığı
nı hemen belirtelim.
Böylece hem Holokost’un sahibi hem de Holokost’u bir acı ve ölüm nesnesi yani ticari birer meta olarak satma yolunda oluşturulan sektörün baş sebebi olarak Almanya, her iki durumda da aklanmamışken, şimdi onu şansölyesi kendi ülkesinin şahsında Avrupa’nın ve ABD’nin paçalarından akan bir kirliliğin sahibi, temsilcisi ve tarafı olarak, Gazze soykırımından ve ABD-İsrail’in hadsizliğinden, şımarıklığından küçük de olsa bir utanç duymaksızın onu kendi dışına havale etmeye çalışmaktadır.
Bu şansölyeye -kirliliğin zıddı temizlik olduğuna göre- ABD-İsraili’nin Gazze yaptığı soykırımı bir temizlik olarak mı gördüğünü de sormalıyız ancak bu soru bir
insana sorulabileceği
için baştan geçersiz olacaktır.
Gazze soykırımının ve Saddam Irak’ının sonucunu hazırlayan politik yalanların bir türevi olarak mezkur müttefiklerin İran’a yaptıkları yeni saldırıların sıcaklığı ve maalesef medyatik bir ilgiye indirgendiği şu ortamda, biz de önceki yazımızda giriş yaptığımız düşünsel sorgulamaların dışına itiliyoruz.
Oysaki, zikrettiğimiz gerçek kirliliğin Batı felsefesi içinde bir Kıyamet Vizyonu’na dönüştürülerek meşrulaştırılmaya çalışılması da mevcut savaş kadar önemlidir.
Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren teknik ve teknolojik gelişmeler eşliğinde güya modernleştirilen hayatın insanlığın üstüne bir karabasan gibi çöktüğünü dile getiren felsefecilerin tamamı Yahudi’dir ve bunların asıl hizmeti ABD-İsraili’nin Gazze soykırımını meşru göstermek için kıyameti çabuklaştırma efsanesini felsefe kalıbına dökmekten ibarettir.
Yerli solun öve öve bitiremediği
Walter Benjamin’i
bu bakış açısıyla okuyanımız ve anlatanımız oldu mu hiç?


