Benim adım Madleen Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Hatice Ebrar Akbulut / Yazar
İsrail ve ABD gibi devletler güvensizlikten, gerginlik ve kaostan beslenir. İyi olan da kendileridir, muktedir olan da ama asla kötü çocuk, kötü ebeveyn ya da kötü yöneticiler değillerdir. Güvenli yerler, güven veren insanlar, barışçıl söylemler, iyi muamelede bulunanlar, kendi hâlinde yaşayanlar onlar için daha en baştan tehlikelidir. Kendi kalpleri, işleri, adımları ve bakışları kötülükten beslendiği için iyileri de öyle görürler. Esasen kötülük ve iyilik mevzusu da değildir bu. Zira en kötü olanın dahi iyi olduğu, iyi davrandığı hâller ya da iyilik talep ettiği durumlar vardır. İsrail gibi komplike yapılar, şiddeti ehlileştirir, zulmü normalleştirir ve kendinin ne kadar iyi olduğuna dair propaganda yapar. Onları tehlikeli yapan da kötülük değil, bizzat bu durumdur. Hatta bu tip yapılar, iyi nasıl iyi olabilir, mutlaka onun da içinde bir kötülük vardır düşüncesiyle iyi olanı kötülüğe azmettirir, iyi olandan kötülük neşet ettiğinde ona “işte sen busun, bizimle eşitlendin, demek ki o kadar da iyi değilsin, senin içinde de kötülük varmış” demek için yarışır.
GÜVENSİZLİK SİLAHI
Bazı devletler, kendi nüfuz ve etki alanlarına göre güvensizlik prensibinden faydalanır. Kolektif yaşamı dizayn etmek, kitleleri etkilemek ve onları kendi emelleri doğrultusunda yönlendirmek için yalnız kendi halklarına değil, dünya ölçeğinde etki altına alabilecekleri tüm halklara güvensizlik duygusunu telkin eder. Güvensizlik duygusunu ne kadar silah olarak kullanabilirse kendi otoritesini de o kadar iyi korur. Felaket, risk, tehlike, kötülük, savaş, bombalama, terörizm, hastalık, cinsellik gibi birçok unsurun gündelik hayatta medya eliyle rahat bir şekilde yayılması, bireyi ve toplumu güvenli ve huzurlu bir hayat fikrinden uzaklaştırır. Bu hâle gelen toplumları yönetmek, onların algılarıyla oynamak çok daha kolaydır. İyilik, güvenlik, huzur, barış gibi mefhumların kaynağı belli ve sınırlıdır ancak güvensizlik bahsinin kaynakları çok daha geniştir. İnsanların güvenlik algılarıyla oynayarak iklim, sağlık, ekoloji, eğitim gibi hayatî konularda felaket senaryoları üretmek ve bunları medyatik bir dille servis etmek, toplumların kontrolünü daha iyi bir şekilde elde tutmayı sağlar.
Jacques Ranciere şöyle bir tespitte bulunur: “Tehlikelerin önlenmesi bir şeydir, güvensizlik duygusunu yönetmek başka bir şey ki o noktada devlet daima daha uzman olacaktır zira gücünün ilkesi belki tam anlamıyla budur.” Esasen devletler, bertaraf edemedikleri tehlikeler karşısında dahi moral ve güç bakımından sağlam durur ve bunu bir devlet dili hâline getirirse o devletlerin halkları da o minvalde müsterih ve aynı zamanda mücadeleci, duyarlı, kenetlenme ruhu içinde olur. Ranciere çok geçmeden bu tespitinin arkasından şunu söyler: “Güvensizlik hissi, geçici koşullardan kaynaklanan arkaik bir gerginlik değildir. Bu his, devletleri ve dünyayı yönetmenin bir yoludur; sürekliliğini sağlayan koşulları da döngüsel olarak yeniden üretebilmekte ve yenileyebilmektedir.” Küresel zihniyet tam manasıyla bunu yapar, güvensizlik hissini sürekli tırmandırır, onu her defasında türlü entrikalarla yeniden üretir. İnsanlığa başını kaldırıp doğrulacağı, ön alması için harekete geçeceği bir an bırakmaz.
