Mahremiyet ailede başlar okulda pekişir Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Esma Budak’ın patoloji laboratuvarı teknisyeni olarak başladığı iş hayatı, 28 Şubat sürecinin ardından yön değiştirdi. O dönem yaşadıkları, toplumda dinî ve kültürel değerlerin nasıl algılandığına dair sorgulamalara vesile oldu. Bu süreç, onu eğitimin dönüştürücü gücüne yöneltti. Araştırmacı bir eğitmen olarak başladığı bu yolculukta, din ve değerler eğitimi alanında materyaller geliştirdi. Özel İstanbul Mahir Okullarında danışmanlık yapan Budak’la okullarda mahremiyet eğitimini konuştuk.
Öncelikle şunu sormak isterim; Toplumumuzda mahremiyet kavramı sizce yeterince anlaşılıyor mu?
Mahremiyet, kültürümüzde sadece kişisel değil, toplumsal bir değerdir. Anadolu’nun köklü medeniyeti ve İslam geleneğiyle şekillenen hayat tarzımızda, bu kavram günlük yaşamın her alanında kendini gösterirdi. Mesela farklı kapı tokmaklarıyla gelenin cinsiyeti anlaşılır, avlulu evlerle hem ev halkının hem de misafirin mahremiyeti korunur, konforlu bir mahremiyet alanı sağlanırdı.
Hamile kadınlar başkasının eşyasını izinsiz almama hatta koklamama hassasiyeti oluşturur, bunun bir doğum lekesine dönüşmemesine özen gösterirdi. Böylelikle bu mahremiyet anlayışı yeni nesle aktarılmaya başlanırdı.
Esma Budak
Mahremiyet ahlakı toplumun ruhuna işlemiştir
Sadaka taşları, askıda ekmek gibi uygulamalar da aynı anlayışın ürünüydü. İnsanlar ihtiyaç sahiplerine yardım ederken, onları incitmeden ve görünmeden bunu yapmayı tercih ederdi. Dedikodu, kardeşinin etini yemekle eşdeğer görülür; başkasının duygularına, düşüncelerine saygı göstermek bir toplum dinamiği olarak yerleşmişti. Komşu ölüm acısı yaşarken, diğer evlerde eğlence durur; 7 gün cenaze evi yemeksiz bırakılmayarak dayanışma gösterilirdi. Yas sürecine saygı gösterilirdi. Tıpkı taşınan komşunun işlerini rahat halledebilmesi için çocukların oyalanması, yiyecek verilmesi gibi. Bu örnekler bize gösteriyor ki mahremiyet, bu toplumun ruhuna işlemiş bir değer. Ancak bugün geldiğimiz noktada, dijitalleşen dünya tüm sınırları silikleştiriyor. Sosyal medya ile özel alanlarımız kamusallaştı. Hayatımıza giren sosyal medya ailemize dair özel alanların, yediğimiz yiyeceklerin, gezdiğimiz mekanların ve giydiğimiz kıyafetlerin teşhir alanı haline geldi.Özel anlarımız artık herkesin görebildiği, üzerine yorum yapıp, beğeni ya da tepki gösterebildiği bir mecraya dönüştü. Evlerin iç mimarisi bile değişti; modern bir dizaynla tuvaletler, banyoların içindeki klozete döndü, çocuklar içerideyken yetişkinler aynı alanı kullanabiliyor. Tüm bu değişimler, aslında toplumun genlerine işlemiş olan mahremiyet değerinde bir bilinç ve tutum tutulması yaşadığımızı gösteriyor.
Mahremiyet eğitimi erken yaşta verilmeli
Mahremiyet eğitimi neden özellikle erken yaşlarda başlamalıdır?
İnsanoğlunda gelişim ve öğrenmenin en aktif olduğu dönem erken çocukluk dönemidir. Hepimizin bildiği “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüzden de anlayabildiğimiz gibi ne kadar erken yaşta başlanırsa o kadar sürdürülebilir ve kaliteli mahremiyet farkındalıkları, tutumları yaşama kök salabilir. Bir insan erken yaşta kendi ve karşısındakinin sınırlarını bilir ve buna uygun hareket ederse o kadar kaliteli bir yaşam kurma imkanına kavuşur, kendini gerçekleştirebilir.
Çocuklar büyükleri modeller
Erken çocuklukta mahremiyet eğitimi nasıl verilmelidir? Bu konuda ailelere düşen sorumluluklar nelerdir?
Öncelikle biz yetişkinler olarak mahremiyet kurallarına uyarak davranmalıyız. Bu şekilde çocuklarımız da bizleri modelleyeceklerdir. En büyük sorumluluğumuz ise sanal ve gerçek dünyada aile, akraba, okul mahremiyetini ihlal etmemektir. Onların görsellerini ya da onlar hakkındaki bilgileri herkesle paylaşmaya hakkımız yok. Kimse de bizden izinsiz hiçbir bilgimizi, görselimizi paylaşamaz. Buna okullarımız, akrabalarımız ve aile üyelerimiz de dahil.
