Cannes, Gazze ve ‘mağruriyet edebiyatı’… Abdulhamit Güler
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Modern insana mı özel, Batılıların kanında mı var, bilmiyorum. Kederleri de sahici değil. Yakın tarih yaşanmışlıklarından olsa gerek gözyaşlarına inanamıyor, timsahın karnının doymasını hatırlıyorum.
Gazze’de soykırım, ateşkese rağmen devam ediyor. İsrail, tamamen işgal ve hatta ilhak peşinde. Dünyanın süper güçleri pazarlık peşinde… Halklar Gazze’den yana…
Peki, aydınlar?
Toplumun önde gelenlerinin sınıfı olan “aydınlar”, genellikle uzaktan sever. Çünkü kendi gibi olamayanla yaşama tecrübesi yoktur. Dünyayı kendi gibi olanlar kurtaracaktır. Her meselenin esasını sadece kendi gibi olanlar bilir. Eşyanın sırrına varmayı bir tarafa bırakın, sırrı yeniden tarif edecek, bunun için de önce tahrif edecek kalibrededirler. Hesap vermezler, sorarlar. Beğeni sınırlarını belirlerler, kendileri ise bu sınavdan muaftırlar. Bir masa etrafında oturmak da bir ada festivalinde dünyaya yargı dağıtmak da ‘gerektiğinde’ (ama sadece gerektiğinde ve gerektiği kadar) gözyaşı dökmek de kendi tekellerindedir.
Cannes’da kürsüye çıkan, kırmızı halıda yürüyen hemen herkesin -Gazze’nin adını anarak ya da anmayarak- “insanlar ölmesin” demesi bana bunları hatırlatıyor. Fatma Hassona, Cannes’da gösterilecek bir belgeselin ana karakteri olmasaydı, hemen festivalden önce katledilmeseydi kimse adını anmayacaktı. Gazzeli herhangi birinin adını anmak bir yana, soykırım ya da katliamı görmezden gelecekti.
Juliette Binoche’un festivalin açılış konuşmasında uzun uzun Fatma’dan bahsetmesi ve “katliam durmalı” demesi önemli elbet. Oscar’da da sahneden dile getirildi. Berlin’de de ödüller verildi.
Esasında bu tarz mecralarda başlayan tavır ya da anlayışlar insanlığa yayılır. Oysa tersini yaşıyoruz. Cannes’dan Oscar’a kadar hepsi “mecbur kaldıkları” için bunu yapıyorlar. İnsanlardan mecralara akan bir tavır var.
Fatma’ya ağıt yaktıkları yerler, sadece o mekanlar, doğada kendi alanlarını belirleme eylemi gibi. Ağıt, buradan dışarı çıkamaz. İsrail boykot edilmez mesela. Siyonist sinemacılar bu festivallere kabul edilir. Çünkü “mağduriyet edebiyatı” denen şeyin tersi her neyse yapılan odur. Evet, “mağruriyet edebiyatı”!
Bu “mağruriyet edebiyatı” da artık sıktı.
Dünyanın sahibi olmadığınız gibi duygunun sahibi de değilsiniz. Sokağın ve insanlığın zorluyla yapacağınız şeylere Filistin’in değil sizin ihtiyacınız var. Zaten son derece bencil bir tavırlar silsilesi izlediğimiz.
Bu “mağruriyet edebiyatı” sıktı artık.
Lakin haklısınız. O alanları boş bırakanların, perdede ve sahnede yer alamayanların yolunu kapayanların, desteklemeyenler sayesinde meydan sizin.
Kıssadan hisse. Anlayana…


