Evrensel insan hallerini İran’ın içinden anlatıyoruz Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Çağdaş Fars edebiyatının güçlü sesi, Golden Pen sahibi ödüllü yazar Mustafa Mestur’un “Aşk ve Başka Şeyler” romanı Türkçeye kazandırıldı. Aşk hikâyelerindeki benzerliklerin, neşe ve ızdırapların hiçbir coğrafyada birbirinden farklı olmadığını bir kez daha hissettiren roman, fizik eğitiminin ardından Tahran’da kalmaya karar veren Hânî Yadigâri’nin Perestu’ya duyduğu sarsıcı aşkı merkezine alıyor. Hânî’nin delicesine aşkı, onu bir kadının peşinden sürüklemekle kalmıyor; kimlik, geçim, kader, tarih ve ölüm gibi hayati meselelerle de karşı karşıya getiriyor. Mestur, romanında aşkın metafiziği ve bireysel varoluş üzerine bir tartışma sunuyor ve soruyor: “Acaba aşk her şeye yeter mi?” Orijinal ismi Eshgh va Chizhaye olan romanın Farsçadan çevirmenliğini Mahperize Şafak üstleniyor. Şafak, bir çevirmen olarak yazarı Mestur ile tanışmış olmanın ve hikâyenin geçtiği topraklara aşina olmanın çeviriyi zenginleştirdiğine inanıyor. Ketebe Yayınları’ndan okuyucuya sunulan Aşk ve Başka Şeyler’i yazarı Mustafa Mestur ve çevirmeni Mahperize Şafak ile konuştuk.
Aşk ve Başka Şeyler geçtiğimiz günlerde Ketebe Yayınları’ndan yayımlandı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Mustafa Mestur: Kitap daha önce İtalyanca’ya da çevrilip yayımlanmıştı. Şimdi Türkiye’de de yayımlanmış olmasından mutluyum. Ketebe gibi değerli bir yayıneviyle bu ilk iş birliğim ve umarım bu kitap Türkiye’deki okurlarımı hayal kırıklığına uğratmaz. Kitabı, çok değerli bir çevirmen olan sayın Mahperize Şafak’ın çevirmiş olmasından ayrıca memnunum. Sayın Şafak, hem Türk dili ve edebiyatına hâkim, hem Fars kültürü ve edebiyatını iyi biliyor, hem de roman formuna oldukça aşina. Aşk, şiddet ve maneviyat bu romanın üç temel öğesi. Hikâyedeki karakterler de bu kavramları bir şekilde yansıtıyor. Bunlar İran’da, İtalya’da, Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar için tanıdık kavramlar. Umarım bu roman aracılığıyla bu temalara yeni bir bakış açısı kazandırabilmişimdir.
Mahperize Şafak: Mestur, hikâye ve romanlarıyla çağdaş İran edebiyatının öne çıkan önemli yazarlarından biri. Eserlerinde İran toplumunun farklı kesimlerinden seçtiği karakterleri ve olayları içerden bir bakışla kurgulayarak okuyucuya sunuyor. Aşk, yalnızlık, ümitsizlik, yenilmişlik ve öfke onun anlatılarında öne çıkan konuları. Karakterlerinin ruh halini ustalıkla yansıttığı hikâyelerinde daha çok psikolojik çözümlemeler ve insanın anlam arayışı üzerinde duruyor. Sade ama derinlikli bir düşünce ve ifade tarzına sahip. Bu yönüyle eskilerin “sehl-i mümteni” dediği tarzda sade ama anlam olarak derin anlamlar içeren ifadelerle okuyucusuna sesleniyor. Onun kitabını Türkçeye kazandırmaktan mutluluk duyuyorum.
Roman yazarı toplumunu tanımalı
Daha önceki söyleşilerinizde, yurtdışına yerleşen İranlı yazarların edebi güçlerinin zamanla azaldığını söylemiştiniz. Bu konudaki düşüncenizi açar mısınız?
Mustafa Mestur: Toplumsal, siyasal, kültürel ya da ahlaki meseleleri konu edinen yazarlar, bu toplumun dışına çıktıklarında artık o olayları, içeride yaşayan birinin duyarlılığı ve derinliğiyle anlatamazlar. Göç eden yazarlar, yeni bir toplumda yaşamaya devam ettikçe, zamanla doğdukları topluma olan zihinsel, duygusal ve algısal bağları zayıflar. Bu yüzden de geldikleri toplumu net bir şekilde göremez, sorunlarını doğru tahlil edemezler. Ama şunu da eklemeliyim: Felsefi, psikolojik ya da varoluşsal kaygılar taşıyan yazarlar, göç ettikten sonra da aynı güçle, hatta belki daha da güçlü şekilde yazabilirler. Ben o önceki röportajda daha çok birinci gruba giren yazarlardan söz etmiştim.
