FUNDA KARAYEL Yeni trend saat almadan önce element danışmanlığı
Sabah sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Yeni alınacak kol saati için "Metal elementiyle uyumlu mu?" diye danışmanlık almadan adım atılmıyor artık. Bir zamanlar kol saati alırken "Su geçirmez mi?", "Kordonu deri mi metal mi?", "Markası ne?" gibi sorular sorulurdu. Şimdi ise devir değişti. Artık yeni bir saat alacaksanız önce doğum haritanıza, sonra da metal elementinizle olan ruhsal uyuma bakmanız gerekiyor. Aksi halde taktığınız saat sizi "zamanın gerisinde" bırakabilir. Çünkü takviminizle değil, çakralarınızla senkronize olamayan bir saat takmak; affınıza sığınarak söylüyorum ama tam bir aura cinayeti.
Evet, 2025 model modern insan, saat alırken artık sadece zamanı değil, enerjisini de ölçmek istiyor. Ve bu uğurda danışmanlık hizmeti veren bir sektör doğdu: 'Saatle Uyumlu Element Danışmanlığı.'
Kimi ateş elementine uygun olarak bronz öneriyor, kimi su elementine titanyum. "Senin enerjin paslanmaz çelikle çarpışır, uzak dur" diyenler de var. Hatta bazı saatler, kullanıcıyı önce test ediyor: Eğer saatin enerjisiyle seninki uyuşmazsa, takınca çalışmıyor. Evet, bu da oldu. Saatle enerjin tutmadıysa, o da sana zamanı göstermiyor.

Yeni nesil saatler artık zamanı değil, sahibinin frekansını önceliyor. Düşünün; bir saati sadece şık olduğu için takmak, ne büyük bir yüzeysellik. "Beğendim, aldım" devri kapandı yani. Artık saati sen seçmiyorsun, saat seni seçiyor. Yeterince yüksek titreşimdeysen, seni bilekliğine kabul ediyor. Değilsen, üzgünüm, ama o zamanı hak etmemişsindir. Görünürde hâlâ 'zamanı gösteren bir obje' gibi dursa da, aslında her saat ruhsal bir sınav.
Çünkü saat dediğin şey, artık sadece zamanı değil, ruhsal doygunluğunu da temsil ediyor. Her anın enerjisini taşıyan bu kutsal obje, elementinle kavgalıysa, 11:11 dilek tutma saatinde bile işe yaramaz.
Peki bu noktada ne yapmalı? Önce doğum haritanı çıkar, sonra yıldız danışmanına git, ardından element testine gir. Belki bir astroloğa WhatsApp'tan bile sorabilirsin: "Koç burcuyum, ama yükselenim Balık. Rose gold bana uygun mu?"
Ve unutma, artık zaman bile kişiselleştirilmeli. Evrensel saat değil, senin enerjine uygun saat. Takamazsın kafana göre. Çünkü hiçbir elementsel uyum yokken, sadece estetik kaygıyla saat takmak, evrene saygısızlık.
Zaman akıyor, bizse kolumuza bir saat bile takamadan ruhsal doğrulama kuyruğundayız. Zamanın ruhu mu değişti, yoksa biz çoktan zamanı kaçırdık da haberimiz mi yok?
İÇSEL HUZUR TATİLİ
Dünyanın en güzel yerinde bile olsan için daralıyorsa manzaranın suçu ne?
Mutlu olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu. Gerisi gerçekten teferruat. Hangi şehirde yaşadığın, tabağındaki yemeğin tazeliği, üstündeki ipek gömleğin kumaş kalitesi, oturduğun sandalyenin tasarımı... Hepsi ama hepsi, ruhun mutsuzsa yalnızca bir fon. Sahnenin ortasında ise sen varsın ya tebessüm eden ya da her şeye rağmen sitem eden halinle, dünyanın en güzel yerinde olabilirsin. Belki Amalfi'de bir yamaçta, belki Bozburun'da bir teknede. Etrafında mavi, altın sarısı ışıklar, lavanta kokuları...

Ama için daralıyorsa, içsel huzur tatile çıkmamışsa, o manzara yalnızca bir fotoğraf olur: Beğeni alır ama hissedilmez. İşte tam bu noktada anlıyoruz ki, mutluluk dışsal bir koordinat değil; içsel bir karar, bir yönelim, bir bakış açısı. Çünkü mutlu olmak neyle ilgili değil, nasıl baktığınla ilgili. Aynı balığı birisi "Of ya, küçük geldi" diye yerken, bir diğeri "Şükür bugün de doydum" diye yiyebilir. Aynı elbise birine "Bu geçen sezonun" diye mutsuzluk sebebiyken, diğerine "Ne güzel oldu" diyerek keyif verir. Demek ki mesele neye sahip olduğun değil, ona nasıl baktığın. Üstelik mutsuzsan, sahip oldukların artarken memnuniyetin azalır. Kıymet bilmek öğrenilmemişse, en gösterişli tabakta bile bir eksik ararsın. Tersine, iç huzurun yerindeyse, bir simitle Boğaz'a karşı oturmak bile şölene dönüşür. İnsanın içiyle dışı arasındaki bu ince çizgi, gerçek lüksü tanımlar belki de: Sade bir mutluluk.
Bu yüzden bazen durup kendimize şu soruyu sormak lazım: Gerçekten daha iyisini mi istiyoruz, yoksa olanı fark etmekten mi aciziz? Çünkü mutsuzluk çoğu zaman yetersizlikten değil, doyumsuzluktan beslenir. Ve unutmayalım, bazı insanlar her şeye rağmen mutlu olurken, bazıları her şeye rağmen mutsuz olmayı başarır. İkisinin de tarifi yok; biri şükürle, diğeri şikayetle mayalanıyor. O halde bir kez daha düşünelim: Mutlu olmak mı zor, yoksa olmamak mı bir alışkanlık haline geldi? Tüm mesele bu.


