Bu gençler bir garip! Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Bazen sabırsızlıklarından bazen teknolojiye olan bağımlılıklarından bazen de iş beğenmeyişlerinden şikâyet ettiğimiz gençlere dair en net ve soğukkanlı bilgi TÜİK’in “İstatistiklerle Gençlik” bülteninden geliyor. Veriler ilk bakışta sade ve sessiz görünse de satır aralarında sosyal dinamikleri, ekonomik sinyalleri ve toplumsal çelişkileri konuşturuyor. “Bu gençlik nereye gidiyor” sorusunun yerini “bu gençleri nasıl bir gelecek bekliyor” sorusu alıyor.
2024 itibarıyla Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki gençlerin toplam nüfusa oranı %14,9. Bu oran, 2000’li yılların başlarında %20’ler seviyesinde idi. Evet, sayısal olarak bir düşüş var ama bu hâlâ Türkiye’yi Avrupa’nın en genç nüfuslarından biri yapıyor. Bu durum, doğru politikalarla şekillendirilirse ülkemizin kalkınma yolculuğunda güçlü bir kaldıraç olabilir. Aksi takdirde yaşlanan Avrupa haritasına altın harflerle ismimizi yazdırmış olacağız. Bugün gençlerin potansiyelini açığa çıkarmak için sadece istatistiklere değil, neye erişebildiklerine, neyi başarabileceklerine ve nasıl desteklendiklerine odaklanmak önem kazanıyor. Çünkü sahip olduğumuz avantaj gençlerimizin yaş aralığından ziyade onların bilgiye, imkana ve kararlara ortak olduklarında potansiyellerini güce döndürme potansiyellerinde yatıyor. Bugün gençler eğitimli, dijital dünyaya entegre ve dünyayı takip ediyor. Ancak bu gençliğin daha fazla görünür olması, karar alma mekanizmalarına aktif katılım göstermesi, yani sadece geleceği değil bugünü de birlikte inşa etmesi gerekiyor. Üniversite yönetimlerinden belediye meclislerine, sivil toplumdan teknoloji platformlarına kadar gençlerin sesi sembolik bir duruştan öte daha çok duyulmalı, fikirleri ciddiyetle değerlendirilmeli. Hem dinamik hem de değişime açık olan gençlerimizi sadece “geleceğimiz” olarak değil bugünün ortağı ve çözüm üreticisi olarak görmeli. Sahip olduğumuz gençlik potansiyelini gerçek bir toplumsal bir güce dönüştürmek için gençleri işgücü piyasasında, bürokrat atamalarında, siyaset arenasında yangında kurtarılacaklar listesine dahil etmemiz icap ediyor.
DİJİTAL ÇAĞIN İKİ YÜZÜ
Toplumun ve bilhassa gençlerin internet kullanım seviyeleri artık dijital dünyanın gençler için bir tercihin ötesinde doğal bir ortam haline geldiğine işaret ediyor. Dünyanın parmakların ucunda olduğu bu ortamda internete erişimden ziyade içeriklere maruz kalma ve erişilen bilgiyi potansiyel güce dönüştürme daha fazla önemli hale geliyor.
Ekran başında geçen saatler, eğitimler, gündemler, içerik üretmeler kulağa hoş gelse de sosyal kıyaslamalar, zihinsel yorgunluklar ve dijital yalnızlıklar beraberinde dijital ekran zorbalığına maruz bırakılmış bir kitlenin oluşmasına neden oluyor. Bağlantı hızı ve kalitesi arttıkça gerçek bağlar zayıflayabiliyor, algoritmalar daha çok gençlerin ne izleyeceğine değil ne düşüneceğine karar veriyor.
