Devrim den 9 ay sonra Şam da Yasin Aktay
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Suriye'de altmış yıllık kapkaranlık bir istibdada, kendi halkına karşı sistematik ve uzun süreli bir soykırım uygulamaktan çekinmeyen bir yönetime karşı gerçekleşen halk devrimi 9 ayını geride bıraktı. Tam 14 yıl boyunca iradeli, disiplinli ve vakur duruşlarıyla ülkelerini bu gözü dönmüş çete yapılanmasından kurtarmaya çalışan
devrimciler şimdi ülke yönetiminde vazifenin gerektirdiği anlamda bir devlet olmanın bütün icaplarını yerine getirmeye çalışıyor.
İdlib’de 5-6 yıl boyunca ülkenin her tarafından gelip sığınmış ve sayıları neredeyse 5 milyonu bulan insanın iktisadî, beşerî ve güvenlik alanlarında bütün hizmetlerini kendi ülkelerine uygun bir biçimde görme tecrübesi kazanmış devrimciler şimdi uluslararası düzeyde tanınan, kendi halkının tamamı nezdinde meşruiyeti olan bir devleti bütün kurumlarıyla birlikte yönetmeye çalışıyorlar.
Üstlendikleri görevlere karşı taşıdıkları ve sergiledikleri sorumluluk kesinlikle Suriye'nin mevcut nesillerinin şu ana kadar hiç aşina olmadığı bir devlet ahlakı ve sorumluluğu.
Altmış yıllık bir çete tasallutu altında özgürlüğün de bir millet olmanın da anlamından ve pratiğinden mahrum bırakılmış olan bir halk şimdi kendilerine merhamet besleyen, ülkenin her bir bireyini kendinin bir parçası gibi gören bir devlet aktörüyle ilk defa karşılaşıyor olmanın farkını yaşıyorlar.
İNSANLARIN ARTIK "BİZİM" DEDİKLERİ BİR DEVLETLERİ VAR
Bir vesileyle devrimden sonra birkaç kez ziyaret ettiğimiz Şam'a yolumuz tekrar düşüyor.
Caddelerde, sokaklarda, lokantalarda, camilerde karşılaştığımız halkın tavırlarında, konuşmalarında ilk hissettiğimiz şey bu.
İnsanların artık "bizim" dedikleri bir devletleri var
, kendilerini aşağılamayan, bir gece veya gündüz ansızın mallarına çökmeyen, aile efradının tamamını veya bir kısmını alıp meçhullere götürüp orada bırakmasından korkulmayan,
Muhaberat korkusu
yla kardeşi kardeşe karşı güvensizliğe itmeyen bir devlet. Birçok kişi böyle bir tecrübenin bu ülkede gerçek olabileceğine inanmadığını, hâlâ yaşananlara inanmakta zorlandığını ifade ediyor.
Düne kadar ismini bile fısıldamaktan çekindikleri ve her işyerinde, her köşe başında portreleri bulunan Beşar Esad şimdi çorapların tabanında bir karikatür olarak işlenmiş olarak bulunabiliyor.
Hamidiye Çarşısı’nda sokak satıcıları özgür Suriye bayraklarının yanında bir de bu çoraplardan satıyor.
Biri de muzip muzip soruyor: Bu çoraplar ayağımızdayken namaz kılabiliyor muyuz? Namazda insan suretinin vücutta bulunması değil sorun ettiği, bu suretin necasetinin namazın şartı olan tahareti bozup bozmayacağı anlamında. Kendini ebedi sanan bir diktatör açısından elbette trajik bir son ama insanlık açısından ve hakikat açısından ibretlik, mazlum insanlar açısından teselli edici bir durum tabii.
HANİ TEKRARLANMASIN DİYE SOYKIRIMI UNUTMAYACAKTIK
Biz daha bu ibretlerin etkisi altındayken Şam'ın Ateybe bölgesinde yaklaşık 100 kişinin ceset kalıntılarının bulunduğu bir toplu mezarın tespit edildiğini öğreniyor, 9 ay içinde bile bir şeylerin nasıl unutulabildiğine dair ayrı bir ibret kapısından geçiyoruz.
Bu kapı ne yazık ki insanların çok sık içine düştükleri bir durumu da bize anlatıyor. Unutulan soykırım tekrarlanır diyordu Aliya İzzetbegoviç. O, bu sözü söylediğinden beri, üstelik dünyanın gözü önünde kaç tane soykırıma şahit olduk, bugün Gazze'de oluyoruz. Bütün detayları anında insanların gözünün önünde cereyan eden bir soykırım bile insanları uyandırmaya, başka soykırımlarla ilgili ihmalleri hatırlatmaya yetmiyor.
Sam'ın kendi evlatlarınca kontrol altına alındığı günlerde dünya gündemine bomba gibi düşen
Seydnaya görüntüleri de 14 yıl boyunca uzaktan bir iç savaş gibi görünen Suriye'deki olayların ardındaki asıl gerçeği gözler önüne sermişti.
