Eski payitahtın güzelliklerine meftun oldum Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Osmanlı tarihinde babası şehzade, annesi sultan olan tek şehzade Osman Selahaddin Osmanoğlu. Babası Ali Vâsıb Efendi, Sultan V. Murad’ın torununun oğlu, annesi Emine Mukbile Sultan ise Sultan V. Mehmed Reşad’ın torunu. Osmanlı hanedanının 1924’te sürgüne gönderilmesiyle dünyaya gözlerini vatan topraklarının dışında açmak zorunda kalan ve Türkiye’ye ilk defa 34 yaşında gelen Osman Selahaddin Osmanoğlu, “Sürgünden Anavatana” başlıklı hatıratı geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları’ndan okurla buluştu. Boğaz’ın Anadolu yakasında Beylerbeyi’nde bir zamanlar Mehmet Akif’in de yaşadığı Yadigâr Konak’ta sade bir hayat süren Osman Selahaddin Osmanoğlu ile İskenderiye, İngiltere ve Türkiye’ye uzanan yaşam öyküsü ve hatıralarına dair konuştuk.
1924’te Osmanlı hanedan üyeleri sürgüne gönderilince anne ve babanız önce Fransa’da daha sonra Mısır’da yaşamaya başlıyor. İskenderiye o zamanlar nasıl bir şehirdi?
2. Dünya Harbi esnasında doğdum. 18 yaşıma kadar İskenderiye’de yaşadım. Ailem Mısır’da rahattı, çok iyi bir hayatları vardı. Mısır’ın, İskenderiye’nin iklimi çok güzeldi. Avrupa’ya nazaran kışları daha rahattı. Çok arkadaşlarımız da vardı. Mısır hele İskenderiye çok kozmopolit bir şehirdi. Çok ecnebi vardı. Birçok milletten insanın bir arada yaşadığı 100 sene öncesinin İstanbul’u gibiydi adeta. Şimdi herkes Mısırlı o zaman öyle değildi.
Babam sürgün yıllarında sarayda çalışıyordu
Babanız Vâsıb Efendi, İskenderiye’de Antoniadis Sarayı’nda görevli olarak çalışıyor değil mi? Çocukluğunuzda siz de gidiyor muydunuz saraya?
Evet, Antoniadis Sarayı Beylerbeyi Sarayı gibi bir saraydı. Ama çok daha büyük bir arazisi var, muazzam bir bahçesi vardı. Hâlâ Mısır’ı ziyaret eden ecnebi konukları kabulü için kullanılıyor. Ebeveynim de saray ve bahçelerinde sık sık aile dostlarını ağırlardı. Burası babamın iş yeri olduğu için benim de çocukluğum bu sarayda geçti diyebilirim. Saray bahçelerinde bisiklet sürmeyi öğrendim.
n Okul yıllarınıza gelelim 1947’de Victoria Kolej’e giriyorsunuz. Victoria Kolej’e gitmenizi babanız mı istiyor?
Babam Victoria Kolej’e gitmemi arzu etti. Annemin tercihi bir Fransız okulu idi. Victoria Kolej’i çok sevdim. Ben yedi yaşında gittim ve on sekiz yaşında mezun oldum. Herkes Türkiye’de ilkokul ortaokul lise eğitimi alıyor. Ben tek bir okula gittim.
Annesi ve babasıyla birlikte.
Kraliyet ailelelerinden çocuklarla eğitim gördüm
Victoria Kolej’de eğitim ve arkadaşlıklar nasıldı?