DÜŞMANLA AYNI MEVZİDE KALMAK
Hareketsizliğin, sürekli seyirci modunda olmanın en önemli sebeplerinden biri, algı oyunlarına aşırı maruz kalma sonucu zihinlerin yorulması, ne yöne bakılacağının kestirilememesidir. Yönsüzlük de insanlığın bugün başına gelen en feci meselelerden biridir. Yönsüzlük kararsızlığı, kararsızlık hareketsizliği doğurur. Uzun süren kolektif yorgunluklar ve kararsızlıklar tek tek fertleri ve nihayetinde bütün toplumu pasifize eder. Pasiflik ataleti, atalet de beraberinde moral değerlerin bozulmasını, yozlaşıyı getirir. Buradan sonra insanlık, kendini oyalayan ve kendine kasteden küresel zihniyete karşı başkaldırmak yerine kendisi gibi olanlarla uğraşmaya başlar. Kendisini diplere, karanlıklara, bataklığa sevk eden o kaynağı kurutmak yerine bütün hınç ve öfkesini kendisiyle aynı dertten muzdarip olanlardan çıkarır. İsmet Özel’in “Sebeb-i Telif”teki şu dizeleri bu ahvâli anlamak ve anlatmak açısından önemlidir:
“Düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz siz gidin artık düşman dağıldı dedikleri anda anlaşılıyor, baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız.”
İnsan, başını kaldırdığında var gücüyle savaştıkları ve düşmanlık ettikleriyle aynı mevzide, aynı sınırda, aynı yerde ve aynı kışlakta olduğunu görünce ne hisseder? Şayet vicdanı varsa, insanlığı onu terk etmemişse büyük bir pişmanlık ve elem hisseder. Hâlâ kenetlenebileceğine inanır. İş işten henüz geçmemiştir diyerek davranır. Vicdan namına bir şey kalmamışsa da şayet kendini en doğru, en temiz, en haklı, durduğu yeri en iyi görür, bunun dışında kalanları da yok etmek ister.
İnsanlık ailesi kendini birbirine kırdıran, halkları birbirinden nefret ettiren, mert insanları namerde muhtaç eden, vicdanlı insanları mengeneye sıkıştıran, devletleri menfaatlerine dokunarak rehin alan, başkaldıranı ezen küresel sistemin elinde yıllardır esir. Küresel zihniyet, yürüyebilmek için sisli bir yola ihtiyaç duyar. Onun işi cambazlık, kurnazlık, ipleri elinde tutmak ve nihayetinde pireyi deve yapmaktır. Modern soykırımları yapar, silah ticaretiyle dünyayı satın alır fakat kendisinden birinin saçının teline zarar gelse müthiş bir kıvraklıkla mağdur rolüne bürünür. Tıpkı bazı insanların herkese saldırıp, herkes hakkında bir şey söyleyip kendini de sütten çıkmış ak kaşık görmesi gibi küresel zihniyet de kendini hep haklı, hep doğru, onurlu ve haysiyetli görür. Haysiyet onlarınsa bütün insanlık haysiyetsiz olmaya hazır. Doğruluk onlarınsa bütün dünya yalanlara tutunmaya hazır. Güç denilen şey bütün insanlığa musallat olmaksa insanlık güçsüz olmayı tercih etmeye dünden hazır.
