Çocuk yetiştirmede en güçlü pusula koşulsuz sevgi ve şefkat Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Bir zamanlar büyüklerimizin tavsiyeleri bize yol gösterirdi. Bugünse çocuklarımızı yetiştirirken, o öğütler çoğu zaman yetersiz kalıyor. Acaba biz mi farklı büyüdük, yoksa çocuklarımız bizden bambaşka bir dünyaya mı doğdu? Sorun sadece değişen çağda mı, yoksa biz modern ebeveynler olarak yetersiz mi kaldık?
Bu ve benzeri pek çok soruya yanıt ararken, çocuk yetiştirmeye dair zamana meydan okuyan tavsiyeleri bir araya getiriyor. Zaman değişiyor, kavramlar dönüşüyor, bilgiler güncelleniyor. Ama bir çocuğun anne babasından duyduğu görülmek, duyulmak ve koşulsuz sevilmek ihtiyacı asla değişmiyor. Kronik Kitap etiketiyle yayınlanan “Zamansız Ebeveyn”, gazeteci-yazar Mert İnan ile eğitimci ve iki çocuk babası Abdulkadir Özbek’in içten ve derinlikli sohbetlerinden oluşuyor. Modern ebeveynliğin bilgi kalabalığında yönünü bulmaya çalışan annelere ve babalara, sade, denenmiş ve işe yarayan çözümler sunuyor. Abdulkadir Özbek, eğitime yön veren çalışmaları, çocuklarla kurduğu bağ ve yaşamın içinden gelen ebeveynlik anlayışıyla; sosyal medya baskısından eğitim sisteminin çıkmazlarına, yapay zekâ çağında çocuklarla bağ kurmaktan ev içi öz disipline kadar pek çok başlıkta pratik öneriler paylaşıyor. “Zamansız Ebeveyn: Zamanlar Üstü Değerlerle Çocuk Yetiştirmek”, değişen şartlara rağmen çocuk büyütmenin modası geçmeyen yollarına dair bir rehber niteliğinde.
Abdulkadir Özbek
Sağlam bir hayatın ilk adımı güven
Zamansız ebeveynlik sizce ne anlama geliyor ve bu yaklaşım modern ebeveynlik anlayışından nasıl ayrışıyor?
“Zamansız ebeveynlik” kavramı, adından da anlaşılacağı üzere, zamanın ötesinde geçerliliğini koruyan temel insani değerleri ve çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarını merkezine alan bir ebeveynlik yaklaşımıdır. Bu anlayış, geleneksel ebeveynlik rollerinin ötesine geçerek geçmişin bilgeliğini günümüzün gerçekleriyle harmanlar; çağın ruhuna uygun şekilde ama ona teslim olmadan, çocukla sadece günlük hayatta değil, yaşam yolculuğu boyunca derin ve kalıcı bir etkileşim kurmayı hedefler. Özellikle zamana karşı yarışan, “yeterince iyi ebeveyn miyim” kaygısı taşıyan kişiler için bu yaklaşım, kendimize de şefkat göstermemiz gerektiğini, mükemmel ebeveyn olma baskısından sıyrılıp küçük adımlarla ilerlemenin değerini hatırlatır. Esas olan, herkesin benzer zorluklar yaşadığını kabul edip, konfor alanından çıkarak çocukla nitelikli zaman geçirme çabasıdır.
Kitabınızda ‘zamanlar üstü değerlerle çocuk yetiştirmek’ten söz ediyorsunuz. Sizce hangi duygular çocukların hayatında evrensel bir rehber görevi görüyor ve neden çağlar değişse de önemini yitirmiyor?
Aslında üç temel duygudan söz ediyorum: “Ben güvendeyim, ben değerliyim, ben yapabilirim.” Çünkü bir çocuk dünyaya nerede, hangi çağda gelirse gelsin bu üç duygu onun içsel pusulası oluyor. Güven, bir çocuğun hayata sağlam basması için ilk şart. Ebeveyn olarak dürüstlüğümüz, adaletimiz ve kendimizi geliştirme çabamız çocuğa “sen güvendesin” mesajını veriyor. Değerlilik, onun koşulsuz sevildiğini hissetmesi demek. Suçlama ya da kıyaslama yerine, yanında olduğumuzu ve olduğu haliyle değerli olduğunu hissettirdiğimizde bu duygu kök salıyor. Ve yapabilirlik... Çocuğa küçük sorumluluklar verip, hatalarına hoşgörüyle yaklaştığımızda, o da kendi gücünü fark ediyor. “Ben yapabilirim” dediği anda aslında geleceğe hazır hale geliyor. Kısacası, teknoloji de değişse dünya da bambaşka bir hale gelse, bu üç duygu çocuklarımızı her zaman ayakta tutacak.
