Dayanabilirsen dayan Ali Cabbar! Özgür Bayram Soylu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Ekonomik belirsizlik bulutları tüm kesimleri kapsadıkça üretme arzusu, geleceğe duyulan ümit işleyen programa rağmen enflasyonla birlikte düşüyor!
Üretici kendini giderek değersiz hissediyor, vatandaş en temel ihtiyaçları için hesap yaparken abaküsten fazlasına ihtiyaç duyuyor. Emekliler mi, onlar da nefes alabildikleri için her geçen gün şükrediyorlar.
Program öylesine işliyor ki faizler yükseliyor, krediye erişim zorlaşıyor, maliyetler katlanıyor, yatırımlar durma noktasına geliyor, fiyatlar kontrolden çıkmayı sürdürüyor. Öyle ki ekonomik karar birimleri krizleri kanıksıyor, dengesizlikleri sıradanlaştırıyor, yoksulluğu sessizce kabul ediyor. Bu ortamda, duygusal yükü ağır ama toplumsal hafızada yer etmiş bir türkünün ifadesiyle;
“Ne ateş var ne de duman amma, tutuşur alevler yanar Ali Cabbar”
misali, görünür olmayan ama giderek derinleşen bir toplumsal bunalım, sessizliğini koruyarak ilerliyor.
Ortodoks politikaların bu süslü versiyonu yeni bir dönemin değil mevcut ekonomik anlayışın makyajsız, filtresiz, çıplak yüzünü inkâr edilemeyecek kadar açık hale gelmesini beraberinde getiriyor.
Ama tüm bu sıkıntılar abartılmayacak kadar geçici ve herkese rağmen enflasyon düştü, kabul etseniz de düştü etmeseniz de. Sahi siz hiç ateş böceği gördünüz mü?
PROGRAMIN SESSİZ MAHKUMU
Maaşımsı ile geçinmeye çalışan bir emekli için çarşıya çıkmak artık bir cesaret değil, imkânsızlık sınavına dönüşüyor. Sürekli artan fiyatlar, sabit gelirli kesimin yaşam standardını her geçen gün biraz daha aşındırıyor. 65 yaş üstü bireyler çoğu zaman çocuklarının desteğiyle ya da borçla ayakta kalıyor; sosyal yardımlar ise geçici kalıyor. Bayram ikramiyeleri gibi tek seferlik ödemeler yüz güldürmüyor. Bu tablo sadece bireysel yoksulluk değil, sistematik bir sosyal güvenlik açığının göstergesi haline geliyor.
Emekli sabrediyor, ama bu sabır bir tercih değil, seçeneksizliğe doğru evriliyor. Bu nedenle artık sadece maaş artışı değil, derinlikli ve bütüncül bir emeklilik reformu gerekiyor.
Emekli maaşları, asgari ücretle değil, gerçek yaşam koşullarını yansıtan bir “Minimum Emekli Yaşam Endeksi”ne göre belirlenmeli. Düşük gelirli emekliler için ulaşım, enerji ve gıdayı kapsayan kademeli ve sürekli sosyal destek modelleri hayata geçirilmeli. Belediyeler aracılığıyla yaşlılara yalnızca ekonomik değil, kültürel ve psikolojik destek sağlanmalı, sosyal hayata katılımlarını artırmalı. Ayrıca, deneyim ve birikimlerini değerlendirecek danışmanlık, yarı zamanlı çalışma gibi aktif yaşlanma programları ile hem üretkenlik korunmalı hem de sosyal güvence güçlendirilmelidir. Bireysel borçlanmanın bir norma dönüştüğü günümüzde psikolojik ve toplumsal bir baskı haline gelen borç yüzünden yalnızca emekliler değil tüm kesimler geçimin yanı sıra gelecek umudunu da yitiriyor. Bu nedenle, gelire dayalı borç yapılandırma sistemi ile hanelerin ödeme yükü gelir düzeyine göre düzenlenmeli; bireysel finansal rehabilitasyon fonu kurularak danışmanlık ve sosyal destek sağlanmalı; finansal okuryazarlık yaygınlaştırılarak bilinçsiz borçlanmanın önüne geçilmeli. Ayrıca, temel tüketim kalemlerinde kamu güvenceli sabit fiyat mekanizmalarıyla alım gücü korunmalı.