VİCDAN GEMİSİ HAKKINDA TUHAF KIYASLAR
İşte Madleen gemisi, yükü yalnız insanlık ve vicdan olarak Gazze’ye doğru yola çıktığında karşısında nasıl bir “güç” olduğunu elbette biliyordu. Nelerle karşılaşacağını az çok tahmin edebiliyordu. Yol boyunca da sinyal kesilmesi, iletişim kopması, lokasyonda yer bilgisinin hatalı paylaşılması gibi bir dizi yaptırıma maruz kaldı. Madleen, Gazze’ye yaklaştıkça İsrail sürat tekneleri, Madleen’i beş noktadan ablukaya aldı, nihai olarak gemideki on iki insanı tutukladı. İsrail’in tutuklama biçimi ne kadar insan haklarına aykırıysa tutuklularla birlikte dünya basınına verdiği fotoğraf da bir o kadar mizansendi. İsrail açıkça Filistinli mücahitlerin, rehinelere davranış şeklini taklit ediyordu. Madleen, rotasını Gazze’ye çevirdiği sıralarda İsrail de rastgele Gazze’nin her noktasını bombalıyordu. Madleen bulduğu her fırsatta ‘Her şeye rağmen ilerliyoruz’ diyerek videolu paylaşımlarla kendisinden haber bekleyenleri bilgilendiriyordu. İsrail Savunma Bakanlığı da Madleen’in asla Gazze’ye giremeyeceğini söylüyor, orduyu derhal göreve çağırıyordu. Saatler içerisinde akıl almaz bir yaşanmışlığa tüm dünya tanıklık etti. Belki bazıları Madleen’in yolculuğuna macera dedi, bazıları da cesaret; başkaları da Madleen’in yaptığını yersiz buldu, diğer başkaları da Madleen’in en anlamlı eylemi yaptığını düşündü. İklim aktivisti olarak tanıdığımız Greta Thunberg, birçok insanı işkillendirdi. Onun olduğu yerde insanlık mı yeşerirdi, kesin bir bit yeniği vardı. Greta, İsrail’e çalışan bir ajan bile olabilirdi. Ayrıca on iki insan da neyin nesiydi? İsa’nın havarilerine bir gönderme miydi? İtalya’dan kalkan Madleen, Katolik Hristiyan dünyasının mesajlarını mı yayacaktı dünyaya, Vatikan’ın sözcülüğünü mü yapacaktı? Hayırdır; Madleen’e Nuh’un gemisi diyerek, farklı ülkelerden on iki temsilciyle yollara düşmenin amacı tam olarak neydi?
Sonra Madleen, tuhaf kıyasların havada uçtuğu bir simge oluverdi. Müslümanlar hâllerinden utanmalıydı. O gemiyi hareket ettirecek, yola düşürecek olan Müslümanlar olmalıydı. Bu eylemi de gayrimüslimlere kaptırmak Müslümanlara hiç yakışmadı! Madleen, tüm bu tuhaf kıyasların ardından sonra bu kez de yorumda aşırı gitmelerin sembolü oluverdi. Bilmem kaç milyar Müslüman, bir Greta edemedi. Greta’dan da utanmalıydık, İtalyanlardan da Fransızlardan da!
ZİHNİMİZ BERRAK KALBİMİZ MÜSTERİH
Halbuki 2010’da dokuz şehit vererek otuz yaralı insanıyla tüm insanlık adına yelken açan Mavi Marmara Gemisi'ni hatırlayanların zihni berrak, kalbi müsterihti. Şüpheye yer bırakmayacak şekilde Müslümanlar ellerinden geleni bu zamana kadar yaptı, yapmaya da devam etmekteler. İsrail ve ABD ortaklığı, yıllardır İslâm coğrafyalarını katletti, soykırımlar yaptı, Müslüman liderleri ya mahkum ya idam etti. Onlar bunu yaparken Batılı hiçbir devlet suçlanmadı. Batı dünyası bitmiş denilmedi. Hem siyasi hem de fiili işgaller yapılırken Batının vicdanından, yöneticilerinden, entelijansiyasından ciddi bir ses sökün edip gelmedi. Filistin, Irak, Suriye, Bosna, Kosova, Tunus, Cezayir, Moritanya, Arakan, Yemen gibi birçok coğrafya zulme uğrarken kimse Batıya dokunmadı. Bu nedenle Madleen’in yolculuğu çok kıymetli fakat bu kimseyi izansız ve anlamsız kıyaslara/yorumlara götürmemeli. Coğrafyasız, lidersiz kalan, evinden yurdundan sürgün edilen Müslümanlar bugün hâlâ aynı yerdeler, varlar ve mücadele içindeler. Asimilasyona uğrayan ya da siyonist bir Müslüman olmayı tercih edenler elbette var, olacaktır da. İlginçtir ki Mavi Marmara’da şehit olanlara da o dönemlerde ‘yazık, boş yere şehit oldu’ diyenler olmuştu. “Otoriteden (İsrail’den) izin mi aldınız” diye çıkışan da olmuştu. Demek ki birileri iş yapacak, birileri uğul uğul uğuldayacak ve o boşboğaz sözlerden dünyanın en iyisi olsanız dahi hiçbir yere kaçamayacaksınız. Kainatın efendisinin sevilmediği, dışlandığı, horlandığı, yok sayıldığı, küçümsendiği, tahkir edildiği, hakaretlere uğradığı şu dünyada kimse kendini çok yüce bir yerde görmemeli. Gemi meselesinde odaklanılması gereken en önemli ayrıntı, İsrail’in Mavi Marmara’yı vurması, Madleen’de ise Batılı vatandaşlar olduğu için tedbirli davranmasıdır.
