Ayarı kaçan şeyler Gökhan Özcan
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Derinliğine bakışımızı yitirdik sanki! Hayata, eşyaya, insanlara, bunlar arasında olup bitenlere bakarken yekpare şeyler görüyoruz, neredeyse geometrik keskinlikte şekiller… Girintisiz çıkıntısız yüzeyler, detaysız, inceliksiz ve hikayesiz görünümler… Hayat bu kadar köşeli ya da bu kadar hesabı yuvarlanabilen bir şey olmasa gerek! Her şeyi lego gibi birbirine eklemlenebilir görmek yanıltıyor bizi. Birbirine uymayacak parçaları birbirine eklemeye çalışıyoruz sanki sürekli. Uymuyor oysa hiçbiri bu parçaların bir diğerine. Onları girinti çıkıntıları ile, birbirine uymaz yanları, ince detayları ve kendine özgülükleri ile görebilsek, tanıyabilsek ve anlamlandırabilsek bu kadar itmeyecek belki her şey her şeyi. Buradan sadece herkesin içini daraltan bir gerilim doğduğunu görmemiz gerek… Zorlanmaması gereken şeyleri zorlanmaması gereken yerlerinden zorlayıp duruyoruz sürekli.
İzlediğimiz filmlerde zaman zaman teknik bir arıza ortaya çıkıyor ve görüntülerle altyazı senkronu bozuluyor. Dolayısıyla filmde ne olup bittiğini anlayamaz hale geliyoruz. Şimdilerde insanlarla aramızda da benzer bir senkron tutturamama problemi oluşuyor sanki. Herkes durmadan konuşuyor ama hiç kimse kendi dünyasının dışında ne olup bittiğini tam olarak anlayamıyor.
İnsanların konuşa konuşa anlaştıkları doğrudur ama dilleri, kelimeleri, bunlara yükledikleri anlamlar farklılaşmışsa buradan anlaşma nasıl çıksın? Mesele belki de bir şeyleri artık beraberce anlayamaz hale gelmemiz, dünyalarımızın birbirinden bu kadar uzaklaşmış olmasıdır. Bunu hesaba katmalıyız belki de. Kelimelerimiz birbirine temas etmiyor sanki artık! Kabul edelim; bu, birbirini anlamayan kelimeleri en bağırgan halimizle tekrar ederek çözebileceğimiz basitlikte bir problem değil!
Italo Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’inden bütün ya da parçalı olmak ikilemine dair ilginç ifadeler… Düşünsek mi bu ifadelerin üstünde biraz?: “Keşke her şey böyle ikiye bölünebilse… Böylece herkes bön ve cahil bütünlüğünden kurtulabilse. Bir bütündüm ben ve her şey doğal, karmakarışık ve anlamsızdı gözümde; her şeyi gördüğümü sanıyordum, oysa gördüğüm bir kabuktu yalnızca. Eğer bir gün kendinin yarısı olabilirsen, ki bunu bütün gönlümle dilerim, bütünlüğü olan beyinlerin sıradan zekasını aşan şeyleri anlayacaksın. Kendi yarını ve dünyanın yarısını yitirmiş olacaksın, ama geride kalan o yarı, bin kez daha derin, daha değerli olacak. Hatta her şeyin sana benzer şekilde ikiye bölünüp parçalanmasını isteyeceksin, çünkü güzellik, bilgelik ve adalet parçalardan oluşan şeyde vardır.”
Yeni hayat düzeni, hepimizi aynı kalıpların içine sığdırmak istiyor. Böylesinin kontrolü, yönlendirilmesi ve hatta kodlanması daha kolay çünkü. Böyle zorlama ve dayatmalarla birbirimize benzetildiğimiz oranda anlamsızlaşıyor oysa biraradalığımız! Kendimize özgülüğümüz ancak bizi başkaları için gerekli, temas etmeye değer ve zenginleştirici kılıyor. İnsanlar tuğlalar gibi değil; üst üste, yan yana muntazam çizgilerle dizilmeleri bir şey ifade etmiyor. Yapbozun parçaları gibi farklılıklarımızın bizi birbirimize yakıştırıyor, girintilerin çıkıntılarla, çıkıntıların girintilerle denkleşmesi gerekiyor.
“İnsan yaşamının ne olduğunu zerre kadar idrak eden herkes bir zaman her ayrık ruhun tuhaf yalnızlığını hissetse gerektir ve sonra başkalarında da aynı yalnızlığın keşfedilmesi yeni, tuhaf bir bağ yaratır ve öyle sıcak bir merhamet büyütür ki bu, yitmiş olan için neredeyse bir telafidir adeta” diyor ‘Yalnızlığın Felsefesi’ kitabında Lars Svendsen.
“Söyleyende izan kalmamışsa” diye not düştü defterine, “er geç sözün mizanı da şaşar!”


