Ankara’da baş döndüren trafik: İsrail’in elini gördük Yahya Bostan
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Önceki gün Ankara’da Suriye mesaisi vardı.
Apar topar bir ziyaretler silsilesi.
Suriye Dışişleri ve Savunma Bakanları ile istihbarat başkanı Türkiye’deydi. Önce Dışişleri, daha sonra Milli Savunma Bakanlığı’na gittiler. Trafiğin görünür yüzü Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan basın toplantısıydı.
Bakan Fidan’ın SDG/YPG’ye yaptığı “Son uyarı” önemliydi.
Ayrıca MSB’de imzalanan mutabakat muhtırası dikkat çekiciydi.
“Bu gelişme ne anlama geliyor; Türkiye, SDG/YPG’ye müdahale mi edecek” gibi sorular çokça soruluyor. Ben Ankara mesajının SDG’yle birlikte İsrail’e de verildiğini düşünüyorum. Bu ne demek? Anlatayım. Ama önce sahadaki son durumla ilgili gözden kaçan çok önemli gelişmeleri aktarmam gerekiyor.
SÜVEYDA’NIN ÖNCESİ SONRASI
Yeni Suriye yönetiminin dört öncelikli gündemi vardı. Bir. Kurumsal kapasite inşası. İki. Halkın ekonomik beklentilerinin karşılanması. Üç. Uluslararası meşruiyet. Dört. Ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin sağlanması.
Geçtiğimiz ay meydana gelen
Süveyda olaylarına
kadar ilk üç maddede önemli gelişmeler yaşandı. Yapılan uluslararası görüşmeler, kaldırılan yaptırımlar, verilen çok uluslu, milyar dolarlık ihaleler, Azerbaycan gazının Suriye’ye ulaşması ve benzeri… Taşlar yerine oturuyordu. Bunu İsrail de görüyordu. Ve düğmeye basıldı.
Nitekim İsrail’in hedefi bölünmüş, zayıf bir Suriye’dir.
Süveyda olayları ve İsrail’in Şam’ı vurması önemli sonuçlara yol açtı. Sıralayalım:
Bir. ABD, -hala- Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana ancak İsrail’i yönetemiyor.
Temsilci Barrack temas trafiğini sürdürse de kendisini geri çekti.
Süveyda olaylarından hemen sonra yaptığı açıklamada (22 Temmuz) Şam yönetimine “
Bölgesel güvenlik desteği araması
” tavsiyesinde bulundu. Bu “Ben etki sınırıma ulaştım” anlamı taşıyordu.
İki. Şam yönetimi bunun üzerine
Türkiye’den resmi savunma desteği
talebinde bulundu.
Üç.
Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani
de Moskova’ya gitti. Bu ziyaretin ardından Suriye’de Rus askerinin kullandığı Hmeymim ve Kamışlı üslerinde tadilat çalışması başladı.
Moskova, Şam’dan liman da istiyor.
Dört. Fransa, Suriye’ye destek adı altında, Şam-SDG görüşmelerini Paris’e taşımaya çalıştı. Fransa’nın SDG ile ilişkisi ve Şam’ın zayıf eli düşünüldüğünde bazı dayatmaların yaşanabileceği açıktı. Ankara’nın müdahalesiyle bu engellendi.
Beş. SDG/YPG ayrılıkçı tutumunda yeni bir aşamaya geçti. İlk aşamada, Barzani’ye yakın ENKS grubuyla bir araya gelmiş, Şam’la müzakereler öncesinde ortak tutum belirlemişti (Kamışlı Kürt Ulusal Konferansı, 26 Nisan). Bu tutum “Ademi merkeziyetçi” bir yapı isteğiydi. SDG/YPG ayrıca 10 Mart anlaşmasına aykırı olarak silah bırakmayacağını da açıkça beyan etti. Süveyda sonrası yeni durum şudur:
SDG/YPG, bu ayrılıkçı tutum için Suriye’deki bazı Alevi gruplar ve Dürzi Hicri grubuyla işbirliği yapmaya başlamıştır
(Haseke Ortak Tutum Konferansı, 8 Ağustos). Bu ülkenin parçalanması anlamına gelir. Apar topar ziyareti gerektiren durum budur.
