Acı tablo: İSOT 500 Özgür Bayram Soylu
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Bu toprakların en acı biberi Hatay’ın Samandağ ilçesinde yetişiyor olabilir; ancak Türkiye ekonomisinin en acı ve pratik gerçekleri nefis yemek tariflerinde değil İSO 500 listesinde yer buluyor kendine. Ya da bu gerçeğe bakılırsa “İSOT 500” demek çok da yadırganmaz gibi duruyor. Çünkü veriler yalnızca reel sektörün durumunu değil, ülkenin ekonomik ruh halini de kelimenin tam anlamıyla yakıcı bir şekilde yansıtıyor. Her yıl büyük bir merakla beklenen ve sanayide başarı vitrini diye sunulan İSO 500 Araştırması, geçen yıl sanayinin kâr değil, direnç testi verdiğini gösteriyor. İhracatın fışkırdığı, istihdamın coştuğu, teknolojik üretimin şahlandığı tabloya duyulan özlem ne yazık ki giderek artıyor.
Karların giderek eriyor olması, finansman yükünün ve borçlanmanın katlanıyor olması yüksek faizin sanayi üretimine bir beton blok gibi oturduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Öyle ki reel sektör adeta ocakta unutulmuş bir süt gibi taşıyor biz hala fincan altlığı arıyoruz.
İSO 500’ün geçen yılki verileri izlenen makroekonomik stratejilerin sanayi politikaları ve finansal mimaride ortaya çıkardığı ve çıkaracağı etkiyi röntgen filmi gibi gösteriyor.
Özellikle yüksek faiz oranlarının baskısı altında kalan reel sektörün, talep daralması, üretimde düşük teknolojiye dayalı yapı ve katma değer yetersizliği gibi kalıcı sorunların etkisiyle kârlılıkta hızla irtifa kaybettiği dikkatleri çekiyor.
SANAYİDE KÂR DEĞİL, TAHAMMÜL DÖNEMİ
2024 yılı İSO 500 verileri
, Türkiye sanayisinin yüksek faiz, düşük talep ve kârlılık çöküşü sarmalında giderek daraldığını somut biçimde ortaya koyuyor.
Niceliksel üretim artışlarının ardında saklanan yapısal zafiyetler, ülke ekonomisinin artık bir üretim ekonomisi olmaktan çıkıp maliyet yönetimi ve borç çevrim ekonomisine dönüştüğüne işaret ediyor
. Bir yanda reel bazda gerileyen satışlar, diğer yanda PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) verisi fabrikalarda uçan balyoz yerine sürünerek giden çekiç döneminin yaşandığına işaret ediyor. Sanayici purosunu yakmadan önce artık kapasite raporuna değil PMI verisine bakıyor. İç talebin kısıtlandığı, sıradan vatandaşın zorunlu ihtiyaçları için dahi harcama yapamadığı bir habitatta beklentilerin iyileştiğine dair söylemler karşılık bulmamaya başlıyor.
Üretim var, çaba var, istihdam var… ama kazanç yok. Daha doğrusu, kazanç var ama sonunda kâr hanesine değil, faiz giderleri kalemine hizmet ediyor.
Hal böyle olunca üretim sanki ekonomiye katkı için değil, faiz ödemek için organize edilen bir faaliyet gibi çalışıyor düşüncesi hakim oluyor. Tabii bu tablo sadece kâr değil, şirketlerin dayanma gücü açısından da çöküş anlamına geliyor.
Zarar eden firma sayısı gözle görülür biçimde artarken, bazı şirketlerin artık yalnızca adı yaşasın diye üretim yaptığı izlenimi doğuyor. Bir tür sanayiye ait nostalji turu gibi: Fabrika çalışıyor ama aslında anılara hizmet ediyor.
İSO 500 listesini her yıl bir başarı göstergesi olarak okumaya alıştık. Oysa bu yılki liste, daha çok “nasıl ayakta kaldık?” raporunu simgeliyor.
Sanayi sektörü, görünürde üretmeye devam ediyor ama içsel olarak tahammül etmekle meşgul gibi. Hem faiz, hem vergi, hem kur riski, hem talep daralması... Her biri sanayicinin sırtında ayrı bir yük. Buna rağmen üretim devam ediyor. Çünkü bu ülkede üretmek hâlâ ekonomik değil, vicdani bir sorumluluk gibi görülüyor.
Aslında sadece üretmek değil, üreterek güçlenmek asıl hedef olmalıdır. Bugünkü sistemle güç değil, sadece borç devşiriyoruz. Ve bu kısır döngü devam ettikçe, İSO 500 2025 listesi ne yazık ki bir başarı sıralaması değil güncellenen bir ekonomik alarm ziline dönüşecektir.
ACININ ENDÜSTRİYEL HALİ
Her şeye rağmen rapor Türkiye sanayi sektörünün üretim açısından hâlâ canlı olduğunu; ancak bu üretimin giderek sermaye biriktiremeyen, finansmana bağımlı ve teknolojik dönüşümden uzak bir hatta sıkıştığını ortaya koyuyor.
Faiz yükü, finansman giderleri, devreden KDV sorunu, iç talep daralması ve düşük teknoloji yoğunluğu gibi yapısal problemler; büyümeyi değil, borç yükünü genişleten bir ekonomik döngü inşa ediyor.
Kredi maliyetlerinin yükselmesi ve TL cinsi kredilere erişimin zorlaşması, sanayi firmalarını işletme sermayesi ihtiyacını başka borçlarla karşılama zorunluluğuna itiyor. Bu durum, reel sektörde üretimin döner sermaye ile değil, dönemez sermaye ile yürütüldüğü bir döneme işaret ediyor. Sanayi artık sadece üretim planı değil, nakit akışı ve borç çevrimi üzerinde dönen bir ayakta kalma stratejisi izlemek zorunda kalıyor.
Sanayi sektörü, hâlâ Türkiye ekonomisinin taşıyıcı kolonu olsa da bu kolonun altına artık daha güçlü bir finansal temel, teknolojik sıçrama ve politika desteği koymak zorunlu hâle geliyor.
Aksi takdirde İSO 500 listesi, başarıyı değil, birikmiş sorunları yıllık olarak belgeleyen bir ekonomik otopsi raporuna dönüşme riski ile karşı karşıya. Eğer “İSOT 500” verilerini okuyup hâlâ her şey yolunda diyorsak, ya gerçekten çok umutluyuz ya da ekonomik tat alma duyumuzu faizle birlikte kaybediyoruz. Yüksek faiz ortamı varlığını sürdürdüğü bu ortamda 2025 yılı liste başına plaket yerine bu acıyı dindirmesi için milli içeceğimiz ayran ikram etmek yerinde olacağa benziyor.
Her şey bir yana İSO 500 raporu, Türkiye sanayisinin sadece üretim değil, yapısal acı biriktirme kapasitesini de kurumsallaştırdığını gösteriyor; ortaya çıkan tablo ise kelimenin tam anlamıyla acının endüstriyel hâlini resmediyor.
Bizde yol yakınken dönemezsen daha da dönemezsin.