Mahperize Şafak: Ben de bu konuda çok detaylı bir karşılaştırma yapmadım ama Mestur’un bu görüşüne şu noktada katılabilirim: Son dönemde yurt dışına çıkmış İranlı yazarlar arasında Abbas Ma’rûfî gibi bir iki istisna kalem dışında çok fazla öne çıkmış yazarlar göremiyoruz. Mestur, modern İran edebiyatının kendisi gibi önemli hikâye ve roman yazarlarından biri olan Celâl Âl-i Ahmed’in sözlerini alıntılayarak bir toplumun tarihini ve toplumsal yapısını anlayabilmek için o toplumun romanlarını okumamız gerekir düşüncesini benimsiyor. Dolayısıyla roman yazarının eserini ürettiği toplumu çok iyi tanıması, yorumlaması gerektiğini söylüyor. Eleştirisi bu açıdan anlamlı olabilir.
Savaşın izleri kalemime yansıdı
Günümüz İran’ındaki toplumsal ve siyasal meseleler anlatımınızı nasıl etkiliyor?
Mustafa Mestur: Siyasal ve toplumsal olayların insanların hayatı üzerindeki etkisi genellikle anlıktır ama bu etkiler edebiyata ve hikâyeye hemen yansımaz. İran-Irak savaşını doğduğum şehir olan Ahvaz’da sekiz yıl boyunca bizzat yaşadım, ama bu savaşın izleri yazılarıma otuz yıl sonra, Aşk ve Başka Şeyler romanımda yansıdı. Ben büyük siyasal ve toplumsal olayları, onlar küçük insani meselelere dönüşmeden göremem. Eğer bu olayları bireylerin yaşantısında, kişisel düzlemde hissedebilirsem, işte o zaman hikâyelerime dahil olurlar. Defalarca söylediğim gibi, “Yanımda bir bomba patlasa belki sesini duymam ama biri usulca ağlasa, ne kadar uzakta olursa olsun, o sesi mutlaka duyarım.”
Mahperize Şafak: Ben de çevirmen olarak İran’daki toplumsal meseleleri anlamada biraz daha şanslıyım. Zira iki yıl kadar İran’da yaşayarak İran toplumunu yakından tanıma ve halkın ruh halini gözlemleme fırsatım oldu. Hikâyede geçen mekânlar, insan tipleri, olayların ayrıntıları o kadar tanıdıktı ki bunları çeviride doğal bir şekilde yansıtmak konusunda bana çok büyük avantaj sağladı. Örneğin İran’dan döndüğümde İran halkı ile ilgili sorular sorulduğunda dikkatimi en çok çeken şeyin insanlarda gördüğüm derin ümitsizlik olduğunu söylerdim. Bu hikâyede de karakterlerin yaşadığı zaman zaman insanı zorlayacak kadar ümitsizlik dolu anları çok tanıdık gelen sahnelerdi.
Edebiyatın sınırları yoktur
Sizce edebiyat, İran ile dünya arasında kültürel bir köprü işlevi görebilir mi?
Mustafa Mestur: Edebiyatın evrensel bir dili olduğunu düşünüyorum. En azından benim sevdiğim edebiyat türü böyle bir edebiyat. Bu türde temel konu, insanın tüm yönleriyle bireyselliği. Bu bireysellik tarih, coğrafya, din, ırk, dil ya da kültürle ilgili değil. İnsanın sadece insan olduğu için yaşadığı acılar, hüzünler, aşk, yalnızlık, korku, ölüm, adaletsizlik, kaygı, şiddet, umut, umutsuzluk, hiçlik ya da anlam arayışı bu edebiyatın konuları. Bu açıdan bakıldığında edebiyatın sınırları yoktur. İran edebiyatı bu evrensel kavramları yansıttığı sürece, dünyanın her yerindeki okurlarla bağ kurabilir. Benim okurlarım yalnızca İranlılar değil. Türkiye’deki okurlarımla her karşılaştığımda, İranlı okurlarımla buluştuğumda hissettiğim şeyin aynısını hissediyorum. Benim sevdiğim edebiyat sadece sınır tanımamakla kalmaz, aynı zamanda coğrafi, kültürel, etnik ve dinsel sınırları da silikleştirmeye çalışır. Bu edebiyatın kurduğu ana köprü insandır ve insanın meseleleridir.