TEL AVİV MOSKOVA’DAN NE İSTEDİ?
Daha önce yazmıştım. Netanyahu, askeri sekreteri R. Gofman’ı Moskova’ya göndermiş,
Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını sürdürmesini istemişti
(Bakınız;
Netanyahu Türkiye’den Korktu, 4 Nisan
). İsrail, Suriye’nin dört nüfuz alanına bölünmesini istiyordu: Kuzeyde Türkiye ve ABD (yani SDG), batıda Rusya, güneyde İsrail, geri kalanında Suriye. Bu eski statükonun devam edeceği anlamına geliyordu. Esad dönemi statükosu… Zayıf bir Şam, parçalanmaya müsait bir denklem. Ve İsrail ile Rusya’nın yazılmamış anlaşmasıyla, İsrail’in ülkede operasyonel özgürlüğü…
İsrail’in, Süveyda nedeniyle Şam’a saldırısı, Şam ordusunu bölgeye sokmaması, Süveyda’nın silahsızlandırılmasını istemesi ve şimdilik bunu başarması mevzi kazanımdır. İsrail’in Şam’a saldırarak Suriye yönetimini Moskova ile ilişki kurmaya zorlaması ikinci mevzi kazanımdır. Nitekim; ABD’nin Suriye’ye desteği, Rus ve İran varlığı şartına bağlıydı. Moskova ile ilişkilerini ilerleten Şam, Washington’un gözünden düşecektir. İsrail’in amaçlarından biri de budur.
İsrail’in üçüncü kartı Davut Koridoru’dur
(İsrail’in kafasında Golan’dan başlar, Süveyda’dan geçer, SDG’nin kontrolündeki Deyrizor’a, oradan da bizim sınırlarımıza ulaşır). SDG/YPG’nin “insani yardım” adı altında Süveyda’ya ulaşma çabası, daha sonra Haseke’deki Ortak Tutum Konferansı’na Hicri grubunun davet edilmesi, SDG’nin 10 Mart anlaşması uyarınca ve tüm uyarılara rağmen, Arap nüfus yoğunluklu Deyrizor’dan çekilmemesi göstergedir.
SDG/YPG ARTIK İSRAİL’İN PROKSİSİ
5 Ağustos’ta, “Suriye’de proksiler üzerinden bir gerilim ihtimali artıyor” diye yazmıştım (Bakınız;
Komisyonun Odağı… YPG kliği…
). SDG içindeki bir klik İmralı çizgisinden çıkmış, SDG/YPG’yi İsrail’in proksisi haline getirmiştir.
Nitekim Bakan Fidan, Suriyeli mevkidaşıyla basın toplantısında açık konuşmuştur. “Artık tolere etmekte zorlanıyoruz” demiştir. “Kimse enayi değil” vurgusu yapmıştır.
SDG/YPG için “İsrail'in maşası” ifadesini kullanmıştır.
Bunlar SDG’ye “Orada dur” mesajıdır. İsrail’e de “Hamle yapma, maşanı kırarım” demek değil midir?
Aldığım bilgiye göre, yakında şunu göreceğiz: Türkiye ve Suriye, imza altına aldıkları mutabakat muhtırasını kapsamlı bir savunma, işbirliği anlaşmasına dönüştürecek.
Analizime göre, yakında şunu da görebiliriz: SDG, Arap nüfus yoğunluklu bölgelerden -özellikle Deyrizor- çekilmez, 10 Mart’ta verdiği sözleri tutmazsa Şam yönetimi ve aşiretler harekete geçebilir. Türkiye doğrudan müdahale etmez ama destekler.