Bu üç temel duygunun ebeveyn-çocuk ilişkilerinde olmazsa olmaz olduğunu vurguluyorsunuz. Bu üç duygudan biri eksik olduğunda çocuk gelişimi nasıl etkileniyor?
Çocukların gelişiminde güven, değerli hissetmek ve “ben yapabilirim” duygusu üç sac ayağı gibi. Biri eksik olduğunda diğerleri de sarsılıyor. Mesela güven eksikse, çocuk dünyanın güvenilir bir yer olmadığını hissediyor. Bu da ileride hem aile içinde hem de sosyal ilişkilerinde kaygılı, kuşkucu bir tavra yol açabiliyor. Değerli hissetmediğinde ise kendini görünmez ya da önemsiz hissediyor; sürekli kıyaslanmak ya da sevgiyi koşullu görmek, “Ben yeterli değilim” düşüncesini çocukların içine işliyor. Bir de “yapabilirim” duygusu eksik olduğunda, çocuk kendi gücünü keşfedemiyor. Hep başkalarına bağımlı kalıyor, hata yapmaktan korkuyor. O yüzden ben hep şunu söylüyorum: Bir çocuk kalbinin derinliklerinde “Ben güvendeyim, ben değerliyim ve ben yapabilirim” diyebiliyorsa, işte o zaman gerçekten kökleri sağlam, özgüveni yerinde bir birey olarak büyüyor.
Ceza değil rehberlik baskı değil anlayış
“Çocuk yetiştirmenin modası geçmeyen yolları” derken hangi temel insani değerleri kastediyorsunuz?”
“Çocuk yetiştirmenin modası geçmeyen yolları” derken aslında her dönemde geçerliliğini koruyan temel insani değerlerden söz ediyorum: sevgi, şefkat, sabır ve saygı. Çocuğun ruhsal sağlığının temeli koşulsuz sevgi ve şefkattir. Bir çocuk sevildiğini ve kabul edildiğini hissettiğinde kendini güvende hisseder, başkalarına da şefkat gösterebilir. Ebeveyn olarak suçlama, kıyaslama ve tehditten uzak durup sevgimizi olduğu gibi göstermek, her çağda sağlıklı gelişimin temelidir. Ebeveynlik meşakkatli bir yolculuktur; burada sabır en önemli erdemdir. Çocuklar zorlandığında pes etmeden tutarlı kalabilmek, onlara zorluklarla baş etmeyi ve beklemenin değerini öğretir. Ve saygı… Çocuğa saygılı yaklaşmak, onun birey olduğunu kabul etmekle başlar. Özellikle ergenlikte fikirlerine kulak vermek, nasihat yerine empati kurmak çok kıymetlidir. Sınır koyarken nedenlerini açıklamak, çocuğun değerli olduğunu hissettirir. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, toplum ne kadar değişirse değişsin; bu değerler, çocukların sağlıklı bir birey olarak yetişmesi için daima vazgeçilmezdir.
Geleneksel ebeveynlik öğretileri ile modern yaklaşımlar arasında sıkışıp kalan anne babalar için bu iki uç arasında sağlıklı bir denge nasıl kurulabilir?
Aslında hepimizin yaşadığı bir ikilem bu: Bir yanda büyüklerimizden gördüğümüz geleneksel öğretiler, öte yanda modern ebeveynlik yaklaşımları… Peki arada kalmadan nasıl denge kuracağız? Benim cevabım çok net: Çocuğun iç dünyasında üç duyguyu hissettirmekten geçiyor — “Ben güvendeyim, ben değerliyim, ben yapabilirim.” Bunun için “liyakatli ebeveynlik” dediğim bir bakış açısı lazım. Yani sadece iyi niyet yetmez; çocuk gelişimi, psikoloji ve iletişim konusunda kendimizi sürekli beslemek, öğrenmeye açık olmak şart. Çünkü çocuk yetiştirmek, aslında bizim de sürekli öğrendiğimiz bir yolculuk. Bu yolculukta en güçlü pusulamız koşulsuz sevgi ve şefkat. Çocuğumuzu notları, başarıları ya da davranışları için değil, sadece olduğu gibi sevmek…Tabii sabır ve tutarlılık da çok önemli. Çocuk sınırları zorladığında pes etmeden, sakin kalıp nedenlerini açıklayarak kurallar koymak hem güven verir hem de iç disiplinini geliştirir. Disiplin deyince akla ceza değil, aslında “öğretmek” gelmeli. Pozitif disiplin dediğimiz şey de tam olarak bu: Ceza değil rehberlik, baskı değil anlayış. Kısacası, dengeyi bulmanın yolu ne sadece eski yöntemlere körü körüne bağlı kalmak ne de modaya uyan yaklaşımların peşine düşmek.
