Ayşe Şasa ile kendi kimliklerimize ayna tuttuk Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Türk sinemasına “Ah Güzel İstanbul”, “Son Kuşlar” ve “Battal Gazi Destanı” gibi unutulmaz filmleri kazandıran, Yeşilçam’ın en özgün ve kırılgan kalemlerinden Ayşe Şasa’nın hayatı, “Ayşe: Bir Ruh Macerası” ismiyle TRT’nin uluslararası dijital platformu tabii için çekilen biyografik diziyle ekrana taşınıyor. 10 bölümlük dizi, Şasa’nın kendi kaleme aldığı otobiyografik eseri “Bir Ruh Macerası” kitabından uyarlanarak hazırlandı. 1941 yılında İstanbul’da köklü bir ailede doğan Ayşe Şasa’nın yaşamı, Türkiye’nin modernleşme sürecinde kendi sesini ve kimliğini arayan bir kadının öyküsünü yansıtıyor. Dizi; Şasa’nın çocukluk yıllarından Yeşilçam’daki senaristlik kariyerine, psikolojik kırılmalarından tasavvufa yönelişine kadar uzanan çalkantılı yaşamını konu alıyor. Aynı zamanda, onun Kemal Tahir ile olan derin dostluğu, zihinsel dönüşüm süreçleri ve hayata dair mücadeleleri de detaylı şekilde işleniyor. Ayşe Şasa’nın erkek egemen sinema dünyasındaki varoluş mücadelesi, yalnızca sanatsal üretimiyle değil, düşünsel ve entelektüel derinliğiyle de dizide merkeze yerleştiriliyor.
Türk sinema tarihine damga vuran Ayşe Şasa’nın 73 yıllık hayatını tüm yönleriyle ekrana taşımaya hazırlanan dizinin yönetmenliğini Osman Nail Doğan, senaristliğini ise İdris Meydi üstleniyor. Başrolde Deniz Baysal, Ayşe Şasa’yı canlandırıyor. Alper Saldıran, onun ilk eşi olan usta yönetmen Atıf Yılmaz’ı, Osman Sonant ise ikinci eşi senarist Bülent Oran’ı canlandırıyor. Zafer Algöz, sinema eleştirmeni Vecdi Sayar rolünde; Osman Alkaş, yazar Kemal Tahir’i; Saadet Işıl Aksoy ise Şasa’nın yakın arkadaşı Serap karakterini oynuyor. Yeni Şafak Pazar olarak dizinin senaristi İdris Meydi ile konuştuk.
İdris Meydi
Sadece bir yazarın yolculuğu değil
Ayşe Şasa, sadece bir senarist değil; aynı zamanda arayışın, kırılmanın ve dirilişin hikâyesini yazan bir mütefekkir. Öncelikle onun hayatı sizin için bir senaryo olmaktan öte ne ifade ediyor?
Öncelikle bir senarist olarak, Yeşilçam’ın böylesine önemli ve kıymetli bir kaleminin hikâyesini yazmak benim için büyük bir onur. Ancak Ayşe Şasa’yı yalnızca bir senarist olarak değil, bir fikir işçisi ve bir hakikat arayıcısı olarak da tanımak lazım. Zaten onu ve yaşadıklarını kıymetli yapan da bu. Henüz 17 yaşında bir akıl hastanesinin önünden geçerken “Eğer hakikati bulmama vesile olacaksa, yolumun buradan geçmesine razıyım” diyebilecek kadar cesur ve kararlı bir iradeden bahsediyoruz. Hakikate ulaşmak için yalnız kalmayı, anlaşılamamayı, delilikle sınanmayı göze alabilecek kadar gözü kara bir benlikten…Bu sebeple onun hikâyesini sadece bir yazarın yolculuğu değil; bir ruh özelinde bir toplumun, varoluşunu ararken geçirdiği yıkım, inkâr ve yeniden inşa süreçlerinin bir anlatısı olarak görmek lazım. Yani yaşadıkları hepimize dair.
Peki, TRT’nin uluslararası dijital platformu tabii’de yayınlanacak olan Ayşe Şasa’nın hayatını bir senaryoya dönüştürme fikri ilk ne zaman ve nasıl doğdu? Sizi bu projeye çeken esas motivasyon neydi?
