Dil kirlenince akıllar da kirlenir Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
ABD-İsraili tarafından işgal edilen topraklarda, yaklaşık üç milyon kişinin dört bir yönden kuşatıldığı 45 bin kilometrelik dar bir alanı varlık mücadelesi tahtında savunan
Hamas’ın
7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı
Aksa Tufanı’ndan
beri ölüm, açık, işgal, yıkım ve acı ile eş anlamlı olan savaş kelimesinin artık kendi anlamında kullanılmadığı, bilakis ilgili birçok kavramla birlikte onun kendi bağlamından koparılarak tam zıddı olan bir içerikle kullanılmaya başlandığı yeni bir süreci yaşıyoruz.
Bu süreç aynı zamanda
aleni
olanın
resmi
olana peşkeş çekildiği ve dolayısıyla görünen yani som gerçek olan bir durumun resmileşmediği için yok sayıldığı, böylece gerçekleşenin muğlaklaştırılması yoluyla insan aklının alaya alındığı bir süreçtir.
Bunun “Artık en geçerli savaş aracı propagandadır” şeklindeki beylik söyleyişlerle, “teyit edilmemiş haber kullanılmaz” klişeleriyle bir ilgisi yok; propaganda kelimesinin yalancılık / sahtekarlıkla eşitlenmesiyle, teyidin aleni olanın varlığının inkar edilmesiyle bir ilgisi var.
Örneğin bir haber sunucusu şu cümleyi kuruyor: “ABD’nin, -İsrail savaş uçaklarının korumasındaki- en gelişmiş sığınak delici bombardıman uçaklarıyla İran’ın nükleer tesislerini vurmasının ardından, İran’ın buna vereceği cevapla
İsrail-İran Savaşı
ABD’nin de katıldığı daha büyük bir savaşa dönüşmek üzeredir.”
Dönüşmek üzere olan, 7 Ekim 2023’ten itibaren fiilen dönüşmüşün olanın ta kendisi değil midir?
Bu soruyu şu sorularla açalım:
İsrail’in Filistin topraklarını işgali aslında -bugün itibariyle- ABD adına yapılmadı mı?
ABD yıllardır Ortadoğu’daki terör vekili olan İsrail’i en gelişmiş silahlarıyla tahkim etmedi, şımartmadı ve bölge ülkelerinin üstüne salmadı mı?
7 Ekim tarihine gelelim: Hamas’ın istiklal direnişiyle vurgun yemişe dönen İsrail’in yardımına koşan ilk ülke ABD değil mi?
Bu maksatla savaş gemilerini Akdeniz’e indiren, kendi uçaklarını pilotlarıyla birlikte İsrail’e tahsis eden, meskun Gazze’yi bir tarlaya dönüştüren ağır bombaları anından İsrail’e ulaştıran da ABD değil midir? Böylece 7 Ekim savaşının asıl tarafı, Gazze’deki binlerce insanın asıl katili de ABD değil midir?
Dört kez yıkıma uğrayan ve elan insansızlaştırma operasyonlarına muhatap bulunan çocukların parçalanmış cesetleri, toplu mezarları, son sınırına ulaşmış olan açlığı, bir lokma gıdaya sahip olabilmek için yollara dizilmiş insanlarının katledilmesiyle… yani alenen, yaşadığı açık vahşetle karşımızda duran ve görüntüsü tevil kabul etmeyen Gazze’nin müsebbibi ABD değil mi?
İşin ilginç yanı bu diskur aynı zamanda işgalci ve katil Yahudileri temize havale etmek anlamına gelmiyor mu? Tek vahşette iki katile yapılan ayrı ayrı vurguların az suçlu olanla çok suçlu olan ayrımını doğurduğu görülemiyor mu?
Evet, görülemiyor çünkü, aleni olan yani görünürlüğe çıkmış ve halen çıkmakta olan şeyler, insan aklıyla alay etmenin bir diğer aleti olan resmileşmenin sisli perdesinde kaybediliyor; Didi-Huberman’ın “Yahudi ve Hristiyan dini geleneklerinin majör bir figürü” ve “silip süpürücü aydınlığında diğer bütün var kalma mücadelelerini soğuran…” şeklinde tanımladığı bu
kıyamette
, dil ve beyanda negatif olarak dönüşüyor.
Bu nedenledir ki, ABD savaşın asıl tarafı olduğu halde resmen savaşta olduğunu söylemediği için karanlık bir masumiyette saklanabilirken, kundaktaki bebeklerin bile gelecekte Hamas askeri olma ihtimaliyle katledilmeleri, milyonlarca insanın Hamas askerlerine yardım etme ihtimaliyle aç bırakılmaları, sadece ABD’nin de değil haçlı ruhuyla tüm batının tarafı olduğu bu savaşta, resmileşmemede soğruluyor.
Hal böyle olunca İsrail-İran Savaşı adı verilen şu som gerçeğin, saldıran(lar)ının ve saldırılanın kim olduğu aleni olarak belli olduğu halde, saldıranın varlığı henüz olmayan tehlikeli bir silahını yok etmek üzere saldırması
kahramanlığa
,
saldırılanın
kendisini savunması ise saldırganlığa tevdi edilmesi hiç de zor olmuyor.
Gazze’deki kırk altı hastaneyi moloz yığınına dönüştüren ABD-İsraili’nin, İran’dan atılan bir bombanın -aynı zamanda silah deposu olan kullandığı sabit bulunan- kendi hastanelerinden birinin kenarına düşmesini “barbarlık” olarak nitelemesi ve bundan zerre kadar olsun utanç duymayışı, zikrettiğimiz dil ve beyanın kıyameti içinde haklı hale gelebiliyor.
Hasılı SiyoNazilerin böylece kirlettiği dilde akılların da kirlenmesi kaçınılmaz olduğu gibi artık aleni olanın sanal olanla boğulması da kaçınılmaz hale geliyor.
Bu ortamda çok taraflı ve çok amaçlı saldırganlığı savaş olarak nitelemek mümkün görülmediğinden bu savaşta vuku bulan ölüm, açık, işgal, yıkım ve acı da kendi asli tanımlarının dışına, bir tür dilsizliğin diline sürgün ediliyor.


