Gördüğünü görmek Gökhan Özcan
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
“Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orada neler olup bittiğini bilmiyorum” diyor muhteşem kitabı ‘Malte Laurids Brigge’nin Notları’nda Rainer Maria Rilke.
Göremediğimiz şeyler bir gün herhangi bir sebeple bizim için görünür hale geldiğinde görme kabiliyetimizin aslında yeterince keskin olmadığını farkediyoruz. Gözümüzün önünde duran, orada cereyan eden, yanı başımızdan geçip giden öyle önemli şeyler var ki, onlarla yüz yüze geldiğimizde ancak ‘görünür oluyor’ bizim için yarı kör bir halde yaşayıp gittiğimiz gerçeği! Ve ancak o zaman itiraf ediyoruz kendimize: Meğer ne kadar eksikmiş bizim insan, dünya ve içlerinde olup bitenler hakkında gördüklerimiz!
“Sana kendimi farkettirmek için neler yaptım yıllar boyunca, dönüp bakmadın bile!” dedi adam. “Ben bakmayı daha yeni yeni öğreniyorum!” diye geçirdi içinden kadın.
Düz bir bakıştan, sathi cevaplarla yetinen bir yönelişten kendini gizler çoğu zaman hayat. Gerçek ve derinliğine arayan bir merakla, özüyle görmeyi uman bir yönelişle bakınca görebilir ancak insan bundan daha fazlasını. Günler dinlemeyi bilmeyenlere anlatmaz pek asıl hikayesini. Derinliğine bakmayan, ayrıntılara odaklanmayan, bulmayı samimiyetle istemeyen bakışlardan gizler o hikayeler kendilerini. Görmek diyebilir miyiz buna o halde; bütün bu ayrıntılar, bütün bu duygular, bu düşünceler, bu izler, görünümler usul usul birikmiyorsa hafızamızda?
Bir Van Gogh resmini düşünelim; ‘Yıldızlı Gece’ yahut ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’ mesela… Gölgeleri, ara tonları ve renk karışımlarını çekip alsak tablodan, geriye şeklen hâlâ yıldızlı bir gece, bir buğday tarlası ve kargalar kalabilir belki ama bir Van Gogh bakışı ve görüşü bulunabilir mi o tablolarda? Ya Van Gogh’un o tablolara yansıttığı düşünceleri ve duyguları? Her gördüğümüz şeyin bir görünmeyen derinliği, bir ruhu, bir sesi, bir sözü olduğunu bilmek gerekiyor. Aksi halde şeyleri görebiliyor ama onları var eden hikâyeden habersiz kalıyoruz. Şimdilerde pek çoğumuzun yaşadığı görme kayıpları işin bu tarafında ortaya çıkıyor. Ve belli ki sıkıntı gözlerimizde değil!
“İnsanlar bizden çok şey bekliyor diye düşünüyorum bazen” diye hayıflandı gözlükçünün vitrinindeki gözlüklerden biri. “Evet ya, görmeyi bilmeyene biz ne yapalım?” diye söylendi diğeri buna karşılık.
Rilke’nin aynı eserinden birkaç satır daha okuyalım: “Hayır, hayır, dünyada hiçbir şey tasarlanamaz, en küçüğünden bile olsa. Her şey, önceden kestirilmesi imkansız, pek çok, ama bir defalık ayrıntılardan meydana gelmiştir. Gözünün önüne getirirken insan, bunları görmeden geçer ve çabukluk içinde atladığını fark etmez bile.”
“Yakın gözlüğümü evde unutmuşum!” diye söylendi oturanlardan biri. “Bu uzağı da iyi göremediğini anlaman için iyi bir fırsat!” dedi muzipçe diğeri.
Her şeyi hakikatiyle göremiyor olmanın önündeki en büyük engel görmek zannı, yani vehmidir. Bu zaaf, kişinin görme yükünü sadece iki gözünün sırtına yüklemesi ile ortaya çıkar. Görmek için göz lazımdır gerçi ama; gördüğündeki mânâ ve hikmeti bilebilmek için bir çift değil, bin çift göz dahi yetmez!
“Bil ki hakikat aşikâr şu alemde” dedi meczup, “kim ki ben gördüm der, zinhar göremez!”


