Bizim kuşak bu utançla yaşamaya alışık zaten İsmail Kılıçarslan
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
“Utanç” evet. Bunu başka türlü tanımlayabilmenin imkânı yok. İki yıla yakın bir süredir Siyonist terör örgütü İsrail’in soykırımını “sadece seyrederek” devam ediyoruz hayatımıza ve evet, bunun tam adı utanç. Ama alışığız biz utançla yaşamaya.
Yine de bütün analizlerin, bütün amaların, bütün fakatların kıyısında durup tekrar tekrar hatırlatmalıyız bu utancı kendimize. Çünkü 2025 yılının dünyasında, tüm dünya oturmuş soykırımı seyrediyoruz.
Bir şey olmasını umut etmekten bile vazgeçmek üzereyiz. Dahasını da söyleyeyim. Bir şey olmaması utancımızı derinleştirmiyor bile artık. Kanıksanmış, öğrenilmiş, kuşatılmış bir çaresizlikle Siyonist köpeklerin soykırımını izliyoruz.
Dahasını da söyleyeyim. Ben bunu böylece yazınca “O zaman siz önden buyurun. Gidin de Gazzeli kardeşleriniz için bir şey yapın” diyen alçaklarla da birlikte yaşıyoruz.
Önden buyurdu insanlar. Mavi Marmara bir “önden buyurma” işiydi. Madleen bir “önden buyurma” yolculuğu idi. 12 Haziran’daki Rafah yürüyüşü bir önden buyurma yürüyüşü olacak. Mavi Marmara’yı vurdu, Madleen’i durdurdu terörist İsrail. Muhtemeldir ki Rafah yürüyüşüne de bin türlü engel çıkaracak. Ve başta İslâm ülkeleri dediğimiz kağıttan kaplanlar olmak üzere bütün dünya “Şu iş bir an önce bitse de bu yükten kurtulsak” demekten başka bir şey demeyecekler.
Utanç, tam olarak bizimle kalmaya, bizimle yaşamaya devam edecek.
Bir emperyalist vesayet savaşı olan İran-Irak savaşında, Sırpların kasaplaştığı Bosna savaşında, ABD’nin Irak işgalinde, Suriye iç savaşında, Doğu Türkistan zulmünde, Hizbullah’ın ve İsrail’in sırasıyla Lübnan’ı kan gölüne çevirmesinde, Yemen’de, Libya’da, Afganistan’da… Bizim kuşak utançla yaşamaya alışık bir kuşaktır.
Çoğumuz homur homur homurdanırız, bazılarımız bazı inisiyatifler almaya, bazı eylemler yapmaya çabalar, bazılarımız yardım organize eder, çok az bazımız gider üzerine düşeni yaparak savaşır, çok çok az bazılarımıza şehadet nasip olur ama işte o kadar. Üstelik bunlar da “az işler” değildir ama ne dediğimi anlatmama sanırım gerek yok. Dünyanın en yardımsız, en sahipsiz, en kimsesiz topluluğunun mazlum Müslümanlar olduğunu bilmenin utancından söz ettiğim çok açık değil mi?
Herhangi bir İslâm ülkesinin, herhangi bir gavur memleketin mazlum durumdaki Müslümanlara hakikaten yardım ettiğini görmemenin utancıyla yaşayıp gideriz. Umudumuzu 12 gence, yapılacak bir yürüyüşe bağlayacak kadar aciz durumda hissederiz kendimizi. Yok, o 12 genç ve o yürüyüş umut doludur. Ben başka bir şey anlatmaya çalışıyorum.
Haksızlık etmemiş olmak için Suriye’de süregiden savaşın son beş yılında, Libya’da ve Karabağ meselesinde Türkiye’nin, Bosna savaşının ardından Suudi Arabistan ve İran’ın aldığı inisiyatifleri paranteze almak bu utancı ortadan kaldırır mı? Elbette hayır.
“Keşke” diye başlayan cümlelerimiz vardır çocukluğumdan beri kulağımda. “Keşke Müslümanlar birlik olsa”, “Keşke Suud, İran, Türkiye, Mısır kendine gelse”, “Keşke coğrafyamızdaki şu emperyalist gölge kalksa”, “Keşke ortak para birimine, ortak pazara, ortak orduya geçebilsek.”
Tüm bu keşkeler aslında duyduğumuz utancı geçici olarak bastırma çabamızın bir yan etkisidir nazarımda. Gerçekten, hakikaten, esasta hiçbir şey olmadığını görerek yaşlanmanın utancını bastırmaya çabalamadan yaşamaya devam etmenin bir yolu yok çünkü bizim kuşak açısından.
“Muhtemel bir gelecekteki güzel günler” için nefes alıp vermenin konforuyla sarhoş ediyoruz kendimizi. Hepsi budur. Bireysel olarak üzerimize düşeni yapmaya çabalamak dışında bir şey, neredeyse hiçbir şey olmayacağını bilmenin derin utancını yaşayarak yaşlanıyoruz.
Gelelim meselenin ek yerine. Bizden sonraki kuşakların daha özgüvenli, daha mücadeleci, daha organize olabilen kuşaklar olduğunu yazıp çiziyor uzmanlar. Gazze soykırımında o kuşakların gerçekten bizim sümüklü hallerimizden çok daha fazlasını yapmaya çabaladıklarını ve yaptıklarını gördük. Terörist İsrail ve yandaşları, Madleen’i ve bu kuşakların aldığı diğer inisiyatifleri tam da bunun için durdurmak zorunda hissediyor kendini. Bu özgüven nüvesini büyümeden durdurmak onlar için çok büyük bir hayatiyet arz ediyor.
Gazze soykırımı, dünya için bir milat olacaksa bunu “öğrenilmiş çaresizliği kanıksamış” bizim kuşak değil, gencecik insanlar başaracak. İsrail’in fark ettiği gerçek budur. Köşeye sıkışabileceği yer de budur.
Türkiye dahil herhangi bir İslâm ülkesinden değil, bu “Artık utançla yaşamamız gerekmez” diyen insanlardan umudumuz vardır. Bilmem derdimi anlatabildim mi?