Bütüncül bir mahremiyet eğitimi
Okullar ve kreşlerde bu eğitimin yeri nedir? Eğitim sistemimiz bu konuda yeterli mi?
Mahremiyet eğitimi ailede başlar ama okulda pekişir. Ancak hâlihazırda eğitim sistemimizde bu konuya dair açık ve sistemli bir müfredat bulunmuyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, mahremiyet eğitimini beş başlık altında öneriyor: beden, mekân ve eşya, duygusal ve düşünsel, dijital ve zaman mahremiyeti. 2018’de oluşturulan Mahremiyet Eğitimi Modülü 2021’de güncellendi. Şu ana kadar yaklaşık 90 bin kişiye eğitim verildi. Ayrıca Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, 2012’den bu yana dijital okuryazarlık konusunda 317 bini aşkın kişiye ulaştı. 2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesiyle dijital mahremiyet farkındalığı üzerine etkinlikler artmış durumda.
Ama tüm bunlar yeterli mi? Maalesef hayır. TÜİK verilerine göre; güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların %45,2’sini mağdur çocuklar oluşturuyor. Bu mağduriyetler yaralanma, tehdit, cinsel ve aileye yönelik suçlar gibi birçok mahremiyet ihlalini içeriyor. Bu mağduriyetlerin önüne geçilebilmesi için eğitim kademelerinin her birine özel, velilerin de aktif katıldığı bütüncül bir mahremiyet eğitimi sistemine ihtiyacımız var. Bu farkındalık eğitimlerinin her yaştan bireyi kapsaması gerekiyor.
Mahremiyet bizi, mahrumiyetten korur
Mahremiyet eğitimi, kültürel kodlardan nasıl etkileniyor? Türkiye’ye özgü zorluklar neler?
Kültürel kodlarımız mahremiyet konusunda hem zengin hem de maalesef bazı eksik yönler barındırıyor. Çocuklara özel bölgeleri için “çiçeğim”, “mercimek” gibi sevimli ama belirsiz ifadeler kullanmak iyi niyetli görünebilir ama bu durum çocuk için o bölgelere dair farkındalığı zayıflatıyor. Bu alanlardan öpülmesi ya da şakalaşılması, çocuğun istismara karşı alarm sistemini devre dışı bırakabiliyor. En kötü tarafı ise bu yanılgıdan dolayı kendini suçlu hissediyor ve zarar gören çiçeğinin bir daha eskisi olamayacağı yanılgısına düşebiliyor. Bu çok tehlikeli. Çocuklarımız göz bebeğimiz, onlara sımsıkı sarılmak çok güzel ama özel bölgelerinden asla! Sünnet sonrası yapılan “erkek adam” şakaları da bir diğer sorun. Cinselliği bir güç ya da statü göstergesi olarak sunmak, ileride iletişim ve ilişki problemlerinin temelini atıyor. Oysa mahremiyet eğitimi, hem fiziksel hem de duygusal sınırların farkına varmayı, bu sınırlara saygı göstermeyi öğretir. Bu, toplum olarak bizim daha sağlıklı, daha şefkatli ve daha bilinçli bireyler yetiştirmemizi sağlar. Mahremiyet bizi, mahrumiyetten korur. Bu bilinci korumalı, değişen dünya koşullarına göre koruyup, revize etmeli, zararlı kalıpları ise cesurca sorgulamalıyız. Bunu başarırsak atalarımız ve neslimizle birlikte sağlıklı bir gelecek inşa edebiliriz.
Mahremiyeti öğrenen çocuk başkasının da mahremiyetini korur
Mahremiyet eğitimi, çocuğun ileriki yaşlardaki psikolojisini ve ilişkilerini nasıl etkiler?
Bu eğitimle büyüyen bir çocuk, kendi ve karşısındaki kişinin bedenine, düşüncelerine, bilgisine ve zamanına saygı duymayı, bunu korumayı ve kaliteli bir iletişim kurmayı yaşam pratiği haline getirmiş olur. Dijital ya da fiziksel ortamlarda yaşanabilecek; zorbalık, istismar, şiddet ve korku,dolandırıcılık, kişisel bilgilerin çalınması, alkol ve madde kullanımına özendirme gibi risklere ya da manipülasyonlara karşı kendini koruma becerisi geliştirir. Sağlıklı, dengeli ilişkiler kurar. Özsaygısı yüksek, empati becerisi güçlü bireyler; ilişkilerinde de iş hayatlarında da daha başarılı, daha huzurlu olur. Mahremiyet bilinci, bireyin psikolojik sağlamlığını güçlendiren en önemli unsurlardan biri.