NEFES BORUSUNA BASILMIŞ BİR DEV
TOBB Ekonomi Şûrası’nda yükselen sesler, ekonominin en dinamik ama en kırılgan yapısının, yani reel sektörün, giderek sıkıştığını açıkça ortaya koyuyor. Yüksek perdeden değil yıpranmış ve tedirgin tonda gelen bu ses, sanayicinin mecalsizliğine ve umutsuzluğuna işaret ediyor.
Toplantıda öne çıkan şikâyetler, reel sektörün artık yalnızca geçici değil, yapısal bir darboğaz içinde olduğunu gösteriyor.
Finansmana erişim, özellikle KOBİ’ler için neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda; yüksek faiz oranları, üretim yapmak isteyen değil, günü kurtarmaya çalışan bir işletmeci profili doğuruyor. Bankacılık sistemi ile reel sektör arasındaki güven hattı zayıflarken, teminat baskısı uzun vadeli yatırımları caydırıyor, yatırım kredileri istisnaya dönüşüyor. Kur ve enflasyonun yarattığı maliyet baskısı öngörülebilirliği ortadan kaldırmış durumda; fiyatlama ve maliyet planlaması artık teknik değil, adeta bir tahmin sürecine dönüşmüş halde.
İthalat politikalarının stratejik körlüğü ise yerli üreticiyi doğrudan tehdit ediyor. Örneğin ayakkabı sektöründe, Mısır’dan gelen ürünlerin bir yılda %140 oranında artması, sadece maliyet avantajı değil, aynı zamanda Çin menşeli ürünlerin dolaylı yollarla piyasaya girmesiyle oluşan haksız rekabetin boyutunu gösteriyor. Çin istilasına karşı savunmasız hale gelen iktisadi yapının bu versiyonu, istihdamı ve kapasite kullanımını tehdit ederken, üreticiyi savunmasız bırakıyor.
Bugün birçok yerli üretici ne büyüyebiliyor ne küçülebiliyor, bazısı kapanıyor, bazısı üretimini sınır dışına taşıyor, kimisi ise susmayı seçiyor. Dolayısıyla Kredi Garanti Fonu (KGF) gibi araçlar yeniden tasarlanmaya ihtiyaç duyuyor. Kefil olmanın ötesinde yönlendirici olması da beklenen fonlar, stratejik sektörler (örneğin: ayakkabı, tekstil, tarım makineleri, ilaç hammaddesi) için özel finansman havuzlarına dönüşmeyi bekliyor.
Damping ve menşe saptırması gibi tehditlere karşı aktif bir “ticaret savunma şeması” kurulmalı. Gümrük Birliği’nin sağladığı avantajlar, yerli üreticiye zarar verecek şekilde değil, onu koruyacak biçimde yorumlanmalı. Enerji, ambalaj, kimyasal, ara mal gibi dışa bağımlı kalemler için kamu-özel iş birliğine dayalı yatırım havzaları geliştirilmeli. Üretim kümelenmeleri desteklenmeli, kritik ham maddelerde yerelleşme stratejisi benimsenmeli. Üretim riski taşıyan illerde yer alan KOBİ’ler için özel bir yeniden yapılandırma ve destek fonu oluşturulmalı. Bu sadece kredi değil; dijital dönüşüm, dış ticaret eğitimi ve danışmanlık içeren çok yönlü bir sanayi sigortası modeli olmalı.
Unutmamalı ki reel sektör sadece üretimi değil, istihdamı, bölgesel kalkınmayı ve en önemlisi toplumsal huzuru da temsil ediyor. Her kapanan işletme sadece ekonomik değil sosyal bir boşluk bırakıyor. Dolayısıyla mesele ekonomi politikasının ötesinde toplumsal sürdürülebilirlik meselesine dönüşüyor.
Bizde kaçtığın her şey senden hızlı koşar…