Bu proje bana ilk teklif edildiğinde elbette Ayşe Şasa’nın yaşadıklarına dair bir farkındalığım vardı. Ancak onun hayat hikâyesinin derinlerine indikçe, karşıma sadece bir hayat öyküsü değil, sessizce senaryoya dönüşmeyi bekleyen bir ruh çağrısı çıktı. Ayşe Şasa’nın yaşadıkları; bir bireyin kırılmalarından çok daha fazlasını, Türk toplumunun modernleşme sürecinde yaşadığı kimlik parçalanmalarını, değer kaymalarını ve içsel çatışmaları anlatıyordu. Onun iç yolculuğu, bir dönemin politik ve kültürel gerilimleriyle örülmüş, ruhsal derinliği de olan çok katmanlı bir öyküydü. Dolayısıyla bu hikâyeyi anlatma arzusu, zamanla biyografik bir anlatıdan çok; toplumun belleğinde de karşılığı olabilecek kalıcı bir eser bırakma arzusuna dönüştü. Ayşe Abla’nın bir yazar ve senarist olarak kendi hayat hikâyesini anlattığı “Bir Ruh Macerası” isimli kitabı da çok güçlü ve etkileyiciydi zaten. Birçok şeyi hangi açıdan ve hangi çerçevede ele almamız gerektiğini gösteriyordu. Dolayısıyla bize sadece bu çarpıcı hayat hikâyesini senaryolaştırmak ve bu çağrının hakkını vermeye çalışmak kaldı.

Kendi hikâyesini öyle ustaca anlatmış ki bize sadece izlerini takip etmek kaldı
Senaryo sürecinde, Ayşe Şasa’nın yazıları ve günlükleri sizin için nasıl bir kaynak oldu? Kurgu ile gerçek arasında nasıl bir denge kurdunuz?
Hikâyemiz 1960’lar Yeşilçam’ında, idealist bir kadın senaristin mesleğinde var olma mücadelesiyle başlıyor. Ancak bu başlangıç, zamanla çok daha derin ve kişisel bir hikâyeye evriliyor. Ayşe Şasa’nın kendi hakikatini aradığı içsel yolculuk, bölümler ilerledikçe senaryonun merkezine yerleşiyor. Bu projeye hazırlanırken yaklaşık iki yıl süren kapsamlı bir okuma ve yazma süreci geçirdik. Ayşe Şasa’nın yazdığı her metni, verdiği röportajları, tuttuğu günlükleri ve yakın dönem tanıklıklarını detaylıca inceledik. Özellikle kendi kaleme aldığı “Bir Ruh Macerası” kitabı bizim için birincil kaynak niteliğindeydi. Zaten Ayşe Abla, kendi hikâyesini bir senarist sezgisiyle o kadar ustaca anlatmış ki bize sadece onun bıraktığı ayak izlerini takip etmek kaldı. Kurgu ile gerçek arasında ise hassas bir denge kurmaya çalıştık. Özellikle Yeşilçam dönemiyle ilgili Ayşe Şasa’nın çok fazla detay paylaşmadığı alanlarda dramatik kurgu devreye girdi. Ama bunun dışında hem olay akışında hem de karakterlerin ruhsal derinliğinde anlatıya sadık kalmaya büyük özen gösterdik diyebilirim. Bizim için önemli olan, gerçek olaylara da mümkün olduğunca sadık kalarak Ayşe’nin ruh dünyasını, arayışını ve dönüşümünü hakkıyla yansıtabilecek bir anlatı kurabilmekti.
“Ayşe: Bir Ruh Macerası” dizisini şekillendirirken sadece bireysel bir hayat öyküsünü değil, aynı zamanda toplumsal bir kırılmayı da ele aldınız. Bu projeyle hangi meselelere ayna tutmayı hedefliyorsunuz?
