Harcananlar kulübü Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Eskiden bir milletin istilaya uğraması için sınırlarına ordu dayanırdı; artık ekranın sağ üst köşesinde beliren bir indirim bildirimi yetiyor. Kaleyi içerden teslim etmişiz: kart bilgileri kayıtlı, “sepete ekle” refleks olmuş, akıl sağlığıysa hâlâ “kargoya verilecek” statüsünde bekliyor. Ticaret Bakanlığı’nın 2024 e-ticaret raporu, yalnızca sepetlerin değil, zihinlerin ve ilişkilerin de dijital pazar yerinin algoritmasına teslim olduğunu gösteriyor. Harcadıkça büyüyen bu vitrinde ekonomi değil, sadece sepetteki airfryer büyüyor. “Geçinemiyoruz” diyen biz, kampanya görünce yine dayanamıyor: Kaçmaz ya! deyip tıklıyoruz… Sonra bir bakıyoruz, kart limitleri daralmış ama alışveriş geçmişimiz hayli kabarmış.
Türkiye’de e-ticaret hacmi 2024 yılında TL bazında %61,7 artarak 3 trilyon TL’ye, dolar bazında %15 artarak 89,58 milyar dolara, işlem sayısı ise 5,91 milyara ulaşmış. Yani neredeyse her vatandaş yıl içinde ortalama 70 kez sepete bir şey atmış gibi görünüyor. Bu tabloya bakınca yoksulluk değil, taksitli umutlar çağı içinde yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Hele ki ortalama perakende sepet tutarının 875 TL olduğu bir düzende, bu sadece bir alışveriş değil; geçici bir ferahlık, taksitli bir kaçış ve kredi kartıyla alınmış bir teselli haline geliyor. Çünkü artık ihtiyaçlarımız değil, algoritmaların sunduğu fırsatlar alışverişi belirliyor. “Bugün al, 12 ay sonra öde” cümlesi yalnızca bir kampanya değil, aynı zamanda toplumsal psikolojimizin özeti gibi öne çıkıyor. Kazanmadan harcamaya, biriktirmeden tüketmeye alıştığımız bu ortamda, e-ticaret grafikleri dikine çıkıyor. Demek ki artık vatandaşın morali borsa endeksi enflasyon ya da kur ile değil, kargosu yola çıkmış mı çıkmamış mı bilgisiyle belirleniyor.
Sepetler doldukça akıllar boşalıyor, dijitalleşme hızlandıkça gerçek ihtiyaçla lüks arasındaki çizgi silikleşiyor. Böylece sadece ürün değil, zaman, dikkat, umut ve gelecek de sepete eklenmiş oluyor.
İşin en ironik tarafı şu ki: Türkiye’de 600 bini aşkın e-ticaret işletmesi var ama bunların %72’si hâlâ düşük hacimli mikro işletmelerden oluşuyor. Yani memlekette neredeyse her sokak arasında bir girişimci, umutla klavyesine sarılıp “acaba bu hafta üç filtre kahve daha satar mıyım?” diye bekliyor.
Dijital dünya fırsat eşitliği sunar derlerdi, ama görünen o ki burası da bildiğimiz hayat gibi: Yüzde 2’lik bir elit, devasa işlem hacimleriyle zirvede sefa sürerken, geriye kalanlar kargo ücretini müşteriden mi çıkarsam, zararına kampanya mı yapsam ikileminde boğuluyor
. Yani dijitalin de sınıfı gün yüzüne çıkıyor. Ünlü influencer’lar,
büyük markalar ve dev platformlar algoritmanın gülü olurken; küçük esnaf için aynı algoritma, bazen sadece bir tost makinesi taksitine sıkışmış hayal kırıklığına dönüşüyor.
SEPETTE NE VAR
E-ticaret raporunun en eğlenceli ve biraz da hüzünlü kısmı, sepette en çok nelerin yer aldığı. En çok sipariş edilen ürün: Hamburger. Onu sırasıyla döner, pizza, kebap ve lahmacun takip ediyor. Yani ülkece kalp damarlarımızı tıkanma eşiğine getirirken, bir yandan da kampanyalı menülerle ruhumuzu avutmaya çalışıyoruz. Sağlıklı yaşam üzerine sayısız içerik tüketiyoruz ama iş uygulamaya gelince, saat gece 23.00’te hep birlikte doymayan mide sendromuna teslim oluyoruz.
Tüketim artık ihtiyaçtan değil, hayat enerjisi düşerken sepete bir şey atmakla moral yükseltme motivasyonundan besleniyor. Kimimiz aradığı huzuru %20 indirimli mutfak robotunda, kimimiz 39.99 TL’ye düşmüş kargo ücretinde bulmaya çalışıyor.
Modern çağda meditasyon yerini kargo takip sayfası yenilemeye, şükür yerini “ücretsiz iade hakkı”na bırakmış gibi duruyor.
HARCAMAKTA ÖZGÜR, ÖDEMEKTE MAHKÛM
Alışverişlerde kart kullanımı %66 ile zirvede. Çünkü vatandaş artık kredi kartıyla sadece alışveriş yapmayı değil, hayatta kalmayı öğrenmiş durumda.
Üç ay ertelemeli, on iki ay taksitli bir hayatın içinde, kazanmadan harcamanın, ödemeden yaşamanın yollarını algoritmalarla birlikte keşfetmişiz. Sanki her işlem sonrası ürünle gelen şey, “ömür boyu garanti” değil; ömür boyu borç oluyor.
Artık borçlu olmak bir ayıp değil, bir yaşam biçimi haline geliyor. Ve bu yaşam biçiminin sembolü cüzdan değil, “ödemeniz alınamadı” uyarısında vücut buluyor. Harcarken kahraman olan biz, öderken figüran kimliğine bürünüyoruz. Ancak geldiğimiz noktada kartı temassız okutsak da, içinde bulunduğumuz ekonomik sıkışmışlık ve gerçeklik bizden fazlasıyla “temas” bekliyor.
SEPETLER DOLU, GELECEK BELİRSİZ
Evet, Türkiye dijitalleşiyor. Ama bu dijitalleşme beklendiği gibi ne üretim yapısını dönüştürüyor, ne de insanın anlam arayışını derinleştiriyor. Daha çok alışveriş alışkanlıklarımızı optimize eden bir yüzey yenilemesine benziyor. Üretmeden tüketmeyi, düşünmeden satın almayı, hissetmeden ödemeyi öğretiyor. Giderek tüketen bir toplum olmaktan çıkıp, tüketileni meşrulaştıran bir topluma dönüşüyoruz.
Harcamak artık bir ihtiyaç değil; duygularımızın, yalnızlığımızın, belirsizlikler karşısında yaşadığımız çaresizliğin dijital çıkış kapısına dönüşüyor. Kimimiz kampanyalı blender ile hayata tutunuyor, kimimiz indirimli kargo fırsatıyla ertelenmiş hayallerini taşıyor.
Geldiğimiz noktada artık hepimiz “Harcananlar Kulübü” üyesiyiz. Birlikte harcıyoruz, birlikte erteliyoruz, birlikte borçlanıyoruz. Bu kulübün belki aidatı yok ama var olan taksitleri ve faizi giderek geleceğimizi ipotek altına alıyor.
Bizde
kendi yolunu bulamayan tüm yolları boşa yürür.