Bir fırsat kadar bir sınav olan bu dijital çağda gençler bilgiyi üretmek ve tüketmekle, eleştirel düşünmek ile hiç düşünmemek arasında bir yere sıkışmışa benziyor. Dijital becerilerin yanı sıra dijital okuryazarlık ve etik konuları bu sıkışmışlıktan çıkışın anahtarı olarak sinyal veriyor. Gerçek dönüşümün yalnızca ekran parlaklığında değil gençlerin iç dünyasında başlaması gerekliliği burada bir kez daha dikkat çekiyor.
Öte yandan TÜİK verileri, gençlerin kültürel etkinliklere katılımında artış olduğunu gösteriyor. Tiyatrodan konsere, sinemadan sergiye uzanan bu çeşitlilik umut verici. Ancak katılım çoğu zaman derinlikten çok görünürlük odaklı. Kültür, yaşanan bir deneyimden ziyade paylaşılacak bir görüntüye indirgenebiliyor. Bu da gençliğin kültürle niceliksel olarak buluştuğunu ama niteliksel bağ kurma arayışının sürdüğünü gösteriyor.
Oysa gerçek kültürel dönüşüm, story'lerde değil; iz bırakan sahnelerde, düşünceye ve duyguya temas eden anlarda gerçekleşiyor.
MEZUN OLDUM, NE OLDUM?
Türkiye’de 2024 yılı itibarıyla genç işsizlik oranı %16,3. Yani her beş gençten birinin işsiz olmasına doğru bir trend yükseliyor. Evde oturup günlerini gelecek kaygısıyla tüketen, umudu diplomasının altına sıkıştırılmış gençleri yani ne eğitimde ne istihdamda olan (NEET) gençleri de hesaba katınca potansiyel üretkenlik hayalimiz sekteye uğruyor.
Eğitim seviyesi yükselmesine rağmen işgücü piyasasında arzu edilen karşılığın bulunmaması gökyüzüne fırlatılan mezuniyet kepleri ile umutların, hayallerin ve beklentilerin de yere serilmesine yol açıyor. Bir zamanlar iş garantisi olarak görülen diplomaların bugün sadece bir ön eleme filtresine dönüşmüş olması gençleri farklı arayışlara yönlendiriyor.
İyi eğitimli gençler niteliklerine uygun bir pozisyon elde edemediklerine ya cesaretleri kırılarak niteliksiz işlere mecbur kalıyorlar ya da iş bulamadıkları için lisansüstü eğitime yöneliyorlar. Ancak bu tercihin ardında çoğu zaman akademik tutkudan ziyade işsiz kalma psikolojisinden kurtulma motivasyonu yatıyor.
Bir zamanların popüler ve saygın habitatı akademi, bir kariyer basamağından çok işsizliğe entelektüel bir mola haline geliyor.
Gençlerin içerisinde bulundukları durum iş bulmanın ötesinde nitelikli ve anlamlı işlerle buluşma misyonu taşıyor. Bugün arkadaşlarımız çalışmak istemiyor değiller, herkesten çok üretmek, katkı sağlamak ve kendilerini gerçekleştirmek istiyor. Ama çoğu zaman karşılarına dikilen yirminci yüz yıldan kalma uzun mesai, düşük ücret, sıfır gelişim alanlı iş anlayışı bu misyon ve motivasyonu kırıyor. Bu motivasyonu diri tutmak adına mevcut sistemin sadece diplomaya değil, yeteneğe, fikre ve potansiyele değer veren bir zemine taşınması artarak önem kazanıyor. Bu noktada artık gençleri bir nüfus kategorisi, bir istatistik kalemi olarak görmek yeterli gelmiyor. Gençler;
ekonomik büyümenin dinamosu, toplumsal dönüşümün anahtarı, siyasal yenilenmenin kaynağı
. Bu potansiyel, sadece istatistiklere değil, hayatın içine yansıdığı ölçüde anlam kazanıyor. Ve TÜİK’in sayfalar dolusu verisi, aslında tek bir soruda düğümleniyor:
Gençler hazır. Peki ya siz?
Bizde bazen beklemek de bir çeşit koşmaktır.