Bu projeyi ele alırken temel hedefimiz yalnızca bir yaşam serüvenini anlatmak değil; aynı zamanda toplum olarak içine düştüğümüz bir kırılmayı, bir savrulmayı, kendi kökümüze yabancılaştığımız bir özden kopuşu hatırlatmaktı. Çünkü Ayşe Şasa’nın hikâyesi yalnızca bireysel bir kimlik arayışı değil aynı zamanda toplumsal olarak da yaşadığımız bir çözülmenin, benlik kaybının ve aidiyet krizinin bir yansıması… Ayşe Şasa bu gerçeği, kendi hayat hikâyesini anlattığı Bir Ruh Macerası isimli kitabında şöyle ifade eder: “Anlattıklarımın geri planında, kendi elimizle kendimize topyekûn neler yaptığımızın hikâyesi var.” Kitapta geçen sadece bu yalın cümle bile Ayşe Şasa’nın diliyle onun hikayesine nereden bakmamız gerektiğini bize açıkça anlatır. Dolayısıyla bu projeyi yaparken amacımız izleyiciyi Ayşe’nin yolculuğuyla birlikte kendi ruh dünyasında bir yolculuğa çıkarmaktı. Bir insanın ya da bir toplumun kendi ruh köklerinden koparıldığında nasıl içten içe çürümeye başladığını ama o köklerle yeniden buluştuğunda nasıl yeniden canlanabildiğini fark ettirmeye çalışmak…
Hangi sesin bize ait olduğunu, hangi düşüncenin içimizde ne zamandır yankı bulduğunu ya da bulamadığını yeniden keşfetmeye vesile olmak... Ve elbette en önemlisi Ayşe’nin hikâyesiyle kendi kimliklerimize ayna tutmak...
İzleyen herkesin kendi iç sesiyle tamamlayacağı bir yolculuk
Ayşe Şasa’nın doğu-batı arasındaki iç çatışması, delilikle irfan arasında gidip gelen ruhsal yolculuğu bu projede nasıl işlendi peki?
Bu sorunun cevabı da aslında Ayşe Şasa’nın kendi kaleminden çıkan “Bir Ruh Macerası” kitabının içinde gizli. Çocukluğunda yaşadıkları, aile ortamı, yetiştirilme biçimi öylesine ağır travmalar içeriyor ki sadece bu tabloların ekrana taşınması bile toplumumuzun modernleşme serüveni, gelenekle bağın kopuşu ve doğu-batı çatışması üzerine çok şeyler anlatıyor. Ancak hikâyeyi sadece bu tarihsel arka planla sınırlı tutmak doğru değil. Çünkü Ayşe’nin yaşadığı şey, dışsal bir çatışmadan ziyade, iç dünyasında büyüyen bir boşluk ve bu boşluğun doldurulma çabasıyla da ilgiliydi. O eksikliği ne toplumda ne çevresinde, tam olarak kendi içinde hissediyordu. Ve bu noktada ona tutunacak dal olan şey, uzaklardan değil, tam aksine kendi köklerinden gelen bir çağrıydı. Bir ses, bir iz, bir hatırlayış… Gerisi izleyiciye kalsın. Çünkü bu hikâye, sadece Ayşe’nin değil, izleyen herkesin kendi iç sesiyle tamamlayacağı bir yolculuk.
Ayşe, yalnızca bir karakter değil bir çağrı gibi
Ayşe Şasa’nın hayatı sadece kişisel bir dram değil, aynı zamanda Türkiye’nin kültürel hafızasında unutulmuş bir diriliş hikâyesi. Sizce bugünün genç izleyicisi bu dizide kendinden ne bulacak?
Genç izleyici, Ayşe’de mutlaka kendinden izler bulacaktır diye düşünüyorum. Çünkü gençler de tıpkı Ayşe gibi, ait hissedemedikleri dünyalarda, üzerlerine giydirilen kimliklerle, birileri olmaya zorlanıyorlar. Bugün herkes bir şey oldurulmaya, bir kalıba sığdırılmaya çalışılırken, Ayşe tüm bu dayatmaların ötesine geçip “Ben kimim?” sorusunun peşine düşüyor. Bu soruyu sormak kolay değil. Hele ki cevabın konforlu hiçbir alanda bulunmadığını, insanı yalnızlaştırabileceğini bile bile bu yola çıkmak büyük cesaret. Ayşe’nin bu cesareti, kimliğini dışarıda değil, kendi içinde araması, bugünün gençleri için çok kıymetli bir örnek bence. Onun hikâyesi; kendini tanımanın, özle yeniden temas etmenin ve kendini baştan inşa etmenin hikâyesi. Bu yönüyle Ayşe, yalnızca bir karakter değil, bir çağrı gibi. Kendi hakikatini aramaya cesareti olan herkes için sessiz ama derin bir çağrı. Bugünün gençliği bu hikâyede yalnızca bir temsil değil, bir cesaret, bir teselli ve ilham da bulacak.