Ortada birbiriyle eşit bir biçimde savaşan güçler yoktu elbet. Kendi halkına en vahşi ve insanlık dışı duygular içinde, kin, nefret ve zevk içinde katliamlar yapan bir despot vardı. Buna karşılık insanlığından vazgeçmemiş, vazgeçmeye de niyeti olmayan bir halkın bu insanlık dışı güce karşı bir ayaklanması vardı. Seydnaya'daki süper sadist uygulamalar bu gücün sadece Suriye halkı için değil bütün insanlık için bir tehdit olduğunu kısa süreliğine göstermişti.
"Kısa süreliğine" diyoruz çünkü sonrasında sanki insanlık uyandıktan sonra öbür tarafına dönüp uyumaya devam etti sanki. Bugün Suriye yönetimine sözüm ona "azınlık hakları" konusunda büyük hassasiyetler sergilemeye çalışan sözüm ona uluslararası toplumun önemli bir kısmı Esad'ın bir "azınlık" olarak toplumun büyük çoğunluğunun haklarını 54 yıl boyunca yok saymış olduğu gerçeğini hatırlamıyor bile.
Toplumun çoğunluğunu oluşturan Sünni kesimden 1 milyonun üstünde insan bu "azınlık" yönetimi eliyle hunharca katledilmemiş
, en az 150 bini tutuklandıktan sonra ortalıktan kaybolmamış,
Seydnaya, Tedmur, Halep, Humus zindanlarında
yok edilmemiş, 12 milyon insan yerinden yurdundan edilmemiş, yaşadıkları evler başlarına yıkılmamış, şehirleri üstünde taş üstünde taş kalmış gibi davranıyorlar.
ÇOĞUNLUK KATLEDİLİRKEN KILI KIPIRDAMAYANLAR ŞİMDİ "AZINLIKLAR" DİYE TUTTURUYORSA...
Çoğunluğun hakları azınlık tarafından bu şekilde kıyıma uğradığında seslerini çıkarmayanlar şimdi sanki bu olanlar hiç olmamış, yaşanmamış gibi kendiliğinden yeni bir düzen kuruluyor da burada azınlıkların haklarının nasıl korunacağının telaşına düşmüş.
Suriye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
olarak çalıştığı esnada Esad'ın, halkına uyguladığı katliamların ortağı olamayacağını söyleyerek rejimden ayrılan ve ABD'de yaşamaya başlayan
Cihad Makdisi
devrimden hemen önce vermiş olduğu bir mülakatta bu çelişkiyi çok çarpıcı sözlerle ifade etmişti: “Bugün Sünni çoğunluğun azınlık rejim karşısında verdiği kurbanların sayısı Suriye'de hümanist duyguları harekete geçiren bütün azınlıkların sayısından çok daha fazla."
Kendisi bir Hristiyan olan Makdisi'ņin kastettiği azınlıklar bugün ABD'nin ve Israil'in tabii ki tamamen çıkarcı ve kötü niyetli himayesine mazhar olan Dürziler, Nusayriler, Kürtler hatta Hıristiyanlar. Makdisi bir Hıristiyan olarak tarih boyunca hiçbir zaman Sünni çoğunluğun zulmüne maruz kalmadıklarını zaten bu zamana kadar kendilerini koruyarak gelmiş da bunun delili olduğunu söyledi. Oysa Baas rejimi ve bilhassa baba-oğul Esad'lar zamanında Nusayrilerin dışında hiçbir azınlığa kendini ülkesinde yaşıyormuş hissinden eser bırakılmamıştır.
Suriye'nin yeniden kendi evlatlarınca şekillenmeye başladığı bugünlerde aslında en bariz görünüm, idareyi ele almış olanların tabi oldukları İslami ve tarihi birikimin onlara azınlıklara zulmetmeye müsaade etmediği
, bilakis kendilerine bütün insanların emanetini devralmış olduğu hissini verdiğidir. Yaşanan onca zulme, onca katliama ve kindarca muameleye rağmen bugün yönetimi devredenler nezdinde tarih tekerrür ediyor. İşin gerçeği bu zulme alet edilenler de dahil olmak üzere azınlıklar bugün yüzyıldan sonra yine kendilerini en güvenli hissettikleri bir muameleye mazhar oluyorlar. Ama tam da bu güvenlik sağlandığı anda bazı Batılı güçlerin şimdi "
azınlık hakları
" bahanesiyle devreye girmeleri, ikiyüzlülüğün, pişkinliğin en canlı örneğini ortaya koyuyor.
Güney'de Dürziler üzerinden Suveyda'da, Batı sahilinde Nusayriler üzerinden Lazkiye'de ve Fırat'ın doğusunda Kürtler üzerinden devreye giren azınlıklar hassasiyetinin Suriye'de insani haklarını, onurunu gözeten bir hassasiyet olduğunu elbette kimse anlatamaz. O iddia ettikleri hassasiyeterin kemikleri hâlâ topraklardan fışkırıyor üstelik.
Suriye izlenimlerimizi aktarmaya devam edeceğiz.