Denetlemek yerine eşlik edin
Kitapta çocuğun geleceğini bir tuvale benzetiyorsunuz ve ebeveynin yalnızca boya ve fırçayı sunduğunu vurguluyorsunuz. Peki, sınır koymakla çocuğun özgürce yolunu çizmesine alan tanımak arasında sağlıklı denge nasıl kurulur?
Ben hep şunu söylüyorum: Sınır koymak bir bahçeye çit çekmek gibidir. Çit, çiçeklerin büyümesini engellemez; sadece onları korur. Çocuğa kurallar koyarken “yasak”tan çok “neden”i anlatmak hem güven hem de özgürlük hissini besler. Yani, “Bunu yapma” yerine “Bunu yapmamanı istiyorum çünkü…” diyebilmek. Asıl amaç, çocuğun kendi tuvalini boyamasına izin vermek ama fırçayı eline aldığında devirip kırılmayacağından da emin olmak. Denge, tam da burada kurulur: güven veren sınırlar, özgürlüğe engel olmayan bir rehberlik.
Dijital dünyada çocukları tamamen yasaklarla korumaya çalışmanın işe yaramadığını belirtiyorsunuz. Bu noktada “denetlemek” yerine “eşlik etmek” nasıl bir fark yaratır?
Dijital dünyada sadece yasak koymak çoğu zaman ters teper; çocuk ya gizlice yapar ya da size olan güvenini zedeler. Benim önerim “denetlemek” yerine “eşlik etmek.” Yani çocuğunuz bir oyun oynarken yanına oturup “Bu oyunda seni en çok ne heyecanlandırıyor?” diye sormak ya da birlikte bir içerik izleyip ardından sohbet etmek. Böyle yaptığınızda çocuk kendini hem güvende hem de anlaşılmış hisseder. Denetim, bir tür baskı gibi algılanırken eşlik etmek, çocuğun seçimlerini yönlendirmeden yanında olduğunuzu hissettirir. Fark şurada: yasak mesafe koyar, eşlik etmek ise bağı güçlendirir ve çocuğun dijital dünyada kendi öz denetimini geliştirmesine destek olur.
Mükemmel ebeveyn yoktur
Ebeveynlikte bilgi ve pratik arasındaki uçurum, özellikle kentli ve eğitimli ailelerde kafa karışıklığına yol açıyor. Sizce bu uçurumu kapatmak için ebeveynlerin hangi zihinsel ve duygusal dönüşümleri yaşaması gerekir?
Gerçekten de kentli ve eğitimli ailelerde en büyük sıkıntılardan biri, kitaplardan okuduklarımızla hayatın içindeki pratiklerin uyuşmaması. Çünkü teoride “cips yedirmeyin, ekranı sınırlayın” demek kolay; ama çocuk gözünüzün içine bakınca işler değişiyor. Bu uçurumu kapatmak için önce şunu kabul etmeliyiz: Mükemmel ebeveyn yoktur. Hepimiz hata yapıyoruz, mesele hatasız olmak değil; fark ettiğimizde onarmak. Çünkü çocuk, kusursuz ebeveyni değil; yanında durup onunla birlikte büyüyen anne-babayı arıyor.
Yapay zekâ çağında rehber ebeveyn
Yapay zekâ çağında çocukların gelişimi için sağlıklı bir dijital denge nasıl kurulur ve burada ebeveynin rolü nedir?
Artık çocuklarımız yalnızca aile ve okul ortamında değil, aynı zamanda dijital ekosistem içinde büyüyor. Örneğin, bir çocuk yapay zekâ destekli bir uygulamada içerik üretirken ebeveynin yanında bulunup süreci gözlemlemesi ve sorular sorması, hem güvenli kullanım sağlar hem de çocuğun eleştirel düşünme becerisini destekler. Ayrıca, çocukların teknoloji ile kurduğu ilişki onların öz düzenleme, dikkat kontrolü ve sosyal etkileşim becerilerini doğrudan etkiler. Bu nedenle ebeveynlerin, günlük hayat içinde ekran sürelerini planlamaları, dijital etkinliklerle fiziksel ve sosyal deneyimler arasında sağlıklı bir denge kurmaları gerekir. Örneğin, oyun saatlerinden sonra birlikte kitap okumak ya da dışarıda fiziksel bir etkinlik yapmak, beynin farklı gelişim alanlarını destekler. Unutmamak gerekir ki teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, çocukların temel ihtiyaçları değişmiyor: Güven, değerli hissetmek ve yapabilirim duygusu. Yapay zekâ çağında ebeveynlik, işte bu üç duyguyu dijital dünyanın içinde de çocuğa hissettirebilmekten geçiyor. Dolayısıyla ebeveynler yalnızca teknolojiyi tanımakla kalmamalı, aynı zamanda kendi duygusal farkındalıklarını artırmalı, otomatik tepkilerden uzaklaşıp bilinçli rehberlik yapmalıdır.