İsrail’in ikram ettiği ekmeği gülümseyerek kabul eden Greta’nın masum olup olmadığı hakkında konuşmaktansa kenetlenmeye, birlik olmaya, dayanışmaya odaklanmak en doğru tavırdır. On iki kişinin olduğu Madleen gemisinde diyelim ki on biri korkunç suçlar işlemiş olsun, içlerindeki bir masumun hatırına birçok şeyin değişebileceğine inanmalıyız. Güç hiçbir zaman sayısal üstünlükte olmamıştır. Güç her zaman yürekten inananlardan yanadır. Biz inansak da böyledir, inanmasak da. Greta’yı gündem etmek yerine İsrail’e karşı masumların yanında olduğunu belirtmek kimseden hiçbir şey eksiltmez. Madleen belki Gazze’ye bir toz tanesi kadar gıda ulaştırmayacak ama dünyanın nabzı üzerinden İsrail’e bir mesaj verecek. Verdi de şüphesiz…
YOLA ÇIKANA YOLUN AÇIK OLSUN DENİR
Madleen gemisi, ismini Filistinli balıkçı bir kadından almış. Serbestiyet’in Charlie Andreasson’dan tercümesini yayınladığı söyleşide, Madleen’in Gazze’deki tek kadın balıkçı olduğu bilgisi var. Çok küçük yaşta babasından görerek karar vermiş balıkçı olmaya. Charlie ona İsrail’in saldırılarına ve tehditlerine rağmen ‘Gazze’yi terk eder miydin?’ diye sorduğunda tereddütsüz “Hayır, kalırım. Filistin benim evim.” cevabını vermiş. Madleen, gazetecilerin sırf etkileşim ve kariyer için röportaj yapmaya geldiğini bildiğinden konuşmayı kabul etmez, küresel toplumun, İsrail’in yasadışı ve insanlık dışı ablukasına son vermesi için adımlar atması gerektiğini vurgularmış. Adının verildiği gemi tam da bu niyetle, İsrail’e bu mesajı vermek için yollarda.
Küçük, basit zevkler ve hazlar için robotların, türlü makine ve teknolojilerin üretilmesi ve buna mukabil mâşerî vicdanı yaralayan, tüm insanlığı derinden etkileyen sarsıcı ve trajik insanlık hâlleri için kağnı hızıyla yol alınması bizden neyin alındığını açıkça göstermektedir. Kendilerine emanet olan cânlarından başka hiçbir şeyi olmayanlar, yollara düştü. Sorumluluk bilinciyle hareket eden bu insanların işini kolaylaştıran herhangi bir girişim dahi olmadı. Onlar ölümü göze aldı. Çünkü onlar için bu yolda ölüm hazin bir son değil, kutlu bir zaferdi.
Yola çıkana yolun açık olsun denir, yola çıkan bizi terk etse dahi ona sadece yol açıklığı dilenir. Mavi Marmara vicdanın ta kendisi olarak pruvasını Gazze’ye çevirmişti, Madleen de öyle. İnsanlık adına yelken açan bir gemiye söylenecek en güzel sözdür: Pruvanız neta olsun, dümeniniz viya!