Victoria Kolej çok yönlü bir eğitim veriyordu. Okulda çok ecnebi vardı çünkü İskenderiye’deki Victoria Kolej çok eski bir okuldu ve İngiliz eğitimi için dünyaca meşhurdu. Yani İngiltere’de Victoria Kolej’den çıkanlara itibar edilirdi. Oxford, Cambridge gibi üstün üniversitelere çok talebe gitti Victoria Kolej’den. Sabık hanedanlar da İskenderiye’de ikamet ediyorlardı. Mesela İtalya kralı III. Emmanuel, Bulgar kralı II. Simeon, Yunan kralı Paulos, Arnavut kralı Zog yani Balkanlardaki kraliyetler. Bir de İkinci Dünya Harbi esnasında emin bir yerdi Mısır nisbeten. Avrupa alt üsttü ne olacağı belli değildi. Sabık hanedanların erkek çocukları da Victoria Kolej’e gidiyordu. Onlarla aynı okulda bulundum. Türk olan pek az öğrenci vardı. Haşimi Prensi ve Şerif Hüseyin’in torunu Ra’ad bin Zeyd vardı. Ra’ad’ın annesi Türk, Şakir Paşa’nın kızı ressam Fahrelnissa Zeid. Şimdiye kadar bazıları vefat ettiler ama bugüne kadar yaşayanlarıyla hâlâ arkadaşım. Victoria Kolej mezunları kendilerine “Ahsannas” ismini vermişlerdi. Arapça’daki anlamı “En İyi İnsanlar”. Şimdi düşününce biraz garip geliyor.
İngiltere’ye gitmeye karar veriyorsunuz, ne zaman gittiniz?
Victoria Kolej’den mezun olduktan sonra tahsilim İngilizce olduğu için İngiltere’ye ya da Amerika’ya yahut Kanada’ya gideceğim. Diğerleri çok uzak onun için İngiltere’ye gittim. Bir de Ortadoğu’dan da pek çok kraliyet mensupları, aileler vardı İngiltere’de. Sabık Ürdün kralı Hüseyin’i iyi tanırdım. Irak kralı II. Faysal ve Libya kralı Senusi’nin oğlu vardı. Bir de Suudi Arabistan’daki Kuveyt’teki şeyhlerin çocukları İngiltere’ye giderdi eğitim için.
Çok iyi ata binerdim
Çok erken yaşlardan itibaren sizin bir de spor merakınız var, özellikle at binmeyi çok seviyorsunuz değil mi?
Evet, spor faaliyetleri serbest zamanımın mühim bir kısmını kaplıyordu. Yaptığım sporlarda da babamın teşvik ve desteği hayatî rol oynadı. Ben çok ata bindim ve severek bindim. Binicilik dersleri aldım. Sekiz yaşında başladım at binmeye. İlk kupamı da dokuz yaşımda kazandım. 1952’de kraliyet kalktı Mısır’da Cumhuriyet kuruldu. O zaman maddi problem çıktı ailemin ve ata binmeye devam edemedim. Çünkü ata binmek pahalı bir spor başka sporlar gibi değil. Bırakmaya mecbur oldum. Ama benim bir Fransız hocam vardı o dedi “Osman çok iyi biniyor” dedi ve bana ücretsiz ders verdi 1956 yılına kadar. 56’da Süveyş Krizi olunca Fransızlar düşman addedildi ve sınır dışı edildiler. Benim at hocam da Fransız’dı. Mısır’dan ayrıldı.
Fransızlarla birlikte sürgün edilmek istendik
1956’da Süveyş Krizi patlak verdiğinde polisler evinize geliyor Fransız pasaportu taşıdığınız için. Bu hadise ailenizde nasıl bir tesir bıraktı?
Osmanlı hanedanın şehzade ve sultanlarına ta 1925’te Fransız pasaportu verilmişti. Pasaportlarda tebaamız “Osmanlı” idi. Fransız kelimesi çizilmişti. Bu pasaportlar büyükbabam Vâsıb Efendi’nin teşebbüsüyle çıkarılmıştı. Vâsıb Efendi, Fransa’da Nice’te iken Kont Castellane ile tanışıyordu. Kont Castellane, Fransa Hariciye Müsteşarı Kont de Chamron’un ahbabı olduğundan gerekli girişimlerde bulunuyor ve bu sayede bir iki gün içinde pasaportlar çıkarılıyor. İşte 56’da da Fransız pasaportu taşıdığımız için düşman addedildik ve Mısır’ı terk etmemiz gerektiğini söylediler. Bu hadise anne ve babama otuz yıl kadar önce sürgüne gönderilmelerini hatırlattı. Babam İskenderiye Belediyesi ile irtibata geçerek yetkililere bizim Fransız değil Osmanlı ve Müslüman olduğumuzu teyit ettirdi. Böylece Mısır’da kalabildik.
