Cumhur Reyonu’ndaki ortodoks trüfü Özgür Bayram Soylu
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Türkiye’deki gıda enflasyonu artık yalnızca ekonomik bir gösterge değil; düşük ve orta gelirli hanelerin yaşam standartlarını doğrudan tehdit eden kapsamlı bir toplumsal sorun hâline gelmiş durumda. Yeni Şafak Gazetesi’nin gündeme taşıdığı ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran ‘Cumhur Reyonu’ önerisi de bu bağlamda basit bir fiyat indirimi ya da popülist bir tüketim hamlesi değil; dar ve orta gelirli kesimlerin temel ihtiyaçlara erişimini kolaylaştırmayı amaçlayan, piyasa içi sosyal müdahale modeli olarak değerlendirilmesi gereken bir gereklilik.
ENFLASYON MANİPÜLASYONU DEĞİL, SOSYAL MÜDAHALE ARACI
Bazı çevrelerin iddia ettiği üzere Cumhur Reyonu uygulamasının temel amacı, manşet enflasyonu düşük göstermek değil. Bu tür iddialar, yalnızca teknik iktisat bilgisine olan mesafeyle açıklanamaz; aynı zamanda toplumsal yarar içeren her girişime genetik düzeyde alerjisi olan “yorumcu organizmaların” doğal refleksi olarak da değerlendirilebilir. Bu kurgu karakterler genellikle,
ortodoks ekonomi politikalarını kutsal metinler gibi ezberlemiş, kamunun sosyal müdahalesini bir tür “ekonomik günah” gibi gören, her “piyasa dışı” hamleyi de Rodos Kuşatması kadar tehlikeli bulan düşünce ekolünün modern müritleridir
-teşbihte hata olmazsa-.
Oysa
Cumhur Reyonu, fiyatları masa başında hokus pokusla manipüle etmeye değil; piyasa içinde, kamu garantili bir “güven rafı” inşa ederek, üretici ile tüketici arasında makul, erişilebilir ve nefes aldıran bir temas zemini kurmayı hedefliyor.
Bu aynı zamanda “devlet marketçilik yapmaz” diyenlere inat, devletin raflarda da var olabileceğini hatırlatan bir kamusal müdahale önerisidir. Kısacası, burada devletin fiyat düzenlemesi yapması piyasanın ölümü değil, panikatak geçiren tüketicinin yeniden soluklanmasıdır.
CUMHUR REYONUNU Tİ’YE ALANLAR
Kamuoyunda, artık adından mı yoksa potansiyel tadından mı bilinmez, Cumhur Reyonu uygulamasını küçümseyen, alaya alan ya da sistematik biçimde değersizleştirmeye çalışan bazı çevreler var ki; Türkiye sosyolojisine o kadar uzaklar ki, adeta başka bir gezegenin ekonomik atmosferinde yaşam sürüyorlar. Genellikle
“her şeyin çözümü faizdir” doktrininden başka ezberi olmayan bu karakterler, ortodoks ekonomi politikalarının sonsuz huzur vadettiğine inanıyorlar; fakat o huzura hiç kimsenin, kendileri dışında ulaşamayacağını da net bir dille ifade etmiyorlar ki zaten gerek de duymuyorlar.
Piyasaya olan sevgileri öylesine büyük ki, dar gelirlinin pazarda domates seçerken yaşadığı kararsızlığı bile “piyasanın doğal seleksiyon süreci” olarak yorumlamaktan çekinmiyorlar. Onlar için devletin vatandaşa ucuz gıda sunması, serbest piyasanın kutsal tapınağına yapılmış bir saygısızlık; kamu müdahalesi ise başlı başına bir ekonomik sapkınlık.
Fiyatların vatandaşla tango yaptığı bir enflasyon ortamında, halk için yaşamsal bir müdahaleyi ‘şov’, ‘göz boyama’ ya da ‘piyasa düşmanlığı’ olarak etiketlemek; kamusal duyarlılıktan değil, raf ömrü dolmuş ekonomi reçetelerine duyulan kör sadakatten kaynaklanıyor.
