Devleti okuyamayanlar, duruşu da anlayamazlar! Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Hilal Duran / Siyasal İletişimci
Bu hikâyeyi anlamak için sadece bugüne bakmak yetmez. Çünkü bazı duruşlar tek bir cümlenin değil, bir ömrün yükünü taşır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan için Filistin, siyasetin ötesinde bir mesuliyet alanıdır; sözleri zamanın gürültüsünü aşar, doğrudan tarihe yazılır. Bazı liderlikler vardır ki, meselelerin içinden doğmaz; meselelerin kendisi hâline gelir. Filistin davası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi çizgisine iliştirilmiş geçici bir söylem olmaktan öte; onun ömrünün merkezine yerleşmiş ahlaki ve tarihî bir mesuliyettir. Bu, seçim dönemlerinde akla gelen geçici bir gündem değil; yıllara, meydanlara, kürsülere ve gerektiğinde masalara taşınmış köklü bir inançtır.
İki yıldır tüm dünyada Gazze konuşuluyor. Bir katliam, bir suskunluk ve bir çaresizlik dalgası coğrafyayı kaplamış durumda. Ancak bu çaresizlik anlarında bile tüm dünyada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesi yankılanıyor. Erdoğan, bu davayı gündemin iniş çıkışlarına kapılmadan; vicdanla, hafızayla ve kararlılıkla taşımayı seçmiş bir liderdir. İsrail’e karşı tavrı, geçici dengelerin ürünü olan bir diplomasi değil; köklü ve kararlı bir ilkenin yansımasıdır. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan, yalnızca Türkiye’yi değil, İslam coğrafyasının tamamını temsil eden bir ses olmuştur. Sözleri, meydanlardan kürsülere, salonlardan camilere kadar uzanan geniş bir hafızada yankı bulur.
2004’te Gazze saldırılarının ardından Erdoğan, “Bu bir devlet terörüdür” diyerek Türkiye’nin tavrını net şekilde ortada koymuştu. 2009 Davos Zirvesi’nde İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e söylediği “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz!” çıkışı, bu tutumun dünya sahnesine yansımasını sağlamıştı. Ve 2013’te Viyana’da yaptığı “Siyonizm insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur” açıklaması ise bu ilkesel çizgiyi daha da belirginleştirmişti.
BAZI DURUŞLAR TEK BİR CÜMLENİN DEĞİL BİR ÖMRÜN YÜKÜNÜ TAŞIR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin’e dair yaklaşımı, siyasi rakipleriyle aynı düzlemde değerlendirilemez; bu, bambaşka bir konumlanmadır. Onun İsrail’e karşı kullandığı ifadeler, tarih boyunca hiçbir batılı liderin ağzından çıkmamıştır. “One Minute” bir anın ötesinde; bir çizgi, bir eşik ve tarihe kazınmış bir sesleniştir. O an, dünyanın düzenine “hayır” diyen bir sesin dünyaya hatırlattığı bir çağrıdır. Bu duruş, bir tepki olmaktan çıkıp bir ilkeye dönüşmüştür. “Dünya beşten büyüktür” çıkışıyla güçlenen bu yürüyüş, mazlum coğrafyaların olduğu kadar, adalet arayan insanlığın da sesi hâline gelmiştir.
2017 Kudüs Zirvesi’nde söylediği “Kudüs kırmızı çizgimizdir” sözü, Türkiye’nin bölgesel rolünü netleştirdi. 2019 BM Genel Kurulu’nda Erdoğan bu sözü tekrarladı, ardından haritaları göstererek “Bu işgalin adı ne olacak?” diye sordu ve ekledi: Adaletin olmadığı yerde barış da olmaz.
Ve sonrası, o sesin asla sönmediğini ispatlayan bir iradenin adım adım büyüttüğü kararlı bir yürüyüştür. Bugün bu yürüyüş devam ederken, ona “neden yürüyorsun, koşsana!” diye bağıranların çoğu, yolun nereye vardığını bile bilmemektedir. Filistin meselesi, Türkiye için bir dış politika başlığının ötesinde; derin bir tarihî hafızadır.
Gazze’nin adı, siyasi haritalardan çok dualarda yankılanır. Erdoğan’ın bu konudaki duyarlılığı, gündelik siyasetin dalgalanmalarından bağımsız; köklü bir tarihî sorumluluğun üzerine yaslanıyor. Devlet yönetimi, stratejik dengeleri doğru okuyarak ilerler; diplomasi ise yüksek seslerden değil, sonuç getiren masalardan beslenir.
ERDOĞAN KONUŞTUĞUNDA SÖZLER YÖN VERİR
Bugün bazıları, “Neden radikal hamleler yapılmıyor?” diye soruyor. Oysa bu sorular, liderliğin doğasını anlamadıklarını gösteriyor. Gerçek liderlik, yüksek sesle konuşmaktan değil, yüksek sorumluluk almaktan geçer. Gazze söz konusu olduğunda Erdoğan’ın sesi duyulmuştur; şimdi zamanı gelen şey, o sesin kurduğu masalarda ağırlık koymaktır. Ve bunu yalnızca o yapabiliyor. Peki ya muhalefet? Dış politikayı iç politikaya indirgeyen, diplomasiyi sosyal medya algoritmaları üzerinden okuyan bir anlayışla karşı karşıyayız.
Oysa devlet, sosyal medya trafiğiyle değil, tarihî sorumluluk bilinciyle konuşur. Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, Filistin meselesinde tepki göstermekle yetinmedi; bölgedeki dengeleri belirleyen, masaları kuran ve yönü tayin eden bir aktör konumuna yükseldi. Erdoğan’ın bu meseledeki yaklaşımı, tepkisel bir refleks değil; derin bir hafızanın yansımasıdır. Devlet hafızasıyla yoğrulmuş bir liderin taşıdığı sorumluluk, gündelik siyasetle ölçülemez.
Gazze söz konusu olduğunda, Erdoğan konuştuğunda yalnızca sözler duyulmaz; yeni yönler belirlenir. Karar verdiğinde sadece Türkiye değil, bölgenin tamamı pozisyon alır. Onun sessizliği sandıkları şey, aslında sessizlik değil; taşınan yükün cümlelere sığmayacak kadar ağır olmasıdır. Bazı liderler açıklama yapmaz; açıklamanın kendisi hâline gelir.
TARİH MESELENİN YÜKÜNÜ OMUZLAYANLARI YAZAR
“One Minute” çıkışından bu yana çizgisini bozmayan, Batı karşısındaki tutumunu net biçimde ortaya koyan, İslam coğrafyasına karşı derin bir mesuliyet taşıyan bir lideri; dar siyasi hesaplarla yargılamaya çalışanlar, ne Gazze’yi anlayabilir ne de Türkiye’nin neyi temsil ettiğini kavrayabilir. Onlar ki yalnızca içeride bağırabilen, dışarıda sessiz kalan bir siyaset anlayışının mirasçılarıdır. Onlar ki kendi ülkesini mahcubiyetle anan ama başkalarının sözlerini hayranlıkla paylaşan bir zihniyetin çocuklarıdır. Ve onlar ki, her meselede olduğu gibi bu meselede de, kendi eksikliklerini başkasının sesiyle örtmeye çalışır.
Ancak tarih, meseleyi günübirlik siyasetin malzemesi yapanları değil; o meselenin yükünü omuzlayanları yazar. Ve bu yazı, çok önceden yazılmaya başlandı…