Son olarak yazma süreciniz nasıl ilerliyor merak ediyorum…
Mustafa Mestur: Bir hikâyeye başlamadan önce günlerce, haftalarca, bazen aylarca yapıyı, karakterleri ve fikirleri düşünür, notlar alırım. Hikâye yazmak, bu düşünce ve notları kurmaca bir anlatıya dönüştürmek demektir. Düşünmek ve not almak bana ilgi çekici gelse de, onları kurmaca kelimelere dönüştürmek sıkıcı, yorucu ve zaman zaman korkutucu olabilir. O kadar çok fikir, karakter, olay ve ayrıntıyı bir hikâyeye dönüştürmek bazen insana korku ve kuşku verir: Acaba bunları kelimelere dökebilecek miyim? Ayrıca yazarken çok titizim, bu da çok yavaş yazmama neden oluyor. Saatlerce bilgisayar ekranına boş boş bakıp, tüm gün sadece iki yüz kelime yazdığım oluyor. Kırk bin kelimelik bir romanı yazmak için ne kadar süreyle yalnız başına boş bir ekranla kalındığını tahmin edebilirsiniz. Yine de yazdığımda, yazdıklarımı pek değiştirmem. Neredeyse yazarken gerekli tüm düzenlemeleri eşzamanlı yaparım. Hiçbir hikâyemin ikinci ya da üçüncü taslağı olmaz. Her biri, son derece yavaş ama acılı bir şekilde yazılmış tek bir metindir. Bu yüzden yazmayı pek sevmem. Elbette, zorlukla yazdığım metni okumaktan keyif alabilirim. Ama bir süre geçince onu da okumam. Sanki artık onları sevmiyormuşum gibi gelir.
Mestur tecrübeleri üzerinden anlam arayışını sürdürüyor
Mestur bir röportajında “Ben Salinger, Flannery O’Connor, Kieslowski’yi ruh ikizimmiş gibi hissediyorum” diyor. Bu benzerlikler çevirideki tonu tutturmanızda size yardımcı oldu mu?
Mahperize Şafak: Dediğiniz gibi çevirideki tonu yakalayabilmişsem bunda belki daha çok yazarı yakından tanıyor olmamın ve yazarın eserini ortaya çıkaran toplum ve kültüre aşina olmamın katkısı olmuştur. Metni çevirirken özellikle bazı bölümleri öylesine etkileyiciydi ki! Zaman zaman Hâni ile ya da Nokre ile birlikte ağladığım ya da heyecanlandığım anlar oldu. Bu etkileyici anları okuyucunun bir çeviri metin gibi değil de kaynak metnin bütün o etkileyiciliği ile okumaları için epeyce çaba sarfettim. Sonrasında çeviri ile en çok merak ettiğim konu da bu oldu. Acaba benim çevirirken duygulandığım, heyecanlandığım, zaman zaman ümitsizliğe kapıldığım bölümlerde okuyucu da aynı şeyleri hissetmiş midir diye.
Güçlü karakterlerle dolu bir romanı çevirmek diğerlerine nazaran daha zor diyebilir miyiz?
Mahperize Şafak: Henüz ikisi arasında bir kıyaslama yapabilecek kadar çeviri tecrübem olmadı. Ancak evet, romandaki her bir karakter üzerinde ayrıca durulmayı ve bütün yönleriyle titizlikle ele alınmayı hak eden kişiliklere sahip. Her bir karakterin ayrı ayrı etkileyici, sarsıcı yönleri var ve hiçbiri geçiştirilemeyecek kadar özel karakterler. Her biri hayat karşısında bir duruşu temsil ediyor. Örneğin Kerim Cücü’nün her cümlenin sonunda söylediği tekrar eden repliği benim için romanın en özel repliklerinden biriydi. Çünkü onun durmadan her cümlesinin sonunda tekrar ettiği “Ne anlatıyorsun sen?” ifadesi öylesine söylenmiş bir cümle değil onun bütün o çalkantılı dünyasının ve karmaşıklığının içinden çıkma çabasının bir özeti. Her birinin hayat tecrübeleri onların aşkı ve başka şeyleri anlamlandırmasında belirleyici rol oluyor. Zaten Mestur da eserlerinde insanın kendi tecrübelerinin toplamından ibaret olduğunu vurguluyor ve bu tecrübeler üzerinden bir anlam arayışı sürüyor.


