Düşüş ve kabulleniş 40’lı yaşlarda başlar Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Yönetmen ve senarist Selim Evci’nin dördüncü uzun metraj filmi “Savrulan Zaman” yalnızca senaryosunu ve yönetmenliğini değil filmin başrolünü de Özge Gürel ile paylaşıyor. Evci, bu filmde aynı zamanda İranlı kurgu yönetmeni Mastaneh Mohajer ile yaptığı iş birliğiyle dikkat çekiyor. İkiliye Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Kurgu Ödülü’nü kazandıran bu ortaklık, filmin ritmini ve duygusunu belirleyen önemli bir yapı taşı olmuş. Vizyona giren Savrulan Zaman vesilesiyle Selim Evci ile filmi, kırklı yaşların getirdiği sorgulamaları, hayatın keskin olmayan çizgilerini ve sinemada kurgu ile gerçek arasındaki mesafeyi konuştuk.
Bu kez hem yazdım hem oynadım
“Savrulan Zaman” sizin için nasıl bir yerde duruyor? Bu film, yönetmenlik yolculuğunuzda nasıl bir anlam taşıyor?
Özel bir yerde duruyor. Bu kez hem yazdım hem oynadım, bu da onu daha kişisel kıldı sanırım. Bazen dönüp bakınca, farkında olmadan hayatımın bir dönemini anlatmışım gibi hissediyorum. Babamı kaybettiğim bir zamana denk geldi, uzun bir ilişkiden çıkmıştım. Kırklı yaşlar zaten böyle kırılma anlarına gebe. İnsan bir şeyleri kabullenmeye başlıyor. O yükselen, gençlikteki ivme bir anda durur ya sonra başka bir ivme başlar. O ara dönem, işte gri olan, beni de filme taşıyan duygu buydu.
Kırklı yaşların beraberinde getirdiği sorgulamalar sizin için neydi? Bu dönemin ruhu filme nasıl yansıdı?
Kırklı yaşlar biraz hem düşüşün hem de kabullenişin başladığı bir dönem. Gençliğin o hızlı yükselişi bir yerde duruyor ve sonra başka bir ritim başlıyor. Bu film tam da o gri bölgede geçiyor. Babamı kaybettiğim, uzun bir ilişkiden çıktığım, çocuğumun olduğu bir dönemdeydim. Hepsi bir araya geldi ve içimde bir şeyler birikmeye başladı. O birikim bir yerden sonra sızıyor, taşmak istiyor. Film de bu taşma halinin bir sonucu gibi... Kırklar bir karar eşiği aslında; yeniden başlamak mı, olduğu gibi kalmak mı? Bazen o çocuk tarafınıza geri dönmek istiyorsunuz bazen yaşadığınız her şeyin ağırlığı altında bir kabullenme geliştiriyorsunuz. Bu duygu halini çok fazla insanda görüyorum bu çağın ruhu da buna çok müsait zaten.
Arayışlarımızda savruluyoruz
Alper karakteri bir arayış içinde, bu karakterin sizdeki karşılığı nedir? Kendinizden ne kadar kattınız?
Elbette Alper’in içinde benden parçalar var. Zaten en iyi bildiğiniz yerden yazarsınız ama sadece ben değilim. Çevremdeki arkadaşlarım, onların hikâyeleri, bu döneme dair gözlemlerim, sosyal medyanın, zamanın baskısı… Hepsi bir araya geldi. Alper’in net bir mesleği bile yok filmde çünkü biraz kimlik kayması yaşayan bir karakter. Reklamcı mı, yazar mı, belli değil. Bunu da özellikle belirsiz bıraktım. Seyirci de onun gibi bir boşluğun içinden baksın istedim çünkü hepimiz zaman zaman öyleyiz. Ne olduğumuzu tam tanımlayamadan bir yön arayışı içinde savruluyoruz. Bende de bu sorgulamalar vardı, o yüzden Alper’i yazarken çok uzakta duramadım.
Filmi yazarken kendinizi başrolde hayal etmiş miydiniz? Hem yönetip hem oynamak nasıl bir deneyimdi?
