Avrupa güvenliğinde otonomi sorunu Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Dr. Muhammed Çağrı Bilir / Yıldız Teknik Üniversitesi
Beyaz Saray geçtiğimiz hafta Avrupalı liderler ile Donald Trump’ın görüşmesine ev sahipliği yaptı. Toplantıda Trump’ın masasının karşısında yan yana oturan Avrupalıların olduğu küçük düşürücü bir oturma düzeni göze çarparken, bu durum taraflar arasındaki hiyerarşiyi yansıtan ikonik bir fotoğrafın da ortaya çıkmasını sağlamış oldu. Ancak toplantı formatına gelen eleştirilerin gölgesinde, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Ukrayna’da olası ateşkes sonrası Rus yayılmasını caydırmak adına Ukrayna’da kapsamlı bir askeri misyonun başlatılması gerektiğini açıklayarak yeni bir tartışma başlatmış oldu.
Aslında Şubat 2025’te benzer şekilde İngiltere Başbakanı Starmer de bu seçeneğin masada olabileceğinin sinyallerini vermişti. Buna karşın ABD tarafı olası bir operasyonun bütün askeri ve politik maliyetlerini Avrupalıların yüklenmesi durumunda belki hava desteği verebilecekleri yönünde açıklamalar yapıyor. Ancak sahaya asker göndermek veya doğrudan böyle bir inisiyatife liderlik etmek gibi bir ihtimal kesin bir dille reddediliyor. Dolayısıyla "ABD liderlik etmezse Avrupalılar böyle bir operasyonu yapabilirler mi" sorusu da öne çıkıyor.
Bu noktada Avrupalıların Ukrayna’ya asker gönderme seçeneğini tartışmak için aslında Avrupalı denildiğinde tam olarak neyin kastedildiğinin berraklaşması gerekmektedir. Öyle ki merkezinde Fransa ve İngiltere’nin olduğu olası bir operasyondan söz edildiğinde karşımıza NATO, AB Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası yahut bağımsız bir koalisyon ihtimali çıkar ki bunların her biri için ayrı senaryolardan bahsetmek mümkün.
TRUMP NATO DAHİLİNDE UKRAYNA’DA AKSİYON ALMAZ
İlk olarak NATO dahilinde kurgulanacak bir operasyon ihtimali doğrudan Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı işgalin gerekçelerinden birine yönelik tırmandırmaya işaret eder. Putin için Ukrayna’dan batı etkisinin kırılması gerekliliği yani NATO ve hatta AB’nin aslında Ukrayna’ya yönelik genişlemesinin önüne geçilmesi gerekliliği bir kırmızı çizgi olarak tanımlanıyor. Ateşkes şartları olası bir toprak takasını içerse dahi yani sahadaki mevcut Rus kazanımlarının garanti altına alındığı bir senaryoda bile NATO’nun Kiev’e konuşlanması Rusya’nın müzakere edeceği bir seçenek değil. Ancak NATO’nun oy birliği prensibi de düşünüldüğünde operasyon kararının çıkması demek Amerikan vetosunun olmadığı yani doğrudan Amerikan caydırıcılığının da sahada olması anlamına geliyor. Dolayısıyla böyle bir durumda Ukrayna’da kriz de çözülmüş olacaktır. Ancak bu en düşük ihtimal olarak karşımıza çıkıyor çünkü Obama’dan bu yana Amerika’nın süregelen stratejisi bu gibi krizlerin maliyeti askeri olarak da politik olarak da yüklenmemek üzere kurgulanmış durumda. Hatta Ukrayna’yı silahlandırmanın maliyeti bile Trump için bir parazitten ibaret. Bu sebeple mevcut şartlarda Trump’ın NATO dahilinde Ukrayna’da aksiyon alması mümkün değil.
AB ÜYELERİ KENDİ ARALARINDAKİ REKABETE GÖRE HAREKET EDİYOR
Avrupalılar AB çatısı üstünden tanımlandığında ise krizlere askeri olarak müdahale etmenin belli bir paterni olduğunu söylemek mümkün. Normalde AB üyeleri Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) adlı mekanizma ile krizlere müdahale edecek askeri altyapıya sahip. 2003 yılından itibaren Bosna, Makedonya, Kongo yahut Somali açıkları gibi alanlarda askeri varlık gösteren OGSP’nin hareket tarzına bakıldığında, uluslararasılaşmış kriz alanlarında BMGK kararıyla varlık gösterildiği göze çarpıyor. Yani Rus yahut Çin muhalefetinin olmadığı ve en azından ABD’nin politik desteğinin olduğu kriz alanlarına müdahil olabiliyorlar. Bu da AB üyelerinin riskten kaçındıklarını gösteriyor. Ancak Libya iç savaşı örneğinde olduğu gibi krize yönelik Amerikan yaklaşımı eğer muallaktaysa yani Amerikan angajmanından emin olunamıyorsa, Rus ve Çin tehlikesi yoksa bile AB içinde bir konsensüs oluşamıyor. Çünkü kendilerine doğrultu tayin eden ABD’nin somut bir tavrı olmadığında üyeler kendi ajandalarına dönüş yaparak aslında kendi içlerindeki rekabete dayalı pozisyon alıyorlar. Bu da Libya’da veya stratejik önemi olan bir coğrafyadaki bir krizde Fransa’nın potansiyel kazanımının Almanya için bir problem teşkil etmesi anlamına geliyor.