Ekonomi sahnesinde hız yarışına çıkıp Şimşek McQueen rolü oynamak kolay; ama halkın sofrasına yakıt olmak asıl meydan okuma. Çünkü bu ülkede sabah halkın karşılaştığı enflasyonla mücadele, Harvard Business Review makalesiyle değil; reyondaki domatesle başlıyor.
İSME DEĞİL İŞLEVE BAKMAK
Cumhur Reyonu, yalnızca kısa vadeli fiyat istikrarı sağlamayı değil; aynı zamanda tarımsal üretimde öngörülebilirliği artırmayı, kırsal kalkınmayı hızlandırmayı ve kooperatif yapıları örgütleyip kurumsallaştırmayı hedefliyor. Bununla birlikte üretici gelirlerinde güven ve istikrarı tesis etmeyi, tüketici güveni ile toplumsal memnuniyeti yükseltmeyi ve nihayetinde kamunun piyasa üzerindeki düzenleyici etkisini kurumsallaştırmayı amaçlayan çok katmanlı ve stratejik bir müdahale modeli vadediyor. Önerilen model, uluslararası iyi örneklerden esinlenip yerel dinamiklere uyarlanmış sürdürülebilir bir kamusal müdahale biçimi aslında. Hindistan’daki ‘Fair Price Shops’ temel gıdada sübvansiyonu kurumsallaştırırken, Fransa’nın sosyal raf politikaları düşük gelirli tüketiciye özel raf alanlarıyla örnek oluşturuyor.
Cumhur Reyonu uygulaması, dar gelirli hanelerin alım gücünü korumayı hedefleyen kamusal bir refleksin, üretimden tüketime kadar uzanan zincir içinde özenle organize edildiği, çok katmanlı bir müdahale mekanizmasını temsil ediyor. Bu, öyle “sabaha karşı panikle alınmış” bir karar değil; düdüklü tencere misali biriken toplumsal basıncı kontrollü biçimde boşaltan, son derece planlı bir müdahalenin somutlaşmış hâli. Zira bu öneri, piyasada yalnızca tüketiciyi koruyup “aman vatandaş ses etmesin” yaklaşımıyla yetinmiyor; aynı zamanda üreticiyi de kapsayan, çiftçinin de sesini duyan iki yönlü bir sosyal kalkınma modeli sunuyor. Elbette bu sistem, “piyasa her şeyi çözer” inancına sorgusuzca tapanlar için ciddi bir zihinsel travma olabilir. Uygulamanın başarısı ise yalnızca lojistik planlamayla sınırlı değil; aynı zamanda toplumsal destek, siyasal irade (iş yapma kararlılığı) ve kurumsal koordinasyon (örneğin: raf var ama ürün yok gibi krizleri yaşatmayan sistem tasarımı) ile doğrudan ilişkili.
Cumhur Reyonu, ne bir “seçim öncesi sürprizi” ne de bir “gündem saptırma manevrası”dır; bu uygulama, sosyal devletin piyasadaki temsiliyetini, yani halkın raflardaki sesini yeniden inşa etme girişimidir. Bugün resmi gündemde olmasa da, ‘Cumhur Reyonu’ gibi bir uygulama, vatandaşın temel gıdaya erişimini kolaylaştıracak, enflasyonun en ağır yükünü taşıyan kesimlere nefes aldıracak acil bir ihtiyaçtır. Bu nedenle mesele, ‘Cumhur Reyonu’ adında düğümlenmek değil; vatandaşın sofrasına ne kattığına, üretici ile tüketici arasındaki dengeyi nasıl koruduğuna odaklanmaktır.
Bizde yoksulun sofrasına kör kesilen, piyasa tapınağında körkütük derviş kesilir.

