Filistin’in yakılan çocukları, Holocaust ve kurban Yasin Aktay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Hac mevsimi ve Kurban Bayramı İbrahimi dinlerin ümmetlerinin kendi aralarındaki yüzleşmenin veya karşılaşmanın bir şekilde gerçekleştiği bir büyük olaydır. Günümüz dünyasında aralarında cereyan eden kavgalar, savaşlar ve tartışmalar bir bakıma 3500 yıl öncesine kadar giden olayların günümüze kadar gelen yansımaları. O olaylar esnasındaki konumlanmalar, sonrasındaki ayrışmalar günümüzde her birine adeta iyice yerleşmiş, oturmuş kişiliklerine, karakterlerine uygun roller yazıyor.
İsrail’in bugün Gazze’de, Batı Şeria’da Filistinlilere reva gördüğü muameleler
ve ABD’nin buna verdiği sınırsız destek, Avrupa’nın onaylayıcı ve destekleyici sessizliği, İslam dünyasındaki münafık liderlerin sınırsız suskunlukları ve el altından destekleyici tutumları…
Bütün karakterler Kitap’ta anlatılan karakterlerle birebir örtüşüyor.
Bugün olup bitenleri izleyip okuduğunuz Kitap asla sizi tarihe götürdüğü gibi tarihi de bugüne, tam da yaşadığınız olayların ortasına getirip koyar.
İsrail’in Filistinli çocukları, kadınları, yetişkinleri yakarak öldürdüğü ve bunu kendi halkına karşı hiçbir savunma ihtiyacı hissetmeden adeta bir övünme konusu haline getirebildiği sahneler sadece günümüzde, modernitenin sunduğu teknik imkanlarla ölümün ve öldürmenin çok kolaylaşması, bir teknik imkân meselesi haline gelmiş olmasıyla ilgili midir? Öyle ya Holokost olayı için
Zygmunt Bauman
’ın meşhur kitabı konuyu bir modernlik meselesine indirgemişti.
Belki bununla konunun sadece Nasyonel Sosyalizmin ötesinde Aydınlanmada, modernlikte kökenlerinin olduğunu anlatmaya çalışmıştı.
Orada Holokost, yani Yahudilerin modern bir ırkçılık adına yakılarak öldürülmesi ve bunun modern bir öznenin kolaylıkla ve her zaman sapabileceği bir suç olarak görülüyordu. Bauman’a göre, Holokost geleneksel olarak irrasyonel nefretin ya da barbarlığın patlaması olarak görülmesine karşılık bunun modern rasyonalite, bürokrasi, bilimsel düşünce ve teknolojik ilerleme gibi modern unsurların bir araya gelmesiyle mümkün oluyordu.
Modern bürokrasinin işleyişi, bireylerin eylemlerinden ahlaki sorumluluk duymalarını engeller
. Emir-komuta zinciri içinde insanlar sadece “
görevini yapan memurlar
” hâline gelir. Bu durum, Nazi memurlarının soykırıma katılmalarını psikolojik ve etik olarak mümkün kılmıştır.
Hannah Arendt
’in “
kötülüğün sıradanlığı
” kavramına benzer biçimde,
Bauman
da modern bürokrasinin soğukkanlı doğasına dikkat çekerek bu kadar vahşi bir şiddet ve soykırım olayının bizatihi modernitenin içinden çıktığını anlatmaya çalışmıştı.
Yahudilerin maruz kaldığı Holokost modernliğin bir sonucuydu da bugün İsraillilerin uyguladığı “insan yakma”, “çocuk yakma” noktasına kadar varan soykırım da mı modernitenin bir sonucudur?
Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre Yahudi İsraillilerin yüzde 82'sinin Filistinlilerin Gazze'den çıkarılmasını desteklediği görülmüş. Bugün Netanyahu’ya yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmı onun Gazze’de işlediği cinayetlerle hiçbir sorunu yok.
Onların tek sorunu Netanyahu’nun bir türlü vaat ettiği katliamları Hamas’ı yok edecek ve belki Filistinlileri Gazze ve Batı Şeria’dan süpürecek seviyede gerçekleştirememiş olmasından dolayı. Burada moderniteye atfedilebilecek bir günah yok.
Günah bir kavmin kendisini teolojik olarak başka insanlara karşı her türlü şiddet, katliam, hırsızlık, tehcir ve yakma eylemlerini işlemeye hak sahibi görmesiyle ilgili ve bunun modernlikle bir ilgisi yok.
Burada tabii ki Bauman’a karşı modernliği savunma derdim yok.
Bauman’ın ve Arend’in bürokratik görev lakaytlığında kötülüğün sıradanlaşmasına yönelik eleştirisi elbette doğru ve yerindedir. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz kötülük sıradanlaşmış kötülükten çok daha kötü bir nefret, dinci bağnazlık ve düşmanlıkla ilgilidir.