KALICI ATEŞKES OYUNU DEĞİŞTİREBİLİR
Bugün Ukrayna sahasında ABD’nin izolasyon stratejisiyle paralel gelişen politikaları, açık şekilde krizin askeri ve politik maliyetini Avrupalıların sırtına yükleme eğiliminde. Yani hem Amerikan caydırıcılığı yok hem de uluslararasılaşmış bir krizde doğrudan Rus tehdidi var. Bu ortamda sahaya asker göndermek ancak ve ancak Trump-Putin görüşmelerinde sınırların net çizildiği bir ateşkesle mümkün olabilir. Diğer bir deyişle Trump’ın taviz vererek veya zorlayarak Putin’i razı ettiği ve kalıcı olmasını sağladığı bir ateşkesle gerçekleşebilir. Burada kalıcı ateşkes kavramı oyun değiştirici etkiye sahip. Ateşkes şartlarının Putin’i tekrar harekete geçmekten caydıracak şekilde kurgulanması aynı zamanda Trump’ın süregelen izolasyon hedeflerinden vazgeçerek Rusya’yı caydırmayı taahhüt etmesi anlamına gelir. Böyle bir ortamda da aslında Ukrayna’nın ateşkes sonrası elinde kalan topraklarında Avrupalılar için steril bir operasyon alanı da oluşmuş demektir. Ancak mevcut şartlara bakıldığında toprak takası ihtimali bile taraflar arasında konuşulurken bir Amerikan caydırıcılığından bahsetmek mümkün değil. Dolayısıyla geçici bir ateşkesin bile oluşması tamamen Putin’in inisiyatifinde gözüküyor.
FRANSA VE İNGİLTERE MASAYI TERS ÇEVİREBİLİRLER Mİ?
Bu noktada Ukrayna meselesinin akıbetini yani Avrupa güvenliğini Trump’ın tercihleriyle sınırlamanın bir hata olduğu görüşü yaygın. Hatta Fransa ve İngiltere gibi aktörlerin masayı ters çevirmesinin vakti geldiği söyleniyor. Yani İsrail’in İran’a açtığı savaş gibi Trump’ın bölgesel öncelikleri kendi önceliklerinizle uyuşmuyorsa, bölgesel dengeleri dönüştürerek Trump’ı da buna ayak uydurmaya mecbur bırakmak bugün bir seçenek olarak sunuluyor. Elbette nükleer güçler olarak İngiltere ve Fransa bu adımı atarsa Rusya ile konvansiyonel bir savaş ihtimali oldukça zayıf. Dolayısıyla Ukrayna sahasında bu iki aktörün asker bulundurması bir anda Putin’in de hareket alanının daraldığı bir oldubitti yaratabilir. Diğer bir deyişle Trump için ikna etmesi gereken bir Rusya sorunu da kalmaz. Tıpkı ABD-İran nükleer müzakerelerinde olduğu gibi, İsrail müzakere konusu olan nükleer tesisleri vurduğunda ve İran hava savunma sistemlerini bertaraf ettiğinde Trump bunu engellemek yerine yeni şartlara ayak uydurarak bir operasyon da kendisi yaptı. Diğer bir deyişle Trump İsrail eliyle elde edilen zaferi sahiplenmek için sıfır maliyetle sahaya inmeyi tercih etti.
Ancak İngiltere ve Fransa’nın Ukrayna’da sahayı bu şekilde dönüştürmesi ne kadar kulağa mantıklı geliyor olsa da burada bir otonomi problemiyle karşı karşıyayız. Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki ilişki bir asimetriye dayanan müttefiklik dinamiklerinin ötesinde neredeyse adı konmamış bir hiyerarşi ile sürdürülüyor. Dolayısıyla İsrail gibi ABD’yi bir şeylere mecbur bırakacak düzeyde dış politika kararları almak bu aktörlerden şu an için beklenmemesi gereken bir durum. Yani Macron yahut Starmer’in askeri operasyon çıkışları aslında Trump’ın gözünde birer parazitten ibaret olan Avrupalıların Ukrayna’nın güvenlik maliyetlerini yüklenmeye gönüllü oldukları imajıyla Trump’ı idare etme çabalarının bir ürünü.