Açıkçası filmi yazarken kendimi başrolde düşünmemiştim. Daha sonra, oyuncu arayışına girdiğimiz dönemde, etraftan gelen “belki de bu karakteri sen oynamalısın” cümlelerinden sonra böyle bir fikri oluştu. Bu hikâyeyi en çok ben biliyordum ama yönetirken oynamak kolay değildi. Özellikle aynı sahnede hem karşımdaki oyuncuyla ilişki kurup hem de sahnenin rejisini düşünmek ciddi bir denge gerektiriyor aslında ama içeriden yönetmek gibi bir şey bu. Yani o sahnenin ruhunu dışarıdan değil, içerİden şekillendirebilmek. Zor ama öğretici bir deneyimdi. Bir daha yapar mıyım, bilmiyorum. Netice de bu filmdeki karakteri tanıyordum ve oynadım ama oyunculuk çok zor galiba bir daha denemem gibi…
Finali izleyiciye bıraktık
Filmde başı ve sonu açık uçlu bir yapıyla izliyoruz. Bu belirsizlik bilinçli bir tercih mi?
Film, başladığı sahne ile bitiyor. Aslında o ilk sahne miydi son sahne miydi orası açık uçlu… Hayat da öyle değil mi zaten? Keskin çizgiler yok, gri alanlar çok… Bu belirsizlik, zamanın ve insanın içindeki gelgitleri anlatmak için daha doğru bir anlatım biçimiydi. Finali netleştirmek istemedim çünkü seyirciyi kendi duygusuyla baş başa bırakmak istedim.
Araç içi, yemek sahneleri gibi detaylarda yoğun bir duygu var. Bu sahneleri özellikle mi önemsiyorsunuz?
Evet, özellikle seviyorum çünkü o alanlar gerçek hayatın nabzını çok doğru yansıtıyor. Araç içinde insanlar kendilerini biraz daha savunmasız bırakıyor. Yemek masasında da öyle; bir şey söylenmese bile o sessizlik çok şey anlatıyor. Orada yüzeyde konuşulmayan ama içten içe taşan bir şey var. Hayat o alanlarda akıyor zaten. Dolayısıyla ben de o anlara özellikle dikkatle yaklaşıyorum. O duygu hâlini küçük detaylar üzerinden kurmak hoşuma gidiyor.
Savaş zorlayıcı
Kurgusunda İranlı bir kurgu yönetmeniyle çalıştınız. Bu süreç size ne kattı?
Filmin en uzun süren kısmı kurguydu. Kurguda hikâye bambaşka bir yola evrilebiliyor bunu Mastaneh Mohajer’le birlikte yaptık. Önce o Türkiye’ye geldi, bir süre burada çalıştık sonra ben İran’a gittim. Mastaneh çok deneyimli biri. Kurgu süreci teknik bir iş gibi görünse de aslında filmin duygusunu orada yeniden kuruyorsunuz. Bu işin bir ritmi var ve o ritmi biriyle birlikte tutturabilmek önemli. Bu başarmış olmalıyız ki bu yıl Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Kurgu ödülünü aldık.
Film İran’da da gösterildi. Açıkçası oradaki izleyiciden gelen tepkiler beni çok etkiledi. Konuya, karaktere, duygulara çok dikkatli ve özenli yaklaştılar. Dışarıdan farklı bir toplum gibi görünüyor ama sinemaya dair algıları oldukça açık ve son derece güçlü. Hatta bir ara “Ben burada yaşayabilirim aslında” dediğim anlar da oldu. Şu anda Mastaneh’le hâlâ iletişim halindeyiz. İran’daki savaş ortamı, doğal olarak çok zorlayıcı bir süreç. Birlikte bir filmi kurgulaya-biliyoruz belki ama hayat öyle değil. Gerçek hayatın bir planı, kesme noktası, baştan alması yok. Kurguda bir sahneyi nereye koyacağımızı saatlerce tartışıyoruz ama hayat bize ne zaman neyin geleceğini söylemiyor. Tek yapabildiğimiz, böyle zamanlarda birbirimize “yanındayım” hissini verebilmek.
“Savrulan Zaman” bir üçlemenin ilk filmi mi değil mi? Devamında neler var?
Aslında evet, kafamda üçlemenin ilk halkası gibi şekilleniyor bu film. Mutlaka üç film olacak gibi net bir planım yok ama daha Alper karakteri ile yürünecek yol var gibi hissediyorum.


