Yaşıyosun bu hayatı kral! Özgür Bayram Soylu
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
“Ben sana denize açılma demiyorum; açılacak olursan tufana bile katlan diyorum.” Ekonomiye dair hikâyeler de artık böyle… Dün dış güçler ve jeopolitik fırtınalar konuşulurken, bugün gündem daha çok içsel, yapısal ve yönetsel faktörlerle şekilleniyor. Areda Survey Sosyometre Temmuz 2025 sayısı, kamuoyunun ekonomik krizlere dair değerlendirmelerinde bu dönüşümü net biçimde ortaya koyuyor; plansızlık, hatalı ekonomi politikaları ve kurumsal yetersizlikler gibi nedenler, artık jeopolitik açıklamaların önüne geçmiş durumda. Bu eğilim, vatandaşın sorunlara daha rasyonel yaklaşmaya ve politika tercihlerini sorgulamaya başladığını gösteriyor. Rapor, ekonomik durumun toplumsal etkilerinin yanı sıra vatandaşların ekonomi politiğe ilişkin algı, eleştiri ve beklentilerini de sosyolojik bir bakışla değerlendiriyor.
KENDİ KALESİNE GOL ATANLARDA BUGÜN
Katılımcıların üçte birinden fazlası (%36,6), Türkiye’deki ekonomik sorunların temel kaynağı olarak teknik yetersizliklerden ziyade ekonomi yönetimindeki yönetimsel eksikliklere ve plansızlığı işaret ediyor. Bu bulgu, kamuoyunun ekonomik sorunların arkasındaki nedenlere ilişkin algısının giderek içselleştiğini ve sorunun dışsal aktörler yerine içsel idari yapılarla ilişkilendirildiğini gösteriyor. Önceki dönemlerde sıkça dile getirilen jeopolitik gelişmeler, yerini ekonomi yönetiminin etkinliğine ve ekonomik yönetişimin niteliğine yönelik sorgulamalara bırakmışa benziyor. Bu da Türkiye’de ekonomik rasyonaliteye dair toplumsal bilinç düzeyinin arttığını net bir şekilde gösteriyor. Bir anlamda, toplumsal bilinç “komplo teorisi modundan” çıkıp “ekonomi 101” dersine geçmişe benziyor. Araştırmanın dikkat çekici bir diğer bulgusu, %25,4 oranındaki katılımcının ekonomik sorunların nedenini “faiz, kur ve enflasyon yönetimi” gibi ekonomi politikalarındaki hatalı uygulamalarda görmesi. Bu durum, ekonomik sorunların yalnızca yapısal değil, aynı zamanda yanlış uygulanan politik tercihlerle derinleştiğine yönelik toplumsal kanaati yansıtıyor.
Nitekim döviz–enflasyon–faiz üçgeninde yapılan hatalı müdahalelerin yatırımcı güvenini zedelediği, fiyat istikrarını sarstığı ve üretim kapasitesini daralttığı yönündeki değerlendirmelerin kamuoyunda da giderek daha fazla karşılık bulduğu; vatandaşların ekonomi politikalarını artık daha bilinçli ve analitik bir çerçevede değerlendirmeye başladığı görülüyor.
HAYAT PAHALI, UMUT UCUZ
Ekonomik daralmanın toplumsal yaşam üzerindeki etkisi, en somut biçimde hanehalkı düzeyinde temel tüketim kalemleri üzerinden gözlemleniyor. Araştırma sonuçlarına göre, katılımcıların %36,5’i temel ihtiyaçlarını karşılamada “daha fazla zorlandığını”, %24,8’i ise bu ihtiyaçları “neredeyse karşılayamadığını” ifade ediyor. Bu veriler, toplamda halkın %61,3’ünün temel yaşam standartlarını sürdürebilmekte ciddi güçlük yaşadığını ortaya koyuyor. Bu tablo, ekonomik yoksunluğun artık yapısal bir nitelik kazandığını ortaya koyuyor. Hanehalkı ekonomisinin merkezinde yer alan gıda, kira ve enerji gibi temel giderlerdeki bir türlü durmayan artış, sosyoekonomik güvenliğin ciddi biçimde aşındığını gösteriyor. Böylece “ay sonunu getirme” mücadelesi, adeta yarışı bitirebilmek pit stop’ta yakıt almak yerine, bagaja indirimli makarna yüklemek zorunda kalan bir araca dönüşüyor. Özellikle düşük ve sabit gelirli kesimler için bu durum, sadece ekonomik değil; psikolojik, toplumsal ve kültürel alanlarda da derin bir kırılganlık inşa ediyor. Nihayetinde, bu bulgular Türkiye’de gelir dağılımı adaletsizliği, enflasyonist baskılar ve satın alma gücündeki reel düşüş gibi yapısal sorunların doğrudan bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir.
FAİZ TAVAN, UMUT TABAN
Araştırma sonuçları, toplumun önemli bir bölümünün (%37,8) yüksek faiz politikasına karşı neredeyse “alerjik” bir tepki geliştirdiğini ortaya koyuyor. Bu tepki, sadece “pazarda domates kaç lira oldu?” sorusuyla sınırlı değil; yatırım, üretim ve istihdam gibi ekonominin temel damarlarını da kapsıyor.
Vatandaş, olaya yalnızca tüketici gözüyle değil, üretici ve yatırımcı perspektifiyle de bakıyor. Katılımcıların %23,7’si “faiz artmazsa enflasyon düşmez” diyerek geleneksel reçeteyi savunuyor. Ancak %19,7’lik bir kesim, bu politikanın kısa vadede işe yarasa da uzun vadede “bize daha büyük bir fatura çıkaracağı” görüşünde. %18,8’lik bir grup ise bu kararın ekonomi biliminin değil, “başka bir mantığın” ürünü olduğuna inanıyor. Ortaya çıkan tablo,
yüksek faizin yalnızca piyasa oyuncularında değil, politika üreten ve uygulayan tüm karar birimlerinde de gerilimi tırmandırdığını, hatta isyan eşiğine yaklaştırdığını gösteriyor. Yüksek faiz politikası, üretimden yatırıma uzanan tüm ekonomik damarları yakarak, toplumu adeta “bir ateşe attın beni” duygusuyla baş başa bırakıyor.
Öyle ki, TBB Risk Merkezi verilerine göre 2025’in ilk yarısında 1,2 milyon kişi borcunu ödeyemeyip yasal takibe düşmüş.
Tüm bunlara rağmen, Merkez Bankası’nın Enflasyon Raporu bilgilendirme toplantısına göre enflasyon düşüyormuş mesela. Ama arabanızı her yıl yenilemediğiniz için o düşüş size uğramıyor. Konkordato ilan eden firmaların ekonomideki payı düşükmüş, tedarikçilerinin payı ise daha da düşükmüş. 2024 başından bu yana konkordato ilan edenlerin istihdamdaki payı binde 5, ihracattaki payı ise binde 7 imiş; yani ortada ciddi bir risk görünmüyor. Sadece cüzdanımız dar, umutlarımız taksitte, hayatımız ise “ekonomik olarak güvencede(!)”.
Faizin uzun vadede büyümeyi rotasından çıkarıp bizi kısır bir durgunluk döngüsüne mahkûm edeceği yönündeki algı da zaten başka bir evrenin meselesi. Haliyle veriler iyi, grafikler şahane; tek sorun cüzdan… O da küçük bir detay, yaşıyoruz bu hayatı kral.
Bizde kervan yola çıkmışsa, devenin açlığı kervancıya haber değildir.

