Dolar cinsi kredi mi, yuan cinsi kredi mi? Yusuf Dinç
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Dünyada yükselen bir eğilim var. Borç alanlar, borçlarının döviz kompozisyonunu çeşitlendirmeye başladı. Doların yüksek faizi arkasına gizlenen bu durum basbayağı bir dip dalganın geliştiğini gösteriyor.
Daha çok firma ve banka Çin yuanı cinsinden borçlanmalar gerçekleştiriyor.
Batı finansına alternatif oluşturmak bu meselinin esasına benziyor. Elbette Çin de ticaretini korumak istiyor. Öyle bir denklem oluştu ki ülkelerle Çin’in karşılıklı stratejiler örtüşüyor.
Daha önce Eximbank ve Denizbank’ın işlemlerinde sonra son olarak Vakıfbank, 3 yıl vadeli yuan cinsi kredi aldı. Çin Kalkınma Bankasından alınan kredinin hacmi 4 milyar yuan, 555 milyon dolara tekabül ediyor. Bu kadar 5’i bir arada görünce işlemi, dünya dolardan büyüktür mesajına benzettim. Dolar tam anlamıyla bir küresel kapitülasyon artık. ABD’nin enflasyonu, reytingi ve gayrisafi yurtiçi hasıladan büyük borcu bağlamında…
Çin’den kredi sağlandığında mesele maliyet bakımından ele alınıyor elbette. Bu anlamda detaylar paylaşılmıyor ama sanırım dolar cinsi bir borcun yarısı kadar maliyeti olmalı. Çin’in yuanı devalüe etme eğilimi de güçlü. Yani borç ödenene kadar yuanın değeri düşürülebilir. (Normalde bir paranın değeri diğerine karşı düşmez ama Çin’in kur rejiminde düşürülür.)
Bu şartlarda dolar cinsi kredi almaktansa yuan cinsi kredi almak, profesyonel bir finans kurumu için daha makul görünüyor.
Yuan şimdilik doların yerini doldurmuyor, Japon yeninin yerini dolduruyor. Yen borçlanma geçen yazdaki büyük carry şokundan sonra gündemden çıktı.
Ama bu gidişatla yuan yenden sonra euronun sonra da doların yerini doldurmaya başlayacak gibi duruyor. Çünkü Çin oyunu kuralına göre oynuyor gibi.
Oyunun kuralını şöyle izah edeyim; rezerv niteliği kazanan bir paranın ülkesi, paydaş ekonomileri veyahut da pazarlarını güçlendirmek durumundadır.
Bunun için iki yöntemin birlikte kullanılması gerekir. Birinci yöntem paydaş ekonomileri zenginleştirmek üzere doğrudan yatırımların sevk edilmesini içerir. İkincisiyse paydaş ülkenin refahına katkı sağlayacak finansal imkânlar sağlanmasını gerektirir.
Buna göre Çin hakikaten anlamlı bir tavır sergilemeye başlamış görünüyor. İspanya, Macaristan (Avrupa’daki yatırımlarının %31’i bu ülkede), Sırbistan, Fas, Vietnam, Malezya, Endonezya gibi önemli ekonomiler dahil 151 ülke ve 10 bine yakın şirkete sadece 2024 yılında 160 milyar dolardan fazla doğrudan yatırım yaptığı raporlanıyor. Enerji, teknoloji ve altyapı gibi sektörler bu başlıkta yatırım alanları olarak ön plana çıkıyor.
Pakistan, Arjantin, Mısır, Brezilya, Suudi Arabistan, İtalya, İspanya gibi birçok ülkeyle finansal ilişkiler kuruyor. Panda tahviller ihraç ediliyor.
Artık ABD bile risksiz reyting seviyesinde değilken dünyada çok şey değişir. Önemli olan bu değişimi doğru okuyarak akacak ırmakları yakalamak ve deryaya ulaşmaktır.
Menzile ulaşmayan ırmakların bitiminde akbabalar, çakallar, sırtlanlar beklemekteler.