Eğitim için İngiltere’ye gittiğinizde neler yaşadınız, nasıl bir ortam oldu sizin için?
İngiltere’ye gelmek benim için yeni bir sayfa oldu. Çok değişik bir dünya idi benim için Afrika’dan çıktım Avrupa’nın kuzeyine gittim. Ama tabi çabuk uyum sağladım. Çünkü senelerdir İngiliz okulundayım, İngilizcem mükemmeldi. Victoria Kolej’in talebelerinin İngilizcesi neredeyse İngilizlerden daha iyiydi.
Üniversite’de hangi eğitimi aldınız?
İskenderiye’den ayrılırken niyetim mühendis olmaktı. Fakat bu niyetimi gözden geçirdim. Uzman yeminli mali müşavirlikte karar kıldım. Eğitim beş sene sürecekti ve benim mevcut vasıflarım mecburi staja başlayabilmem için yeterliydi. Beş sene uzun sürdü o esnada hem çalıştım hem okudum. Mezun olduktan sonra da uzun yıllar büyük şirketlerde çalıştım.
Babam 51 yıl sonra geldiği İstanbul tamamen değişmişti
Türkiye’ye ilk defa 34 yaşınızda geliyorsunuz. Bu ilk gelişinizden bahseder misiniz?
Osmanlı şehzadelerinin vatana dönmesi için kanun 1974’de çıktı. Menfadan dönmelerini sağlayan kanun teklifinin mimarı Erzurum Milletvekili Rasim Cinisli idi. Hatta kendisi o zaman Meclis’in en genç milletvekili. Otuz sene sonra kendisiyle tanışma fırsatı buldum ve o gün bugündür dostluğumuz sürmekte. İşte 74 yılının Ağustos’unda babam ve annem Mısır’dan ben de İngiltere’den Türkiye’ye geldik. Annem 1952’den itibaren yazları İstanbul’a geliyordu aslında. Ama babam ve ben gelemiyorduk. Babam 21 yaşında çıkmış ülkeden tam 51 sene sonra, 71 yaşında İstanbul’a geri geldi. Tabi onun için bambaşka bir şehir olmuştu burası. Münevver Ayaşlı Beylerbeyi’ndeki yalısında (şimdi otel oldu) gelişimizin şerefine bir öğle yemeği tertiplemişti. Bu davete birçok hanedan mensubu katılmıştı. İki hafta kadar kaldım İstanbul’da ve eski payitahtın tabi güzelliklerine meftun oldum. Tarihi camileri, sarayları, müzeleri ve anıtları ziyaret ettim. Sonraki yıllarda da İstanbul’a çocuklarımla geldik.
Annemle doğduğu sarayı turist gibi gezdik
Annenizle birlikte Dolmabahçe Sarayı’na gidiyorsunuz, neler yaşandı o gün anlatır mısınız?
Annem Emine Mukbile Sultan, Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu 7 yaşına kadar sarayda yaşamıştı. Babam da Çırağan Sarayı’nda doğmuştu. Dolmabahçe Sarayı’nı gezmek için gittik. Hiçbir yetkiliye geleceğimizi bildirmedik. O zaman sarayı kendi başına gezemiyorsunuz bir rehber size eşlik ediyordu. Biz de tura katıldık. Rehber işte anlatıyor annem de dinliyor. Zaman zaman araya giriyor onun dediklerini düzeltiyor. Rehber başta fazla önemsemedi. Fakat bir süre sonra anneme itiraz ederek bu kadar teferruatı nasıl bilebildiğini sordu. Bunun üzerine annem bu sarayda doğduğunu söyledi. Rehber inanamadı, epeyce şaşırdı. Daha sonraki ziyaretlerde artık idareye sarayı ziyaret niyetinde olduğumu daima önceden bildirdim.
