At gözlüğü Gökhan Özcan
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Bizim dünya dediğimiz şey kendimiziz aslında; kendi bildiğimiz, kendi yaşadığımız, kendi anladığımız, kendi sevdiğimiz ve yine kendi nefret ettiğimiz şeylerle sınırlı bir şey! Hayattan ne anladığımız kendi insanî kapasitemizin, idrakimizin, bilincimizin izin verdiği kadar! Başkalarının dünyası da kendi insanî çapları kadar! Şaşmaz doğrularımız var ya, hepsinin menzili bizim son sınırlarımızda bitiyor. Hepimiz bir gezegenin içinde topluca ve aynı zamanda kendi iç dünyasında tek başına yaşayan varlıklarız. Gerçeklik dediğimiz şeyin genişliği, içinde yaşadığımız fanusun vadettiği, izin verdiği kadar. Ufku durduğumuz yerden görebildiğimiz kadar… Ama işin cilvesi o ki, herkes o fanusu bütün bir alem sanıyor ya da bu yalana bir şekilde kanıyor. Bir şeyleri derinliğine anlamak ve kavramak, hayata daha geniş ve derin bir zaviyeden bakmak noktasında aşamadığımız en büyük engel bu olmalı!
“Hiç kimse kendinden fazlasını göremez. Herkes başkasında, kendisi olabildiği kadarını görür, kendi zekâsı ölçüsünde anlayabilir. Bu zekâ düşük türden ise, tüm zihinsel yetenekler, -en büyükleri bile- onun üzerinde etkide bulunamayacaklar ve o bu yetenekleri algılayamayacak, sadece kendisiyle ortak olan zayıflıkları, mizaç ve karakter eksikliklerini algılayacaktır” diyor Arthur Schopenhauer, ‘Hayatın Anlamı’ isimli kitabında.
Dünyamız bizdekinden başka olanı anlamaya, başkaları gibi hissetmeye gayret ettiğimiz ölçüde genişleyebilir. İnsanın kendine hapsolması en sınırlayıcı şey! Çoğumuz kendimizden ötesini göremediğimiz için ya da belki daha doğru deyişle kendimizden fazlasını göremediğimiz için kısır bilinçlerle yaşamaya mahkûm oluyoruz. Bu pek çoğumuzun farkında bile olmadığı bir at gözlüğü! Bizi her şeye dar açıdan bakmaya mecbur ediyor. Sonsuz ihtimallerle her an hiç durmadan zenginleşmekte olan alemi, o değişkenliği ve doğurganlığı içinde kavramamıza engel oluyor. Ve yine kendi anladığımız kadarda sabitlenip katılaşan zihinlerimizi tıkanma noktalarını bir türlü aşamaz hale getiriyor. Yaşayan bir organizmanın nefes almakta güçlük çeken hücreleri gibi yaşamak durumunda kalıyoruz. At gözlüklerinden kurtulmak zorundayız. Varlığın sonsuz doğasıyla tanışmak, bizi kendi döngüsüne mahkûm kılan tek kişilik fanusları kırmak tek çaremiz. Fizik alemde bir şeyi yapmanın zorlukları var; metafizik alemde ise her şey bakış açını, istikametini, yönelişini değiştirmene bakıyor aslında. Yapmadığımız, yapmaya yeltenmediğimiz şey belki de bu!
Kelimeler noktanın varlığının farkındadır, önlerine çıkacak diye endişe duymaz, telaş etmezler. Noktanın anlatıya nefes alıp verme imkânı verdiğini bilirler. Noktalardan sonra anlatılar devam eder. Peki nokta bir anlatının iki ucunu bir nefes molasında bir araya getirdiğinin farkında mıdır? Değilse, çok yazık, o nokta anlatının dışında kalır!
Dalından düşen bir meşe palamudu, ormanın sonsuz hikayesinin de dışına mı düşer?
İnsan bilinçtir, bilinci zayıflayınca insanlığı da zayıflar.
Titus Burckhardt, ‘Aklın Aynası’ isimli kitabında insanın aşması gereken kritik bir engeli işaret ediyor: “Kendini bilmek insan doğasındaki uçurumların ölçüsünü tartmayı ve tutkulu nefisten kaynaklanan her türlü kendini aldatma biçiminden kurtulmayı gerektirir: Bundan daha büyük bir kendini inkâr etme biçimi ve bundan dolayı da daha büyük bir kefaret yoktur.”
“Madem ki buğday dedin” dedi meczup, “o vakit durma, himmeti buğdaydan iste!”