Tarihi bir hatırlayalım. Bizans döneminde İstanbul’un ticaretini Cenevizliler canlı tutuyordu. Fetihten sonra ticarete kimlerin dahil olacağı mesele olmuştu. Çalkantılı bir dönemiydi şehir ekonomisinin. Koca Fatih, Cenevizlilere ticaretin içinde kalmaları için alan açmıştı da İstanbul o çalkantılı dönemini atlatmıştı. Sonraları Fatih’in Türklere armağanı olan bu şehir belki de yüzyıllar boyunca tek başına dünyanın en büyük ekonomilerinden olmuştu.
Çin ile ekonomik işbirlikleri geliştirmek şimdilik makul görünüyor. Bu işbirliklerinin şartlarını Türkiye belirleyecek güçte. Fakat önemli olan kimin güçlü olduğu değil, denklemin adil kurulup kurulmadığı.
Çin’in doğrudan yatırımlarından Türkiye tatmin edici bir pay alabilirse; ki Çin diğer ülkelerdeki yatırımlarının güvenliği için Türkiye’ye ciddi yatırım sevketmek zorunda; sermayenin ve özellikle Körfez sermayesinin Türkiye’ye doğru akışkanlığı da sağlanabilir.
Çin yatırımlarına evsahipliği yapmayı risk görenler var. Benim gördüğüm bu yatırımlara ev sahipliği yapmamanın artık daha büyük bir risk olduğudur. Türkiye de aciz değil.
Türkiye’nin bir kaldıraca ihtiyacı var o kadar. O kaldıracın geleceği başka bir ülke de yok. Almanlar tüm yatırım kapasitelerini Polonya’ya gömdü. Fransızlar iflas eden sömürgeye dayalı sosyal devletleriyle sömürgesiz kalakaldı.
İngilizlerde kapasite kalmadı. Amerika içine çöküyor. Körfez para yatıracak yatırım arıyor ama bulamıyor.
Zaten Batının birinci yönetimi (doğrudan yatırım sevki) işletecek takati kalmadığı için ülkeler menfaatlerine uygun pozisyon alıyor bugün. Herkes akıllı…
ABD’nin Ankara yeni Büyükelçisi Thomas J. Barrack farklı birisi. Tavrı ve kavrayışıyla Türkiye’deki Amerikancıları şoka sokuyor olmalı. Zaten ABD, Amerikancıların durumuna, eskimişliğine, köhnemişliğine, lüzumsuz konforuna bakmış, Demokratların safında nasıl kümelendiklerini görmüş, paniğe kapılmış ve yeniden tavır belirlemesi gerektiğini ancak o zaman anlamıştır. Çoğu ülkede Amerikancılar en zavallı gruplar konumuna düştü. Bir kolundan ABD’nin sürüklediği değişimi dahi okuyamadılar.
Derdim Büyükelçi Barrack’ı tartışmak değil. Bu yazının bağlamına yerleşen açıklaması…
Şara ile Dolmabahçe’de yaptığı görüşme sonrası ABD’nin Suriye özel temsilcisi olma sıfatıyla yaptığı son açıklamalar büyük bir paradigma değişimine işaret ediyor.
Artık ayaklarınız üzerinde durmanın yolunu kendiniz bulun, diyor. Sanki bu anlamda yardımcı mı oluyordu denebilir. Önemli değil. Önemli olan sözün kendisi.
Barrack’ın söylediği sözün anlamı şudur; “ayaklarınız üzerinde duramıyorsanız yoksunuz…”
Türkiye’nin ayakta kalmasıyla ilgili bir dert yok. Fakat Barrack, ülkelere isterseniz Türkiye ile ayakta durun diyor…
Türkiye’nin Avrupa dahil çevresini ayakta tutmasının başka yolu da olabilir ama kesinlikle en kestirme yolu; Çin’den çekeceği doğrudan yatırımlarla canlılık oluşturmak ve Körfez’den çekeceği sermaye ile finansal bağımlılıklarını bitirmekten geçiyor.


