Gerçek sesler mi, yüksek gürültüler mi? Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Mehmet Kırtorun - Yazar
Sokak röportajları, başlangıçta halkın düşüncelerini yansıtan, kamusal alanda ifade özgürlüğünü canlandıran bir araç olarak görülüyordu. Ancak zamanla bu röportajlar, kutuplaşmış toplumların yankı odalarına dönüşerek, halkın temsiliyetini genişletmek yerine seçilmiş duygu patlamalarını teşhir eden dijital vitrinlere evrilmiştir. Kameraların özellikle çatışma çıkarabilecek, tepkisel konuşma ihtimali yüksek bireylere yönelmesi; temsilin yerini gösteriye, diyaloğun yerini karşılıklı performansa bırakmasına yol açmaktadır.
Stuart Hall’un temsil teorisinden hareketle, bu bireylerin söyledikleri sözler, bağlamından koparılarak medya düzeni içinde “yeniden kodlanmakta”; gerçek deneyimlerden çok dijitalde iyi çalışan klişeler hâline getirilmektedir. Bu, izleyiciye hakikati değil, duygusal yankı uyandıracak montajlanmış bir gösteri sunar.
Neil Postman’ın “Televizyonla birlikte kamuoyunun ciddi meseleleri dahi eğlenceye dönüştü.” uyarısı, bugün sosyal medya sokak röportajlarında fazlasıyla geçerlidir. Artık bilgi değil gösteri, içerik değil etkileşim ön plandadır. Röportajın hedefi kamusal bilinç değil; viral olma, algoritmalarca daha görünür kılınma hırsıdır.
Manuel Castells’in “Ağ toplumunda gerçekliğin, ağlara göre şekillenmiş imgelerle yer değiştirdiği” tespiti, sokak röportajlarında daha da görünür hale gelir. Röportajlar, gerçek halkın sesi olmaktan ziyade, dijital dolaşıma uygun ve tüketilebilir fragmanlara indirgenmiştir. Bireyin arka planı, sosyolojik bağlamı ya da duygusal karmaşası çoğu zaman görmezden gelinerek, onun sözü yalnızca “yorum” üretmeye yarayan bir tetikleyiciye dönüşür.
Bu nedenle sokak röportajları, modern toplumlarda hem medya estetiğinin hem de toplumsal temsilin bir sınav alanı hâline gelmiştir. Burada duyulan ses, çoğu zaman hakikatin değil, sesin en çok yankılandığı boşluğun ürünüdür.
ALGI YÖNETİMİ VE “CLICKBAIT” EKONOMİSİ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da dikkat çektiği üzere, medya etiği büyük ölçüde ihlal edilmektedir. “Sorumlu yayıncılık” ilkesi, özellikle YouTube ve TikTok gibi mecralarda çoğunlukla göz ardı edilmekte, röportaj yapan kişilerin kimliği, eğitimi, yayıncılık anlayışı sorgulanmadan içerik üretimi yapılmaktadır.
Burada karşımıza çıkan temel kavramlardan biri: clickbait (tık tuzağı) gazeteciliğidir. İzleyicinin ilgisini çekecek sansasyonel başlıklar, karşıt görüşlerin kışkırtıldığı bilinçli kurgu biçimleri ve kişisel mahremiyetin hiçe sayılması gibi unsurlar, medya profesyonelliğini zedelemekte, halkın bilgiye olan güvenini sarsmaktadır. Bu içeriklerin bir diğer özelliği de ‘duygu ekonomisi’ üzerine kurulmuş olmasıdır. Röportajı yapan kişi, halkın öfke, korku, hayranlık, aşağılama gibi temel duygularını tetikleyerek izlenme sayısını artırmayı hedefler. Bu, iletişimin en temel amacı olan “anlam üretimi”ni değil, “reaksiyon tetiklemeyi” önceler.
TRAVMALARIN VE YETERSİZLİKLERİN SAHNESİ
Sokak röportajlarına çıkan bazı bireylerin agresif tepkiler göstermesi, bağırarak konuşması, karşısındakini aşağılaması veya kendi kırılgan kimliğini gösterişli sözlerle örtmeye çalışması, aslında daha derin bir psikolojik yarılmanın belirtisidir.
