AYA Sanat ve Düşünce Vakfı Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Kardeşim ve yayıncım
A. Ali Ural’
ın yıllardır zihninde taşıdığı bir proje, sayıları gittikçe azalan
vakıf-adam
larımızdan
Ramazan Arıtürk’ün
yüreklendirmesi ve maddi desteğiyle, nihayet kuvveden fiile çıktı:
AYA Sanat ve Düşünce Vakfı.
Başka bir görevimle çakışması nedeniyle AYA’nın yakın zamanda gerçekleşen açılışına katılamamıştım. Vakfın emektarlarından öykücü
Hümeyra Yabar’ın
, vakıftaki ilk sohbet teklifini -bu kusurumu telafi etmeme de vesile olacağı umumuyla- tereddütsüz kabul ettim ve geçtiğimiz cumartesi günü AYA’da bulundum. Sohbeti teşrif eden
Hüseyin Akın
ve diğer dostlarla hasret giderdik, AYA’nın Yazarlık Atölyesi’ne mensup kardeşlerimle sohbet ettik.
Kültür, sanat ve düşünce hizmetlerinin vakıfların -ve vakıf ciddiyetindeki derneklerle, özel toplulukların- çatısı altında sürdürülmesinin önemine peşinen inananlardanım. Elbette ilgili mahalli idarelerin, üniversite vb. kültür birimlerinin ve dolayısıyla bürokrasinin şunca zamandır yaptıkları ilgili faaliyetleri yok saymıyorum.
Ancak “resmi” tanımlı bu işlerde kadroları, sosyal rolleri gereğince işin asıl sahipleri, halkın her kesimiyle birlikte olmamaktadır. Onların telafisi zor olan durumu etkinlikler yoluyla aşmaya çalışmaları ve böylece entelektüel kesime ulaşmayı hedeflemeleri de makul görünmektedir.
Fakat kendi içinde makul görülebilen bu durum, işin yani faaliyetin asıl
sahiplerinin görünme
lerindeki kaçınılmazlığı da ifade etmekte yani hemen her zaman isimler işin önüne geçmektedir.
Bunu genel planda “Bal tutan parmağını yalar, zafer komutana aittir” vb. söyleyişlerle normalleştirmeye çalışsak da yine de onlara
aracı
olanların, daha açık bir söyleyişle oralarda
kullanılanların
hep bir eksiklik, mutmain olamayış hatta kekrelik yaşadıklarını inkar edemeyiz.
Bu olgu, oluş ve ihtimallerin geçerli olmadığı tek yapı ise kültür, sanat, edebiyat, düşünce… vakıflarıdır. Elbette devlet nimetlerinden pay sahibi olmak için kurulmamışlarsa…
İşte bu fark mezkur müessseleri kuruluş senetlerinde belirtilen hizmetlerin çerçevesi içinde tutmakta ve hem kaydi hem de entelektüel bir samimiyeti de kendiliğinden üremektedir. Dolayısıyla bu vakıfların yaptıkları faaliyetler daha baştan
niyetlerindeki temizliğe
karine olabilmekte,
tevfikin
sadece ve sadece Allah’tan beklendiği bir kul gayretiyle her iş kendi samimiyeti esasında ifa edilebilmektedir.
Bu manada varlıkları ve faaliyetleri gönlümü gönendiren Bilim ve Sanat Vakfı (
BİSAV
), Bilim Kültür ve Sanat Derneği (
BİKSAD
), İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı (
İSAR
),
Ketebe
.
org
ile daha birkaç müesseseye AYA Vakfı’nın da eklenmesinden büyük bir sevinç duyduğumu, bu sevincimin vakfın kuruluş bildirgesinde dile getirilen şu hususlarla da değerli bir zemine kavuştuğunu iletmeliyim:
“…
Adorno
, kültür endüstrisini daha 1940’lı yıllarda sert dille eleştirenlerdendir. O aydınlanma çağıyla insanın elde ettiği düşünme, kendi kararını aklıyla verme, yani bireyselleşme hakkına karşı girişilmiş bir hareket olarak kabul eder kültür endüstrisini ve onu
aydınlanma karşıtı
olarak tanımlar. Görünmeyen bir esaret söz konusudur.
Chomsky’nin
ifadesiyle, ‘Ne yiyeceğimiz ne giyeceğimiz ne yapacağımız ve de en önemlisi ne düşüneceğimiz, farkına varmaksızın başkalarının arzularıyla belirlenmektedir.’
Kültür endüstrisinin egemenliğini koruyan şeytani bir sigortası da var. Eleştiri mekanizmasının ortadan kaldırılması.
Emri bi’l-maruf nehyi ani’l- münker
’in devre dışı bırakıldığı bir dünyada insanın uyanma rüyası elinden alınmıştır. (…)
Büyük bir kültürel yıkımla karşı karşıyayız. Binlerce enkaz kaldırılmak için arama kurtarma ekiplerini beklerken deprem olmamış gibi hayatımızı sürdüremeyiz. Sorumluluk şuuruyla enkazdan bir tuğla olsun kaldırmak milli, İslâmî hatta insani bir görev haline gelmiştir. (…)
İnsan kendinden hoşnut olmadığı zaman başkalarının ağına düşer. Kendimizden hoşnut olmak içinse kültürel köklerimizle buluşmaktan başka çaremiz yoktur.
Kendi Gökkubbemiz
diye boşuna söylememiştir şair, başka kültürlerin göğü altında yaşayanların ne ayı vardır ne yıldızı. Biz
AYA SANAT VE DÜŞÜNCE VAKFI
’nı kurarken işte bu duygu ve düşüncelerle yola çıktık. Ay yıldızın altındaki
Aya
otağı ustalarla çerağları aynı ateşin etrafında toplayan bir
Dede Korkut
ocağı olsun istedik. Vakfın kapılarının
29 Mayıs
’ta açılması kültürel fethin neferleri için bir duadır. Birbirinden ayrılmaz kardeşler olan sanat ve düşünce ise rüyamızın ana direkleridir. İşaretimiz
Türk otağı
, şiarımız,
Yerden Göğe İnsan’dır
.
AYA Vakfı’nın kuruluşunu tebrik ediyor; inşallah Eylül 2025’ten itibaren başlayacak olan faaliyetlerini iple çekiyorum.