Babasıyla birlikte
Emekli olunca Türkiye’ye yerleşmeye karar verdim
Türkiye’ye yerleşmeye ne zaman karar verdiniz?
Türkiye’nin ait olduğum yer olduğunu er ya da geç oraya yerleşeceğimi biliyordum. İstanbul’da yaşamayı da uzun zamandır düşünüyordum. Neticede İngiltere’de 25 yıl çalışmanın ardından emekli oldum. 1994’ten itibaren İstanbul’da yaşamaya başladım. İlk geldiğimde Nişantaşı, Teşvikiye tarafları Avrupa’ya çok benzettim. Ben hem bahçeli hem de merkezi ve manzarası olan bir evde yaşamak istedim. Beylerbeyi’nin merkezinde bir Osmanlı konağa yerleştim. 7 Ekim 1996’da da Türk vatandaşlığına kabul edildim. Ama tabi ara sıra İngiltere’ye gidiyorum çocuklarım, torunlarım orada.
‘Bu arşivi ecdadınız kurdu size izin vermek haddim değil’
İstanbul’da araştırma için Osmanlı Arşivi’nin kapısını çalıyorsunuz, sizi nasıl karşılıyorlar?
Türkiye’ye döndükten sonra 1995’te babamın hatıralarını yayınlamayı düşündüm. Kitabı zenginleştirmek ve çeşitli belgeler edinmek için araştırma maksadıyla Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivi’ne gittim. Girişte bana arşiv belgelerine erişebilmek için ya üniversite öğrencisi ya akademisyen ya da Türkiye veya yurt dışından belgeli bir araştırmacı olmak gerektiğini söylediler. Bu kategorilerden hiçbirine uymadığım için içeri giremeyeceğim söylendi. Bunun üzerine daha üst mevkide bir memurla görüştürülmeyi rica ettim ve üst kattaki idari bölüme götürülünce de Arşiv müdürüyle görüşmek istedim. Kısa bir süre içinde, beni zamanın Osmanlı Arşivi Genel Müdürü Necati Gültepe’nin odasına götürdüler. İkimiz tanışıp bir süre sohbet ettikten sonra ziyaret sebebimi belirterek, Osmanlı Hanedanı’na ilişkin özel evraka erişmem için kendisinden izin istedim. Müdür Bey bunun mümkün olmayacağını söyledi. Sonra hemen ilave etti: ‘Bu arşivi sizin ecdadınız kurdu efendim. Size müsaade vermek benim haddim değildir.’ Sonra incelemek istediğim her türlü evraka ulaşabilmem amacıyla bana bir arşiv kimliği çıkarılması talimatını verdi.

Torunlarıma geçmişin kaydını bırakmak istedim
Peki, kendi hatıralarınızı yazmaya ne zaman karar verdiniz, süreç nasıl ilerledi?
Aslında Şubat 2020’ye kadar bu işe ciddiyetle eğilmek kısmet olmadı. Yazmaya başladığımdan yirmi beş yıl sonra zorunlu olarak evde kaldığımız Covid sürecinde nihayet hatıratımı kaleme alma arzusu ortaya çıktı. Bu süreç bana dedemin dedesi Sultan V. Murad’ın durumunu hatırlattı. 1876’dan itibaren ailesiyle birlikte Çırağan Sarayı’nda nezaret altına alınmıştı. Neredeyse yüz elli yıl sonra ben de kendimi ecdadımın sarayının karşısında Boğaz’ın Anadolu yakasındaki konağımda hareketlerim kısıtlanmış bir halde bulmuştum. Beni hatıratımı yazmaya özellikle sevk eden sevgili evlatlarım ve kıymetli torunlarıma geçmişimin bir kaydını bırakma isteğiydi. Çırağan Sarayı’nda dünyaya gelen babam da bana ithaf ettiği hatıratını yazmıştı. Fakat onun hikâyesi benimkinin aksine İstanbul’da başlayıp benim hikâyemin başladığı Mısır’da nihayet buluyordu. Yani benim yolum bir anlamda onunkinin aksi oldu diye düşünüyorum.