Toplumsal bastırılmışlık, ekonomik yetersizlik, eğitimsizlik ve dijital görünürlük arzusu; bu kişilerin kamera karşısında kontrolsüz davranmasına neden olabilmektedir. Röportaj yapılan kişi için bu bazen bir “kendini gerçekleştirme alanı” olurken, izleyici için bir “gösteri nesnesi”ne dönüşür. Bu da “dijital teşhircilik” ve “dijital voyerizm” kavramlarını gündeme getirir.
GAZETECİ KİMDİR KİM DEĞİLDİR?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu cümlesi, önemli bir ayrımı işaret etmektedir: Eline mikrofon ve kamera alıp sokağa çıkan herkes gazeteci değildir.
Meslek etiği eğitimi almamış ve içerik üretiminde denetimsiz hareket eden bu “yeni nesil içerik üreticileri”, aslında modern çağın medya-anomi örneğidir. Bu durum, hem habercilik mesleğini itibarsızlaştırmakta, hem de toplumsal bilinç üretimini çarpıtmaktadır.
RTÜK, Basın Konseyi ve Basın Meslek İlkeleri gibi yapıların sokak röportajı yapan dijital yayıncıları da kapsayacak şekilde kapsamlı bir düzenlemeye gitmesi; birey haklarını, ifade özgürlüğünü ve kamusal bilinci birlikte koruyacak dengeli politikaların oluşturulması gerekmektedir.
İFADENİN EROZYONU
Sokak röportajları, bugünün dijital çağında yalnızca bir medya içeriği değil, toplumsal ruh halimizin, iletişim kültürümüzün ve demokrasiyle kurduğumuz ilişkinin aynası hâline gelmiştir. Burada karşımıza çıkan asıl mesele; bireyin görünürlüğü ile temsiliyeti, ifade özgürlüğü ile manipülasyon, kamusal diyalog ile dijital çatışma arasındaki sınırların bulanıklaşmasıdır.
Bu içerikler, bir yandan gündelik hayata dair seslerin duyulmasına olanak tanırken, öte yandan bu sesleri çarpıtan, kutuplaştıran ve piyasa odaklı algoritmalara teslim eden bir mecra hâline gelmiştir. N. Postman’ın uyarısıyla ifade edersek: Bilgi artık aydınlatmak için değil, eğlendirmek ve tükettirmek içindir. Bu yönüyle sokak röportajları, izleyicinin ilgisini çekmek uğruna hakikatin eğilip büküldüğü, dikkat ekonomisinin hizmetine sunulmuş kısa ömürlü gösterilere dönüşmektedir.
Manuel Castells’in ağ toplumuna dair analizlerinde belirttiği gibi, bireyin kamusal mevcudiyeti artık söylem değil imaj; bağlam değil sirkülasyon üzerinden okunmaktadır. Böylece halkın sözü, içeriğinden bağımsız biçimde estetikleştirilmiş, paketlenmiş ve dolaşıma sokulmuş bir metaya dönüşür. Bu metalaşma, sokak röportajlarında yalnızca konuşanın değil, konuşulanın, hatta suskunluğun bile performansa indirgenmesiyle sonuçlanmaktadır.
Bu nedenle yeni bir medya ahlâkı inşa etmek zorundayız. Bu ahlâk, yalnızca gazetecilik ilkelerine bağlı kalmayı değil, aynı zamanda bireyin onuruna, ifadesine ve bağlamına saygı duymayı da içerir. Çünkü dijital çağda hakikati korumak, yalnızca doğru bilgi üretmekle değil, bu bilginin nasıl sunulduğunu, kim adına dolaşıma sokulduğunu ve kime ne biçimde yansıdığını sorgulamakla da mümkündür.
Tüm bu sosyolojik, psikolojik ve medya iletişimi perspektiflerinden sonra gelinen noktada temel bir soruyla yüzleşiyoruz: Sokak röportajları, toplumun sesini çoğaltan bir mecra mı olacak, yoksa bireyin sesi üzerinden toplumun zihnini tahakküm altına alan bir manipülasyon aracı mı? Bu sorunun cevabı, yalnızca içerik üreticilerinin değil, izleyici olarak bizlerin de vereceği bir sınavdır.