İçine girdiğimiz Kurban yolculuğunda belki Yahudi ve Hıristiyan kurban anlayışlarının tahrifinden ve Allah’a ve bütün kullarına yaklaştırıcı olması gerekirken bir ayrışma ve nefret konusu haline gelmesiyle de ilgili.
Tıpkı bir bayram olarak özgürleşmenin en derin ve en geniş anlamlarına açılmayı gerektiren Hamursuz Bayramının Filistinlilere karşı bir nefret ve düşmanlık gösterisine dönüşmesi gibi. Kurban edilenin İshak mı İsmail mi olduğu noktasında sergilenen kıskanç tutumdan İsmail’e gülmeyi bedeli ağır ödenmesi gereken bir küstahlık olarak gösteren ağır bir kibir.
İsmail, sadece İshak’ın (idhak) hakettiği gülüşü yerli yersiz sergilediği için belki yakılarak cezalandırılması gereken biriydi.
Onun kurbanlığı ona bir ceza oluyordu böylece. İsrailoğulları için Allah nezdindeki yeri başka kimseye kaptırmamaya çalışan bir yer kapma adına imha edilmesiydi. Allah’a yaklaşmanın yöntemi sapkınca bir yolla, bir cinayetle, ona alternatif olan başka adayları yok etmek şeklinde gerçekleştirilmiş olur. O günden sonra İsmailoğullarına karşı bitmeyen bir nefret ve düşmanlığın günümüzdeki tezahürüdür Gazze’de şahit olduğumuz katliamlar. Bir toplumun topyekun kurban edilmesi.
Holocaust
Yunanca
kökenli bir kelime ve
holos (tamamen) + kaustos (yakılmış)
– yani
“tamamen yakılan kurban”
anlamına gelir. Tevrat'ta kesildikten sonra tamamı yakılarak (holocaust) gerçekleştirilen bir ritüel olarak kurbanın, popüler Yahudi kültüründe
dumanlarının özellikle hızla uçup gitmesinin onu Allah’a ulaştırdığı
düşünülür. “Tanrı, “İshak'ı, sevdiğin “biricik oğlunu” al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu
yakmalık sunu
olarak sun" (Yaratılış Kitabı Yar.22: 2).
Olabildiğince antropomorfik tahayyüllerle tahrif edilen bir Allah inancı buradan başlıyor.
Kurbanın dumanlarının Allah’a yaklaşacağının düşünülmesi kurban kavramının kendisinin de tahrifinden başka bir şey değil.
Kurbanın bu şekilde tasavvuru Yahudilerin asli inancının bir sonucu değil, antik Yunan’daki anlayışından bir esinlenme ve etkilenmedir. Nitekim bu terim antik çağda Tanrı’ya tamamen yakılarak sunulan kurbanları i
fade ederdi. Bu nedenle bazıları, Holokost’un bu adla anılmasını
rahatsız edici
bulur. Çünkü bu ad, Nazi kamplarında Holokost yoluyla öldürülmüş Yahudi kurbanlarının Tanrı’ya sunulmuş kurbanlar gibi algılanmasına yol açabilir. Bu hem kurbanı ceza olarak gören bir anlayış açısından çok moral bozucu hem de bu yolla kurban edilmeyi hak eden Allah’ın sevgili kulları Yahudiler değil onların düşmanlarıdır.
Oysa Kurban bir cezalandırma değildir bir yaklaşma ve yaklaştırmadır. Allah’a ve insanlara, yoksullara
. Bir sakınma ve israf değil bir paylaşma ve başkalarının kalbine girme yoludur. Bir nefret konusu değil bir dostluk, kardeşlik, özde vahdet şuurunun ritüel aracılığıyla kişiliğin derinliğine yerleşmesi meselesidir. Allah’ın kesilen kurbanların ne etlerine ne de kanlarına ihtiyaç duymadığı üzerinde düşünme vesilesidir. Zaten can ona ait, kan ona ait ve o kanın da canın da şahdamarına herkesten daha yakın.
İstediği zaman istediğinden alır istediği zaman istediğine verir. Allah bu ritüel aracılığıyla hem bunun idrakinde varmayı hem de bu vesileyle kurban etlerinin yoksullara dağıtılmasını murat etmiş.
Peki Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde aslında bizzat Kurban ritüelinin kendisi ortadan kaldırılmışken bugün koca bir milleti cezalandırmak yoluyla ve bunu yaparken Allah’a daha sevimli görüneceği sapkınlığıyla kurban etmeye çalışmak nedir? Bu kurban İsrail’i nereye yaklaştırır (kurb eder)?


